
Tasavvuf, İslam ’ı zarafet, nezaket ve kibarlıkla yaşama sanatıdır ki buna sufiler edep ismini verirler. Onlar Rablerine, insanlara ve tum varlığa edep ile muamele ederler. Zira sufiler bu Âlemde canlı cansız ne varsa hepsinin Allah tarafından en guzel şekilde yaratıldığını bilirler.Yaratanından dolayı yaratılanlara ihtiram ve sevgi ile davranmak sufilerin en onde gelen ozelliğidir. Bu guzel anlayışın farklı ortamlarda pek cok tecellisi vardır, yazımız bunlardan uc sınıfını bizlere ornek olsun diye ortaya koymaya calışacaktır.
ALLAH TEÂL ’YA AŞKLA KULLUK Sufiler icin Rabbe kul olmak, zoraki yapılan bir mecburiyet değildir, kulluk insana verilmiş buyuk bir imtiyazdır. Allah TeÂl insanı en guzel şekilde yaratmış ve ona hilafet vazifesi vermiştir. Yaratıcımızın bu ozel muamelesine verilecek en guzel cevap ona aşkla kul olmak, onun verdiği emirleri cana minnet bilmektir. Mevlana Hakk ’a kulluğunu kendine en buyuk makam olarak gormuş ve bu halini bir rubaisinde şoyle ifade etmiştir: “Men bende şodem, bende şodem, bende şodem: Ben; kul oldum, kul oldum, kul oldum! Bir kul olarak, utanarak başımı onunde eğiyorum! Her kul azad edilince, kulluktan kurtulunca sevinir; halbuki ben, Sen ’in kulun oldu­ğum icin seviniyorum!”
Sufilere gore zoraki kulluk avamın işidir, onlar cehennem korkusu, cennet umidi olmasa farzları bile yerine getirmekten kacarlar. İşte tasavvuf bu gaflet halinden, kurtulup kulluğu aşkla ve edeple yaşama yolculuğudur. Zira Allah TeÂlÂ, ZÂtı itibarı ile sevgiye ve kulluğa başka hicbir sebep olmaksızın layıktır.
İmam Rabbani ’ye gore Hakka aşkla yapılan kulluk Nakşiliğin de en ust makamıdır: “Bu bakımdan velayet mertebelerinin en ustunu ubudiyet (kulluk) mertebesidir. Velayet mertebeleri icinde bundan daha ustun bir makam yoktur.” (30. Mektup)
Hakka kulluğun ispatı ise kuru soz değil, onun emirlerini severek yerine getirmekle olur: “Tasavvufun bir başka maksadı da, fıkhın emirlerinin severek yapılmasını sağlamak, nefs-i emmÂre tarafından cıkartılan zorlukları ortadan kaldırmaktır.” (c.1, 210. Mektup) Nitekim Sufiler rablerine olan bu aşkları sebebiyle mallarını ve canlarını onun yolunda severek vermişler, O ’na kavuşmayı duğun gecesi olarak isimlendirmişlerdir.
