Hak dostlarının sohbet meclislerinde bulunmanın fazilet ve bereketi...Zunnûn-i Mısrî ’ye birisi “Vallahi ben seni seviyorum” dediğinde, Zunnûn -rahmetullahi aleyh-, o kişiye donup şoyle soyler:
“Allah ’ı bilip tanıyorsan, O sana yeter. Yok eğer bilmiyorsan, O ’nu tanıyan bir Ârif ara ki, seni Allah ’a vasıl etsin de sen de bu sayede Rabbine karşı nasıl bir tazim ve hurmetle kulluk yapabileceğini bilesin!”
Yunus Emre de hikmet dolu bir şiirinde der ki:
Erenlerin sohbeti arttırır marifeti,
Bî dertleri sohbetten,
her dem suresim gelir.

Erenlerin nazarı toprağı
gevher eyler.

Erenler kademinde,
toprak olasım gelir

Hak ve hakikat bilgisi anlamında “ilm”in malumat boyutundan kalbe inerek şuur haline donuşmesi ve sonra da bir hÂl libası olarak zÂhir ve bÂtın boyutlarıyla kişiyi buruyup tezyin etmesi, Âriflik nişanıdır. Bir başka ifadeyle delillerle varılan sahih ilmî sonucların, keşif ve muşÃ‚hede mertesinde tadılarak ve yaşanarak tecrube edilmesine “marifet” denilmiştir. Bu hÂl, kimileri icin ilmî bir mukaddime/zemin uzerine otururken, kimileri icin de boyle bir muktesabata zÂhiren muttali olmadan Hakk ’ın bir ihsanı olarak kula lutfedilir.
MARİFETİN YONELDİĞİ İKİ TEMEL ALAN Marifetin yoneldiği iki temel alan, kişinin kendi hakikatini ve Rabbi ’ni bilip tanımasıdır. Kendini bilmek de Rabbini bilmenin vasıtası olması itibariyle esasen bir aractır. Oyleyse marifetin hakikatte bir tek hedefi vardır; o da Hakk ’ı tanımaktır.
İlim, bir şeyin hakikatini idrak etmek anlamında olduğu icin genelde “Allah ’ı bilmek” anlamında “Âlim-i billÂh” terkibiyle kullanılmamıştır. Bunun yerine Hakk ’ın hakikatini tam olarak idrak edemeyeceğimize işaret olması ve bir kul olarak acziyetimizin de bir itirafı olsun diye “Hakk ’ı tanımak” manasında “Ârif-i billÂh” tabiri kullanılagelmiştir. Denilebilir ki, irfan kelimesinin kullanılmasında marifet yolcularını tevazu ve edebe de bir davetiye vardır. Sanki şoyle denilmek istenmiştir:
Ey Hakk ’ı tanıma yolunda sa ’y u gayrete soyunan kişi! Bu irfan yolunda hangi mertebeye varırsan var; orayı nihaî varış noktası telakki etme! İddiadan vazgec, tevazuya burun! Beşer planında Hakk ’ı en iyi bilen ve tanıyan Fahr-i kÂinÂt -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz gibi “Seni layık-ı vechile sena edemem Rabbim! Sen kendi zatını nasıl sen etti isen oylesin!” şuurunda sabit kadem olmaya calış!
İbn AtÂullah der ki: “Hakk ’a vasıl olmak demek, Hakk ’ı tanımak yani Ârif-i billah olmak demektir. Yoksa vÂsıl olmak demek, Hakk ’ın bir şeye bitişmesi (hulul) ya da herhangi bir varlığın O ’na maddi olarak ulaşması (ittihad) değildir.”
KİMİN HAKK ’A KARŞI İRFANI ZİYADE İSE KULLUKTA DA KIVAMI DAHA ZİYADEDİR Kimin Hakk ’a karşı irfanı ziyade ise kullukta da kıvamı daha ziyadedir. Hatta denilebilir ki Allah elcilerinin insanlara sundukları mesajın ozu, oncelikle ulûhiyyetin doğru anlaşılmasıdır. Yuce Rabbimiz, kullarına yine onlar arasından sectiği peygamberler aracılığı ile ZÂt-ı ulûhiyyeti hakkında bilgiler gondermiştir. İşte Allah hakkında en sıhhatli bilgiler bunlardır. Cunku akıl, coğu zaman hislerin, alışkanlıkların ve batıl fikirlerin etkisinden kurtulamaz. Zanlara gercek bilgi diye tutunabilir. Nitekim tarih boyunca beşeriyetin ilÂh diye tapındığı şeylere bakılırsa bu gercek acıkca gorulecektir. BinÂenaleyh Allah tarafından gonderilen kesin bilgileri ihtiv etmesi ve tahrif edilmemiş yegÂne ilÂhi kitap olması sebebiyle Kur ’Ân-ı Kerim, bugun icin Allah ’ı tanımada en onemli bilgi kaynağı durumundadır. Nitekim Kur ’an ’ın bircok Âyetinde Allah ’ın isimleri, sıfatları ve varlık uzerindeki tasarrufları