Bizler, Peygamber Efendimiz ’in 1400 sene sonra gelen ummetiyiz. Bugun artık “sahÂbî” olma imkÂnımız bulunmuyor. Fakat Âyette zikredilen, “MuhÂcirler ve EnsÂr ’a guzelce tÂbî olan ihsan sahipleri”nden olma imkÂnı, butun ummet-i Muhammed icin kıyÂmete kadar bÂkīdir.Şayet bizler de MuhÂcir Efendilerimiz gibi bÂtıldan hakka, şerden hayra, bencillikten fedakÂrlığa hicret edebilirsek;

EnsÂr Efendilerimiz gibi AllÂh ’ın dînine hizmet icin butun gucumuzu seferber edip mazlum ve mağdur din kardeşlerimizle imkÂnlarımızı comertce paylaşabilirsek;

İşte o zaman bizler de ashÂb-ı kirÂm ’ın izini guzelce takip eden ihsÂn ehli mu ’minlerden oluruz -inşÃ‚allah-.

EN HAYIRLI ASIR

Oʼnun yaşadığı asrı Âdemoğulları icin en hayırlı bir asır kılıyor. Orayı asr-ı saÂdet eyliyor. Bir fazîletler medeniyeti meydana geliyor orada.

Kıblesini; insanlığı, Âdem -aleyhisselÂm-ʼı ilk yarattığı, KÂbeʼye yonlendiriyor. İlk yapılan mÂbede yonlendiriyor.

KurʼÂn-ı Kerîmʼi korumayı kıyÂmete kadar kendi uzerine CenÂb-ı Hak vaad ediyor, kendi uzerine alıyor. Tevratʼta, İncilʼde, Zeburʼda yok bu, yalnız KurʼÂn-ı Kerîmʼde.

Bir de beldesini harem kılıyor. Nasıl Mekke bir haremse, Medîne-i Munevvereʼyi de harem kılıyor.

Oʼnun mescidinde/Ravzaʼda kılınan namazı bin namazdan daha faziletli kılıyor. Kendisine yolculuk yapılan uc mescidin arasında olmuş oluyor.

Minberini Cennetʼte Havzʼın uzerinde eyliyor. Evi ile minberi arasını Cennet bahcelerinden bir bahce eyliyor.

Uhudʼu Cennet dağlarından bir dağ olmuş oluyor.

Ummetini merkez ummet, en hayırlı bir ummet kılıyor. Ve diğer ummetlere şÃ‚hit olarak gonderiyor.

Her insanın bir şeytanı vardır peşinde. KirÂmen KÂtibîn var, bir de şeytanımız var. Yani bir kalabalıkla geziyoruz dÂimÂ. Efendimizʼin yanında bulunan şeytana bile ikram etmiş, ona İslÂmʼa girmeyi nasîb etmiştir. O da Peygamber Efendimizʼe hayırdan başka bir şey emretmemiştir.

CenÂb-ı Hak Oʼna butun bunların daha fazlasını ikram ve ihsan eylediyse Oʼnu cok seviyor demektir. Cok cok, en cok Oʼnu seviyor demektir. O hÂlde biz de Oʼnun kıymetini takdir etmeye, Oʼna ihtiram gostermeye, Oʼnu yuceltmeye ve sevmeye koşmamız zarûrî.

KENDİMİZE BUNLARI SORUYOR MUYUZ?

Yani CenÂb-ı Hak, Efendimizʼin alÂkası olan şeyleri tekrim ediyor, onlara bir izzet veriyor. Demek ki bizim de alÂkamız ne kadar Rasûlullah Efendimizʼle? İbadetlerimiz ne kadar benziyor? HÂlimiz ne kadar benziyor? En başta akîdemiz ne kadar benziyor? MuÂşeretimiz ne kadar benziyor? AhlÂkımız ne kadar benziyor? O kadar, demek ki ne kadar benziyorsak, Efendimizʼin alÂkası bizim uzerimizde artıyor demektir.