İNSANLARA KARŞI NEZÂKET Sufilere gore insan mukerrem bir varlıktır. Bu sebeple arifler bırakın Hak dostlarını, gaflete duşerek hata ve gunah işleyen insanlara bile ihtiramda kusur etmemeye calışırlar. İnsandaki kotuyu değil de, kotudeki insanı gormeye ve onu gorunur kılmaya gayret ederler. Toplum tarafından dışlanan cuzzamlılar bile onların tekkelerinde sığınak bulur. Cunku sufiler “her geceyi Kadir, her gorduğunu Hızır bil” dusturu ile hareket ederler. Allah ’a isyandan sonra Sufilerin en cok korktuğu gunah, Hak yapısı olan kalbi kırmaktır. Bu konuda İmam Rabbani bizleri şoyle uyarır:
“İyi biliniz ki kalp, Allah SubhÂnehu ’nun komşusudur; onun mukaddes zÂtına kalpten daha yakın bir şey yoktur. O hÂlde ister mumin olsun ister Âsî olsun, kalp kırmaktan ve kalbe eziyet etmekten sakınınız! Zira komşu asi bile olsa yine de korunur. Aman bundan uzak du­run! Zira kufurden sonra, kalp kırmak ve eziyet etmek kadar Allah TeÂl ’nın incinmesine sebep olan başka bir gunah yoktur. Zira yaratılmışlar icinde Allah SubhÂnehû ’nun en yakınına ulaşabilen sadece kalptir.” (III. Cild, 45. Mektup)
HAYVANLAR VE BİTKİLERE MERHAMET Nezaketin bir ote noktası hayvanlara karşı gosterilen merhamet ve sevgidir. Karıncasından file kadar her bir hayvan ilahi sanatın bir şaheseridir. Tum insanlık bir araya gelse bir tek sivrisineği bile yaratamaz. (Hacc, 73) bu sebeple neml (karınca), nahl (arı), ankebut (orumcek) gibi hayvan isimleri Yuce Kitabımızda sûre ismi olmuşlardır. Bu inceliğin farkında olan sufiler insanlara gosterdikleri ihtiramın bir benzerini de hayvanata gostermişlerdir. Beyazıd-i Bistami ’nin birkac karıncayı yuvasına geri bırakmak icin uzunca bir yolu goze almış, Nakşibend Hazretleri 7 yılını hayvanata hizmetle gecirmiştir.
Sufilere gore aslında bitkilerin ve tum eşyanın da canı vardır zira tum varlık ara vermeksizin Hakk ’ı zikretmekte ve ona kullukta bulunmaktadır. Yuce Rabbimiz: “Yedi gok, yer ve bunlarda bulunan herkes O ’nu tesbih eder. O ’nu ovgu ile tesbih etmeyen hicbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız.” (İsra, 44) buyurarak bizlere bu hakikati bildirir. Gonul manen olgunlaştıkca da, bu varlıkların bazılarının zikirleri işitilir, mesela Hakk Âşıkı MevlÂn diğer canlıların Hakk ’a olan zikrini şoyle tasvir eder:
“Cınar, dua icin nasıl el acar, ağac havada nasıl baş sallar? Nasıl olur da bulbul gulu koklar; uveyik kuşu, bir Âşık gibi “ Kû-kû- (Rabbim) neredesin, neredesin” diye oter? Nasıl olur da leylek canla başla “Lek-lek” (Senin, senin) diye ga­ga vurur? “Lek” ne demektir? Mulk de senin, mal da senin; her şey senin Allah ’ım!” (Mesnevi, c.2, 1658, 61-62)
Bu guzel zikrinden dolayı Mevlana leyleğe şeyh-i murgÂn, kuşların şeyhi ismini verir. İşte boyle bir manevi terbiye ile yetişenler tum canlılara rahmet kesilir. Mevleviler sadece canlılara değil kullandıkları cansız eşyalara da saygı gosterir Kendilerine hakkı gecen eşyaya teşekkur ederek, onları buse ile taltif ederler adeta, onlarla odeşirler.
İbn Arabi: “bir ağacın altında oturdun ise o ağacla arkadaş oldun demektir, arkadaşlık hakkı gereği ağacı sulaman gerekir” der. Yunus Emre ise hepimizin ilahi olarak bildiği şiirinde sarı cicekle konuşur, ona ailesinin ahvalini sorar. Tum bunlar Hak sevgisi ile dolu bir kalp ile Âleme bakmanın tabii neticesidir.
İslam ’ın bu merhametini, edebini yaşamak ve yaşatmak, tum insanlığı Yuce dinimizin nezaketi ile buluşturmak hepimizin en buyuk gayesi olmalıdır, Allah bu yolda tevfîkini bizlere refîk eylesin, Âmin.
Kaynak: Suleyman Derin, Altınoluk Dergisi 2020 Temmuz, Sayı:413
İslam ve İhsan
TASAVVUF NEDİR?