anlatılmaktadır. Ancak Kur ’an ’ın bu ceşit bilgiler ihtiv etmesi, onu okuyan her bir insanın Allah hakkında gercek bilgiler edinmesi icin yeterli midir? İşte bu noktada kişilerin kalbî vasıfları buyuk onem arz etmektedir. Hic şuphesiz, insanlara yol gosterici olarak indirilen Kur ’Ân-ı Kerim, kim tarafından okunursa okunsun, on yargılı yaklaşılmadığı surece okuyucusuna en doğru bilgileri verecek ve ona kılavuzluk edecektir. Ancak Kur ’an ’ı gereği gibi anlamak icin kalbin kufur, nifak ve diğer manevî hastalıklardan arınmış selîm bir yapıda olması şarttır. Kur ’an, kalbin safiyeti ve temizliği nispetinde anlaşılır ve hidayetlere vesile olur. Marifetullaha vesile olan bir diğer Âyetler de kÂinat Âyetleridir ki onlar da kalple/basiretle okunabilirse, kulda irfÂnî boyutu derinleştiren ve onu hayret fezasında enginleştiren bir fonksiyon icra ederler.
Genel olarak sûfîler, mÂrifetullah icin en emin ve sıhhatli yolun kalbin ilhÂm yoluyla bilgilenmesi olduğunu kabul etmişlerdir. EsÂsen sûfîlerin mÂrifet anlayışı geniş bir konudur. Ancak ozetle şu kadarını ifade edelim ki onlara gore akıl ve duyular yoluyla elde edilen (kesb&#238 bilgiler, coğu zaman bulanıklıktan kurtulamayacağından, Allah ’ı gercek anlamda tanımak, ancak Allah ’ın doğrudan kalbe ihsÂn edeceği (vehbî/ledunn&#238 bir ilimle mumkun olabilecektir. Bu bakımdan kalbin her turlu gunah kirinden ve hatta Allah dışında her şeyden (mÂsivÂ) arınması gerekmektedir. Bunun icin de mucÂhede şarttır. MucÂhede kalbi saflaştıracak ve hakikat ilmi, kalp aynasına yansıyacaktır. Bunun neticesinde de kul, mÂrifetullah nimetine mazhar olmuş olacaktır1.
Marifetten nasip almanın en kısa ve bereketli yolu hic şuphesiz Âriflerle beraberliktir. Diğer bir ifadeyle Âriflerin sohbetidir. Yukarıdaki mısralarında Yûnus Emre ’nin “Erenlerin sohbeti artırır marifeti” ifadesi işte bu hakikate işarettir. Zira sohbette “soz” vardır, nazar vardır, “hÂl” vardır ve bir de “nuzûl” vardır. Soz sıradan bir soz değil, hikmetle sırlanmış bir sozdur. Diriltici, uyarıcı ve harekete gecirici bir Ârifin sozudur. Ancak Niyaz-ı Mısrî ’nin ifadesiyle “Ârifin sozunu duymaya insan gerek”tir. Kalp kulağındaki pamuk cıkarılarak dinlenirse, kalp toprağında muhabbet ve marifet tohumlarının oluşmasına ve gelişmesine vesile olacaktır. Olma ve bulma derdinden uzak kimselerin istifadesi ise zayıf kalacaktır. Yûnus boyleleri icin “Bî dertleri (dertsizleri) sohbetten, her dem suresim gelir” diyerek irfan incilerini boncuk zannedenlerden bizar olduğuna dikkat cekmektedir.
Sohbette “hÂl” sirayeti vardır. Zira haller birbirine gecicidir. HÂlin sirayetinde Ârifin nazarı, gonlunun himmeti ve huzurdaki huzur hÂli etkilidir. Alıcı ve verici arasında kurulan; muhabbet, tazim ve hayranlığa dayalı kalbî alaka, bu sirayetin keyfiyetini ve kemiyetini belirleyen sırdır. Bu yonuyle bakıldığında sohbetten istifade sozden cok hÂldendir.
Sohbette “nuzul” vardır derken de kastımız, sohbet meclislerine inen ilahi rahmet ve sekînettir. Yani temiz niyetlerle Hakk ’ı hatırlatan meclislerde, “Huzurda olma şuuru”nun yureklere itmi ’nÂn nefhaları bırakmasıdır. Sohbetteki bu istifade ve istifaza ise kemÂl ve vuslat yolculuğunda sozden ve belki hÂl sirayetinden de cok daha yuce bir manevî rızıktır.
Oyleyse tÂlib-i irfÂn olanın mektebi, meclis-i ÂrifÂndır.
Dipnotlar: Tasavvufta mÂrifet problemi icin bk. Gungor, Erol, İslÂm Tasavvufunun Meseleleri, s. 116-145; Taylan, Necip, GazzÂli ’nin Duşunce Sisteminin Temelleri, s. 91-112; Sevim, Seyfullah, İslam Duşuncesinde MÂrifet ve İbn Arabî, s. 140-144.
Kaynak: Adem Ergul, Altınoluk Dergisi 2020 Ağustos, Sayı:414
İslam ve İhsan