
Hz. Mevlana ’ya gore asıl korkulması gereken husus.MevlÂn Hazretleri buyurur:
“İnsanların coğu, bedenlerinin olumunden korkarlar. Asıl korkulması gereken husus, kalplerin olumudur.”
İNSANI KORKUTAN ŞEYLER İnsan en cok; zelzele, tsunami, savaş, yangın gibi can kaybının fazla olduğu maddî felÂketlerden korkar. Fakat esas korkulması gereken şey, kalbî hayata zehir serpen gunahlardır. O gunahlar sebebiyle kabir ve Âhirette karşılaşılacak dehşetli manzaralardan korkulmalıdır.
Her gunah, kalbe duşen kara bir lekedir. Kalp, gunah kirleriyle tamamen kararıp mÂnen hayÂtiyetini kaybettiğinde; hayır ile şerri, hakla bÂtılı, doğruyla yanlışı ayırt etme hassÂsiyetini de yitirir. Bu yuzden en ağır curumleri bile, Âdeta tatlı bir mûsikî dinler gibi, vicdÂnında en ufak bir rahatsızlık duymadan işleyebilir. Gunahlardan sakınma hassÂsiyetini yitiren o kalp, artık kabir cukurundaki bir cenÂzeden farksızdır.
En fecî gaflet de, kişinin mÂnen olu bir kalbe sahip olmasına rağmen, bunun farkında bile olmamasıdır.
Vehb bin Munebbih -rahmetullÂhi aleyh- der ki:
“İnsanlar ne kadar da tuhaf! Bedeni olenlere ağlıyorlar da gonlu olenlere ağlamıyorlar. Oysa asıl felÂket, gonlun olmesidir!”
Zira olu bir gonul, istikÂmet ayarı olmayan, okyanus ortasında dumeni kırılmış bir gemi gibidir. Hangi girdapta helÂk olacağı mechuldur. Bu yuzden, yanlış yonlere ve yollara duşmekten kurtulamaz.
Omer bin Abdulazîz -rahmetullÂhi aleyh- ’in şu sozleri, bu hakîkati ne guzel ifade eder:
“Haramlar bir ateştir. Ona ancak (kalbi) oluler uzanır. Eğer el uzatanlar diri olsalardı, o ateşin acısını muhakkak duyarlardı.”
Abdullah ibn-i Mesut -radıyallÂhu anh- da diri kalple olu kalbin farkını şoyle ifade buyurmuştur:
“Mu ’min, gunahını, altında oturduğu ve sanki uzerine her an duşme tehlikesi olan bir dağ gibi (buyuk ve ağır) gorur. Bu koca dağ uzerime duşer mi, diye korkar durur. FÂcir (gunahkÂr) ise gunahını, burnunun uzerinden gecen bir sinek gibi (ehemmiyetsiz) gorur.” (BuhÂrî, DeavÂt, 4; Muslim, Tevbe, 3)
GAFİL KALPLER Gafil kalpler, dunyevî plÂndaki kayıplarına uzulup bir daha boyle bir zarara uğramamak icin bin bir cÂre duşunurler. Fakat ebedî hayatlarını tehlikeye atan mÂnevî kayıplara aldırış etmezler.
Mesel bedenî bir hastalığa yakalandıklarında; doktora koşup, tedaviye, ilÂca, tedbire sarıldıkları hÂlde, ne yazık ki, mÂneviyÂta zehir serpen tehlikeler karşısında, aynı hassÂsiyeti gosteremezler. Gaflet sarhoşluğu icinde, ruhlarının mahvoluşuna kayıtsız kalırlar. Bu hÂl, onların butun davranışlarında kendini gosterir.
MeselÂ, evlÂtlarının iyi bir diploması ve parlak bir dunyevî istikbÂli olsun diye gosterdikleri endişe ve gayretin cuz ’î bir miktarını bile, onların uhrevî diploması ve ebedî istikbÂli icin gosteremezler. HÂlbuki bu fÂnî cihandaki en değerli tahsil, “Hakk ’a kulluğun” tahsilidir, “mÂrifetullÂh”ın tahsilidir.
Hak dostlarından SÂmi Efendi Hazretleri ’ni ziyarete gelen biri, hem Hazret ’in duÂsını almak, hem de yeğenlerini tanıştırmak ister. Huzûruna girip el operken, Âdeta bir ovunme edÂsıyla:
“–Efendim! Bu delikanlılar Amerika ’da okuyup muhendis oldular. DuÂlarınızı istirhÂm ederiz!” diye takdim eder.
SÂmi Efendi Hazretleri ise mÂnidar bir tebessumle onlara:
“–Fakir de DÂru ’l-Funûn mezunuyum. Fakat asıl tahsil, mÂrifetullÂh ’ın tahsilidir!” buyurur.[1]
Fadl bin AbbÂs -radıyallÂhu anh- şoyle der:
“Doğrusu şu insanlara hayret ediyorum; bir cocuğum olduğunde binlercesi gelip başsağlığı diliyor da, mesel bir vakit cemaatle namazı kacırdığım icin kimse gelip bana tÂziyede bulunmuyor, teessurlerini bildirmiyor.
Yeminle soyluyorum; bir vakit cemaatte bulunmamam, benim icin, yetişmiş, Âlim ve sÂlih bir cocuğumun olumunden cok daha buyuk bir musîbettir.”
Ebû ’l-Hasan Harakānî Hazretleri de insanoğlunun mÂnevî kayıplar karşısındaki umûmî gafletine dikkat cekerek şu îkazda bulunur:
“Tandırdan elbisene bir kıvılcım sıcrasa, hemen onu sondurmeye koşuyorsun! Peki dînini yakacak olan bir ateşin, mesel kibir, haset ve riy gibi kotu sıfatların kalbinde durmasına nasıl musÂade edebiliyorsun?!”[2]
VelhÂsıl Hak dostları nazarında asıl endişe edilmesi gereken şey, insanın ebedî hayatını tehlikeye atan mÂnevî zararlardır.
Dipnotlar:
[1] Mustafa Eriş, Mahmud SÂmi Efendi ’den HÂtıralar, I, 20-21. [2] Harakānî, Nûru ’l-Ulûm, s. 239.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Mevlana, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan