
Allah katında amellerin makbul olması neye bağlıdır?MevlÂn Hazretleri buyurur:
“Allah aşkı icin calış, Allah aşkı icin hizmette bulun! Halkın kabul etmesi veya reddetmesiyle senin ne işin var?”
İhlÂs, yani sırf Allah rızÂsını gÂye edinmek, Hak katında amellerin en muhim makbûliyet şartıdır. Niyet hÂlis olduğu takdirde, imkÂnsızlık sebebiyle yapılamayan sÂlih amellere bile, CenÂb-ı Hak ecir lûtfeder. Hatt gonuldeki niyetin hÂlisliği derecesinde, CenÂb-ı Hak kulunun azını cok eder, kucucuk bir amele bile, lûtf u keremiyle, dağlar misÂli buyuk ecirler ihsÂn eder.
Nitekim Horasan melik ve kahramanlarından Amr bin Leys ’in şu hÂli, bu hakîkate guzel bir misÂl teşkil etmektedir. VefÂtından sonra onu sÂlih bir zÂt ruyasında gormuştu. Aralarında şu konuşma gecti:
“–Allah sana nasıl muÂmele etti?”
“–Allah beni affetti.”
“–Hangi amelin sebebiyle affetti?”
“–Bir gun bir dağın zirvesine cıkmıştım. Yuksekten askerlerime bakınca, sayılarının cokluğu hoşuma gitti ve:
«Keşke Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- zamanında yaşasaydım da O ’na yardım edip destek olsaydım, (O ’nun yolunda fedÂ-yı cÂn eyleseydim)...» diye duygulandım. İşte bu niyet ve iştiyÂkıma karşılık, Yuce Allah beni af ve mağfiretine mazhar eyledi.” (Kadı IyÂz, ŞifÂ, II, 28-29)
MU'MİNİN NİYETİ AMELİNDEN HAYIRLIDIR Nitekim bir hadîs-i şerîfte:
“Mu ’minin niyeti, amelinden hayırlıdır.” buyrulmaktadır. (Suyûtî, CÂmiu ’s-Sağîr, II, 194)
Beden icin ruh ne ise, amel icin hÂlis niyet de o mevkîdedir. Buna mukÂbil, ibadet ve sÂlih amellerde samimiyetsizlik, riy ve gosterişe kacmak ise; zÂhiren dağlar misÂli buyuk ve muhteşem gorunen amelleri bile kucultup ecrini yok eder. Zira Hak katında muhim olan, kulun kalbindeki niyetin hÂlis olup olmadığıdır.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“…Her kim Rabbine kavuşmayı umuyor, buna inanıyorsa, sÂlih ameller işlesin ve Rabbine ibadette hicbir şeyi ortak koşmasın!” (el-Kehf, 110)
Zira tevhîd akîdesinin ortaklığa tahammulu yoktur. Dolayısıyla, ibadet ve sÂlih ameller, sırf CenÂb-ı Hakk ’ın rızÂsını kazanmak icin îf edilmelidir.
Allah icin yapılması gereken ibadet, hayır-hasenÂt ve hizmetlere fÂnîler ortak edilirse, yani Allah ’tan başkasının da takdîrini kazanmak gibi nefsÂnî bir gÂye karışırsa, hem o amellerin ecri zÂyi olur, hem de -nebevî tÂbiriyle- “kucuk şirk” sayılan riyÂ/gosteriş curmu irtikÂb edilmiş olur. Bu ise, îmÂna zarar veren, son derece mahzurlu bir hÂldir.
SİZİN İCİN EN COK KORKTUĞUM ŞEY, KUCUK ŞİRKTİR Nitekim bir gun Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“–Sizin icin en cok korktuğum şey, kucuk şirktir.” buyurmuştu.
Yanındakiler:
“–Kucuk şirk nedir ey AllÂh ’ın Rasûlu?” diye sordular.
Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şu cevabı verdi:
“–RiyÂ, yani gosteriştir. KıyÂmet gunu insanlar amellerinin karşılığını alırlarken, Allah TeÂl riy ehline:
«–Dunyadayken kendilerine murÂîlik yaptığınız/amellerinizi gostermek istediğiniz kimselere gidin! Bakın bakalım onların yanında herhangi bir karşılık bulabilecek misiniz?» buyurur.” (Ahmed, V, 428, 429)
Yine bir hadîs-i şerîfte bildirildiği uzere; kıyÂmet gunu ilk olarak aleyhinde hukmedilen kişiler, -zÂhiren- şehîd, Âlim ve infak ehli bir zengindir. Fakat bu kimseler, amellerine Allah rızÂsının dışında, insanlar tarafından beğenilip takdir edilme niyetini de karıştırdıkları icin, CenÂb-ı Hak onların bu amellerini reddedecektir.[1]
Mesel bir kimse sağlığında cÂmi, mektep, Kur ’Ân kursu gibi bir hayır eseri yaptırır da, sonra da ona nÂmını yaşatmak niyetiyle kendi adının verilmesini şart koşarsa, bu amelinin ecrini zÂyi etmiş olur. Ancak vefat ettikten sonra kendisinin hayır-duÂlarla anılmasına vesîle olması niyetiyle, Âilesi veya evlÂtları tarafından o hayır eserine adının verilmesinde bir mahzur yoktur.
NİYET VE İHLAS Niyetlerde ihlÂs sırrına riÂyet bu derece muhim olmasına rağmen bazı ham nefisler, “tevÂzu” kisvesi altında “ovunme”yi huy edinmişlerdir. Yaptıkları sÂlih amelleri insanlara duyurarak bunlarla toplumda kendilerine bir îtibar satın almaya ve fÂnîlerin iltifÂtını celbetmeye calışırlar. “Bendeniz, ancak on sefer hacca gidebildim. Fakir, haftada ancak bir hatim indirebiliyorum. Ne yazık ki şimdiye kadar sadece bir cÂmi yaptırabildim…” gibi ifadelerle, guy Hakk ’a takdim ettikleri amellerini, halka da pazarlamaya gayret ederler. “TevÂzuun fahrı” tÂbir edilen ve şeklen fazîlet gibi gorunse de esÂsen amelleri sergilemekten ibÂret olan bu cirkin hÂl, o sÂlih amellerin ecrini, kişinin bizzat kendi eliyle ziyÂn etmesi demektir.
Bu itibarla, ihlÂsı muhÂfaza icin, sÂlih amelleri mumkun mertebe gizlemek esastır. Fakat gizleme imkÂnı bulunmayan bir sÂlih ameli terk etmek de doğru değildir. MeselÂ, riy olur endişesiyle cemaatle namaza gitmemek, nefsin aldatmasına kanmaktır. Veya; “Ben riyÂdan uzak, huşû ile namaz kılamıyorum; o hÂlde yuzume carpılacak bir namazı hic kılmayayım daha iyi!” diyerek namazı busbutun terk etmek, şeytanın tuzağına duşmek demektir.
Bu bakımdan, bir zarûret durumunda veya hayra teşvik gibi bir maslahat soz konusu olduğunda, sÂlih ameller ve hayır-hasenÂtın alenî olarak îf edilmesinde bir beis yoktur. Bu takdirde ise kalbi gurur, kibir, riy ve gosteriş gibi marazlardan koruyup sadece Allah rızÂsını hedeflemek şarttır.
Unutmayalım ki Rabbimiz bizden dÂim samimiyet istiyor. Niyetlerimizde de ihlÂs sahibi olmamızı arzu ediyor. Kendisine yaptığımız kulluğumuzu, ivazsız garazsız, hasbeten lillÂh, yani sırf Allah rızÂsı icin îf etmemizi istiyor. İbadetlere riy ve gosterişle fÂnîleri ortak etmenin hazin neticelerine karşı, biz kullarını îkaz ediyor:
“Ey îmÂn edenler! AllÂh ’a ve Âhiret gunune inanmadığı hÂlde, malını gosteriş icin harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa cıkarmayın!
Boylesinin durumu, uzerinde biraz toprak bulunan duz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu cıplak, puruzsuz bir kaya hÂline getirivermiştir. Bunlar, kazandıklarından hicbir şeye sahip olamazlar…” (el-Bakara, 264)
ALLAH MUMİNLERDEN CANLARINI VE MALLARINI SATIN ALMIŞTIR Yine CenÂb-ı Hak diğer bir Âyet-i kerîmede:
“Şuphesiz Allah, mu ’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine (verilecek) Cennet karşılığında satın almıştır...” (et-Tevbe, 111) buyuruyor.
O hÂlde mu ’minler olarak duşunmeliyiz ki:
Canı da malı da bizlere lûtfeden, CenÂb-ı Hak. Ustelik bu nîmetleri rızÂsı uğrunda kullanmaya, Cennet ’i vaad ediyor. Boylesine muazzam bir mukÂfÂtı, Allah ’tan başka verebilecek var mı? Hangi fÂnînin buna gucu yeter?! Oyleyse fÂnîlere riyakÂrlık ederek, Allah icin yapılması gereken ibadet ve gayretlere onları ortak etmek, gercek bir mu ’min icin, abesle iştigalden başka nedir?! Candan ve maldan fedakÂrlıkla îf edilen ibadet ve tÂatleri AllÂh ’a takdim etmek dururken, onlara fÂnîleri ortak etmek kadar fecî bir hamÂkat, aldanış ve ziyanlık olabilir mi?
Nitekim Hazret-i Âişe -radıyallÂhu anhÂ- VÂlidemiz bu hassÂsiyet sebebiyle, herhangi bir sadaka vereceği zaman, o sadakanın ecrini zÂyi etmemek icin buyuk bir titizlik gosterirdi. Yoksulun duÂsına dahî aynıyla mukÂbelede bulunurdu. Kendisine:
“–Hem sadaka veriyorsun, hem de du ediyorsun; nicin boyle yapıyorsun?” diye sorulduğunda şu cevÂbı vermişti:
“–Onun yaptığı duÂnın, benim sadakamın karşılığı olmasından korkuyorum. Bana yaptığı duÂnın aynısını ona yapıyorum ki, sadakam hÂlis olsun, boylece infÂkımın mukÂfÂtını sadece Allah ’tan beklemiş olayım.”[2]
Hazret-i Ali -radıyallÂhu anh- ile zevce-i tÂhireleri Hazret-i FÂtıma -radıyallÂhu anhÂ- VÂlidemiz, kendileri de muhtac oldukları hÂlde, yiyeceklerini, yoksula, yetime ve esire infÂk ettikleri zaman, aynı hassÂsiyet icinde, o muhtaclara şoyle demişlerdi:
“Biz sizi Allah rızÂsı icin doyuruyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkur bekliyoruz. (Minnet altında kalmayın!) Zira biz, cetin ve belÂlı bir gunde Rabbimiz ’den (O ’nun azÂbına uğramaktan) korkarız.” (el-İnsÂn, 9-10)
İşte o ornek şahsiyetler, ihlÂslarını muhÂfaza edebilmek ve amellerine dunyevî menfaatlerin golgesini dahî duşurmemek icin, kılı kırk yararcasına bir hassÂsiyet gosteriyorlardı.
Bizler de unutmayalım ki, kıyÂmet gunu ibadet ve fedakÂrlıklarımızın ecrini verebilecek olan, yalnızca Allah TeÂl ’dır; fÂnîler değil! O hÂlde;
“YÂ İlÂhî! Maksadım yalnız Sen ’sin, talebim de sadece Sen ’in rızÂ-yı şerîfindir.” niyÂzı, kulluk hayatımızın her Ânında, gonul semÂmızda yankılanmalıdır.
Dipnotlar:
[1] Bkz. Muslim, İmÂre, 152.
[2] Komisyon, Sunen-i Ebû DÂvûd Terceme ve Şerhi, İst. 1988, VI, 304.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Mevlana, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan