Allahʼın bizi sevdiğini nasıl anlarız? Allahʼın kuluna duyduğu sevginin işareti ve “Allah Allah” zikrinin fazileti.MevlÂn Hazretleri buyurur:
“Adamın biri her zaman «Allah Allah» diye zikreder, bu zikirden ağzı bal yemiş gibi tatlanırdı. Bir gun şeytan gelip:
«‒Niye durmadan “Allah Allah” deyip duruyorsun. Bunca zamandır Allah demene karşılık bir kerecik olsun Allah sana “Lebbeyk/buyur kulum, ne istiyorsun?” dedi mi? Sende hic sıkılma yok mu? Daha ne kadar Allah deyip duracaksın?» dedi.
Bunun uzerine AllÂhʼın adını dilinden duşurmeyen adam umidini kaybetti ve zikri bıraktı. Gonlu kırık bir hÂlde yatıp uyudu. Ruyasında Hazret-i Hızırʼı gordu. Hızır ona:
«‒Neden yaptığın guzel işi terk ettin de AllÂhʼı zikretmeyi bıraktın?» diye sordu. Adam:
«–Yaptığım onca zikre karşılık verilmedi. Hak katından “Lebbeyk/buyur” sesi gelmedi. Oʼnun kapısından kovulmaktan korktum.» dedi.
Bunun uzerine Hazret-i Hızır, adama şu hikmetli karşılığı verdi:
«‒Ey AllÂhʼın kulu! Senin “Allah” demen, AllÂhʼın; “Lebbeyk/bu­yur kulum” demesidir. Allah, isminin zikrini herkese nasip eder mi? Senin “Allah” diyebilmen, AllÂhʼın sana duyduğu sevginin işaretidir.»
Bunu duyan adam kalkarak tekrar AllÂhʼı zikretmeye devam etti.”
ALLAHʼIN RAHMETİ VE SEVGİSİNİ NASIL KAZANIRIZ? CenÂb-ı Hakkʼı zikredebilmek, Oʼna şukredebilmek, kulluk ve tÂatte bulunabilmek; yine şukru gerektiren ayrı bir lûtf-i ilÂhîdir.
Butun mahlûkÂt AllÂhʼa kullukta bulunsa Oʼnun şÃ‚n-ı ulûhiyyetini bir nebze bile artıramaz. Yine butun mahlûkÂt Oʼna isyan etse Oʼnun şÃ‚n-ı ulûhiyyetine zerre kadar noksanlık gelmez. Allah TeÂlÂʼnın hicbir şeye ihtiyacı olmadığı gibi, bizim ibadetlerimize de ihtiyacı yoktur. O her şeyden mustağnîdir. Fakat bizler, Oʼnun rız ve rahmetini celbetmek icin hÂlis niyetle ibadet etmeye, sÂlih amellerle Oʼna yakınlaşmaya muhtÂcız.
Nefs ve şeytan, insanı AllÂhʼa ibadet ve tÂatten uzaklaştırmak icin binbir hileye başvurur. İbadetlerinin kabul olmadığı duşuncesiyle ibadetten uzaklaşmak, şeytanın tehlikeli tuzaklarından birine duşmek demektir.
Kulun vazifesi, ibadetlerini elinden gelen en guzel şekliyle îf etmek, kabul edilip edilmeyeceği hususunda kendi aklıyla hukum vermeyip bunun takdîrini AllÂhʼa bırakmaktır. Zira ibadetlerin yegÂne kabul mercii, Hak TeÂlÂʼdır. Bu hususta kulun kendi kendine hukum vermeye kalkışması; haddini aşması demektir. Bu da kulluk edebine aykırı bir durumdur.
Bize duşen, elimizden gelen butun gayretimizi gostererek, hatÂsıyla, kusuruyla, noksanlığıyla da olsa amellerimizi mutlaka ed etmek ve CenÂb-ı Hakʼtan kusurlarımızın affını dilemektir. Oʼnun fazl u keremine, af ve mağfiretine sığınmaktır. “Beyneʼl-havfi veʼr-rec”, yani korku ve umit duyguları arasında, dengeli bir kulluk hÂlet-i rûhiyesini dÂim gonlumuzde muhÂfaza etmektir.
Buna gore, ibadetlerinin mutlaka kabul edileceğini duşunerek ameline guvenmek, ne kadar buyuk bir yanlışsa; bunun aksine, asl kabul edilmeyeceğini duşunerek umitsizlikle ibadetleri terk etmek, cok daha buyuk bir yanlıştır.
Bizim vazifemiz; ne kadar ibadet edersek edelim CenÂb-ı Hakkʼa olan kulluk ve şukur borcumuzu lÂyıkıyla odeyebilmemizin mumkun olmadığını bilmekle beraber, tevÂzu, mahviyet ve hiclik duyguları icinde butun gayretimizle kulluğumuza devam etmektir. NihÂyetinde de Oʼnun affını, mağfiretini, fazl u keremini umîd etmektir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Mevlana, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan