
Şahsî meselelerde affetme fazîletini gosteremeyip kin ve intikam gutmek, kÂmil mu ’minlere asl yakışmaz. Mu ’mine duşen, kusurlu insana karşı gazap yerine merhamet duygusuyla dolu olmaktır. GunahkÂra, suruklendiği gunahtan dolayı acıma hissiyle mukābele etmek, îmanda kemÂle ermenin bir ifÂdesidir. Zira kÂmil mu ’minler, kusur işleyen bir mu ’mine karşı -o kusur kendilerine karşı işlenmiş olsa dahî- bir doktorun hastasına muÂmelesi gibi bir tavır sergilerler.
Hicbir doktor hastasına, yakalandığı hastalıkta şahsî bir kusuru olsa bile kızmaz. Kendisini hastasına şif sunmakla mukellef bilir. Bu ahlÂk ile yaşayan Hak dostları da, gunaha olan nefreti, gunahkÂra taşırmazlar. Onları yaralı bir kuş gibi kabul ederek gonul sarayında irşad ve ıslah gayreti icinde olurlar. Nitekim Sehl-i Tusterî ’ye, ahlÂktan sorduklarında şoyle buyurmuştur:
“AhlÂkın en kucuk derecesi; eziyete katlanarak intikam peşinde olmamak, zÂlime bile merhamet edip onun icin istiğfÂr etmek ve ona acımaktır.” (İhyÂ, III, 163)
KALBİNDE KİMSEYE KARŞI KİN TUTMAYAN ADAM
Enes bin MÂlik -radıyallÂhu anh- ’ın naklettiği şu hÂdise de boyle bir gonul kıvÂmına sahip olmanın, kulu cennet yolcusu kılacağını ne guzel beyÂn etmektedir:
Rasûl-i Ekrem -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ile beraber oturuyorduk. Buyurdular ki:
“Şimdi yanınıza cennetlik bir adam gelecektir.”
Bir de baktık ki EnsÂr ’dan, abdest suyu sakalından damlayan ve ayakkabılarını sol eline asmış bir adam cıkageldi. Ertesi gun olunca Rasûl-i Ekrem-sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-yine evvelki gibi soyledi. Bu adam yine onceki gibi cıkageldi. Ucuncu gun olunca Rasûl-i Ekrem -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz yine aynı sozu tekrar etti ve yine aynı adam ilk hÂliyle geldi. Rasûl-i Ekrem -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-kalkınca Abdullah bin Amr -radıyallÂhu anh-, o adamı takip etti ve ona:
“Ben babamla munÂkaşa ettim, uc gun onun yanına gitmeyeceğime yemin ettim. Bu zaman zarfında beni evinde misafir eder misin?” dedi. Adam da kabul etti.
Daha sonra olanları, Abdullah bin Amr -radıyallÂhu anh- şoyle anlattı:
“Uc geceyi onunla bir arada gecirdim. Fakat gece boyunca uzun uzun ibadet ettiğini gormedim. Ancak fecre kadar, zaman zaman uyanıp zikretti ve tekbir getirdi. Onun hayırdan başka bir şey soylediğini de işitmedim. Uc gun gecince sanki onun amelini kucumser gibi oldum ve dedim ki:
«Ey AllÂh ’ın kulu! Babamla aramda bir ihtilÂf yoktur. Fakat Rasûl-i Ekrem ’in senin icin uc kere; “Şimdi yanınıza cennetlik bir adam gelecektir.” buyurduğunu işittim. Uc defa da sen cıkageldin. Ne gibi ameller işlediğini oğrenmek icin senin yanında kalmak ve seni ornek almak istedim. Fakat senin buyuk bir amel işlediğini de gormedim. Seni RasûlullÂh ’ın soylediği mertebeye ulaştıran amel nedir?»
O zÂt:
«Şu gorduğunden başkası değildir.» dedi.
Fakat ben ayrılmak icin donduğumde ardımdan seslenerek dedi ki:
«Evet, benim amelim, senin gorduğunden başkası değildir. Ancak ben Muslumanlardan hic kimseye karşı kalbimde en ufak bir kin tutmam ve AllÂh ’ın verdiği herhangi bir nîmet ve hayırdan dolayı da kimseye asl hased etmem.»
Bunun uzerine:
«İşte seni o dereceye ulaştıran bu hÂlindir.» dedim.” (Ahmed, III, 166)
ALLAH'IN AHLAKINDAN BİR HİSSE
Şu kıssa da affedebilme ahlÂkının yuceliğini ne guzel ifÂde etmektedir:
Ahnef bin Kays ’a:
“Guzel ahlÂkı kimden oğrendin?” diye sordular. O da:
“Kays bin Asim ’den oğrendim.” dedi. Kendisine:
“Bu zÂt nasıl bir ahlÂka sahipti?” diye sorulunca da şu îzahta bulundu:
“Bu zÂt bir gun evinde otururken cÂriyelerinden biri elinde demir şiş ve şişte kebap olduğu hÂlde yanına girdi. Her nasılsa şiş cÂriyenin elinden duşerek kucuk oğlunun başına carptı ve cocuk oldu. Bu zor vaziyet karşısında cÂriye dehşete kapıldı, perişan oldu ve Âdeta eridi. Fakat o zÂt, boyle bir anda bile hiddetlenip cıkışmak yerine cÂriyeye; «Uzulme, ilÂhî takdir boyleymiş, senin bir kastın olmadığı icin bir sucun da yok, senin bu vicdan urperişine karşılık ben de seni ÂzÂd ettim.» de­miştir.” (İhyÂ, III, 164)
Diğer taraftan, affede affede ilÂhî affa lÂyık olma azmi icinde olan bir mu ’min, pişman olup kendisinden ozur dileyenlerin ozrunu kabûl etmek sûretiyle de, TevvÂb olan, yani tevbeleri kabul eden Rabb'inin ahlÂkından hisse almış olacağını unutmamalıdır.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Ornek Ahlakından-2, Erkam Yayınları.
İslam ve İhsan