Cunku:

“Ben kıyÂmette sizin cokluğunuzla iftihar edeceğim. Sakın gunah işleyerek benim yuzumu kara cıkartmayın.” buyuruyor Efendimiz. (Bkz. Muslim, Hac, 147; Ebû DÂvûd, MenÂsik, 56)

Demek ki biz de burada Rasûlullah Efendimizʼle alÂkamızı artırmaya gayret etmemiz, Oʼnun o guzel sıfatlarıyla muzeyyen hÂle gelebilmemiz, bunun gayreti icinde bulunabilmemiz… AshÂb-ı kirÂmın derdi buydu. Yani Oʼnun ibadeti nasıldı? Efendimiz:

“Benim kıldığım gibi kılın.” buyuruyor. (Bkz. BuhÂrî, EzÂn 18) Benim gibi olun buyuruyor.

Demek ki biz de her Ânımızda;

“Ben ne kadar Oʼna benziyorum? Rasûlullah Efendimiz benim yanımda olsa benim bu hÂlime memnun olur mu? Yoksa bu hÂlimden benim uzulur mu?..”

Demek ki bir muʼmin de dÂim bu endişe icinde olacak ki, Rasûlullah Efendimizʼle ne kadar alÂkamız artarsa CenÂb-ı Hakkʼın indinde de o kadar bizim seviyemiz artmış oluyor.

MU ’MİNİN FÂRİK VASFI HİZMETTİR


Muhim olan uc tane tÂlimat var. Uc tane şart var:

İlk inen Âyet:

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” (el-Alak, 1)

Yaratılışımız;

لِيَعْبُدُونِ (“…Bana [AllÂhʼa] kulluk etsinler diye.” [ez-ZÂriyÂt, 56])

لِيَعْرِفُونِ (Beni [AllÂhʼı] bilsinler diye…)

AllÂhʼa kul olmak.

لِيَعْرِفُونِ; CenÂb-ı Hakkʼı kalpte tanıyabilmek. Yani mÂrifetullahʼtan bir nasîb alabilmek.

Kalp, nefsÂnî arzuları bertaraf edecek, rûhÂnî istîdatları…

CenÂb-ı Hak:

نَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي

(“…Rûhumdan ufurduğum zaman…” [el-Hicr, 29; SÂd, 72]) buyuruyor. CenÂb-ı Hakkʼın verdiği istîdatları…

“Benî Âdemʼi mukerrem kıldık…” (el-İsrÂ, 70) diyor. O mukerrem istîdatları kul inkişÃ‚f ettirecek, nefsÂnî arzuları bertaraf edecek, kendini dÂim ilÂhî kameranın altında olduğunun idrÂki icinde yaşayacak. Ve kalp inkişÃ‚f edecek.

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

(“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” [el-Alak, 1])

Her gorduğu şeyde CenÂb-ı Hakkʼı hatırlayacak.

Gozunu duşunecek: Nasıl ufacık, beş gramlık bir madde, devamlı fotoğraf cekiyor, hafızaya atıyor, hatırlıyor vs…

Kulak… Butun uzuvlar ayrı…

CenÂb-ı Hak sem ile tefekkure dÂvet ediyor, gokyuzuyle. Bak diyor, kaldır başını diyor, bir futur goruyor musun diyor, kaldır tekrar bak diyor. (Bkz. el-Mulk, 3-4)

Atmosferle, o sem Âlemiyle defalarca CenÂb-ı Hak. Yağmurla. Nasıl bir su cıkıyor, t Guneş bunu buharlaştırıyor. Her turlu su. İyi su, kotu su, idrar vs. şu bu, lağım suyu, hepsini Guneş buharlaştırıyor, semÂda temizleniyor, tekrar indiriyor.

Belki şu bardaktaki su belki milyon sefer semÂya indi cıktı; temizlene temizlene geldi. Yani yediğimiz gıdÂlar… Kim veriyor bunu, kim ikram ediyor?

CenÂb-ı Hak:

“…Şukreden kullarım azdır.” (es-Sebe ’, 13) buyuruyor.

Demek ki mahlûkÂtı bizim icin calışıyor. Toprak bizim icin, her şey bizim icin. Demek ki dÂim kul besmeleyle başlayacak, hamdeleyle bitirecek ve tefekkurle gorecek. Kalbi gorecek ve tefekkur hÂlinde olacak. Yani tasavvuf, tefekkuru zirveleştirir. Cunku kalbî hayatı inkişÃ‚f ettirdiği icin, tefekkur zirveleşir…

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, 2016 Sohbetleri
İslam ve İhsan