
Mu ’min bir gonlun, şu fÂnî dunya hayatındaki tek hedefi, CenÂb-ı Hakk ’ın rızÂsını kazanarak ilÂhî vuslata nÂiliyettir. Rabbimiz de kullarına, bunun nasıl başarılacağını Âyet-i kerîmede şoyle îlÂn buyurmuştur: “Andolsun ki, Rasûlullah, sizin icin, AllÂh ’a ve Âhiret gunune kavuşmayı umanlar ve AllÂh ’ı cok zikredenler icin, guzel bir ornektir.” (el-AhzÂb, 21)Dolayısıyla bir kimsenin, “usve-i hasene” olan Efendimiz ’in ahlÂkıyla ahlÂklanmaya gayret etmesi, CenÂb-ı Hakk ’ı sevmenin aşikÂr bir tezÂhurudur.
Zunnûn-i Mısrî Hazretleri ’nin şu ifÂdesi de bu hakîkati dile getirmektedir:
“AhlÂkında, fiil ve hareketlerinde Allah TeÂl ’nın Habîbi ’nin sunnetine uyan kimse, Hakk ’a olan sevgisini ispat etmiş olur.”
***
Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde şoyle buyurmuşlardır:
“Ummetimin fesÂda uğradığı donemde, sunnetime yapışan kişiye şehîd sevÂbı verilir.” (Heysemî, I, 172; Ebû Nuaym, Hilye, VIII, 200; Suyûtî, el-CÂmî, no: 9171)
Diğer bir hadîs-i şerîflerinde de:
اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ
“Kişi sevdiği ile beraberdir.” buyurmuşlardır. (BuhÂrî, Edeb, 96)
Bir kutlu doğum ikliminde bizler de, Peygamber Efendimiz ’e daha cok benzeyebilmek, gonullerimizi ilÂhî muhabbete daha da teşne kılabilmek ve Âhirette O ’nunla beraber olabilmek icin, Efendimiz ’in hayatından birkac edep numûnesini hatırlatmak istiyoruz.
***
Rahmet Peygamberi -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;
Az konuşur, dÂim ilÂhî azamet ve kudret akışlarını tefekkur ederdi. Konuşmalarına CenÂb-ı Hakk ’a hamd ederek başlar ve yine hamd ile sozlerini nihayetlendirirdi. Gerekmedikce soz soylemeyen Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, sahÂbenin şahsında bizlere de; “Ya hayır konuş, yahut sus!”[1] îkÂzında bulunmuşlardır. Nitekim diğer bir hadîs-i şerîflerinde de şoyle buyurmuşlardır:
“Her işittiği şeyi konuşması, kişiye yalan olarak yeter. «Hakkımı alırım, ondan hicbir şey bırakmam!» demesi de kişiye cimrilik olarak yeter.” (HÂkim, Mustedrek, II, 25/2196)
***
DÂim muhataplarının idrÂk seviyelerine gore ve tane tane konuşurlardı. Oyle ki, kendilerini dinleyenler, Efendimiz ’in sozlerini rahatlıkla ezberleyebilirdi. BÂzen de sozlerini, gonullere iyice nakşolması icin, uc defa tekrar ederlerdi.
***
Bir kimseye bakması îcÂb ettiğinde, yalnız başını cevirip bakmaz, o yone butun vucudu ile donerlerdi.
***
Yiyeceğinin helÂl olmasına son derece titizlik gosterir ve şupheli şeylerden şiddetle kacınırlardı.
***
Yemeğe oturacakları zaman ellerini yıkar, “Bereket, yemekten evvel ve sonra el yıkamakla meydana gelir.” buyururlardı. (Tirmizî, Et ’ıme, 39)
***
Yemeğe besmele ile başlarlardı. Şayet yemeğin başında unutulmuşsa, kişinin hatırına geldiği anda; “BismillÂhi evvelehû ve Âhirahû”[2] demesi gerektiğinin, yemek ÂdÂbından olduğunu haber vermişlerdir. Yemeği de gayet az yer, doymadan sofradan kalkarlardı. “Hicbir kişi, midesinden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır. Oysa insana kendini ayakta tutacak bir kac lokma yeter. Şayet mutlaka cok yiyecekse, midesinin ucte birini yemeğe, ucte birini iceceğe, ucte birini de nefesine ayırmalıdır.” buyururlardı. (Tirmizî, Zuhd, 47) Sadece ashÂb-ı kirÂm ile beraber yedikleri zaman -onlara ikrÂmen- biraz daha fazla yerlerdi. Oburluk, hem Efendimiz ’in hem de ashÂb-ı kirÂmın hic tanımadığı ve kabul etmediği bir yeme şekliydi.
***
Sofraya konulan yemek tabağının nasıl sunnetleneceğini de, kucuk yaşı dolayısıyla eli tabağın her tarafında dolaşan Omer ibn-i Ebû Seleme ’nin şahsında bizlere şoyle haber vermişlerdir:
“EvlÂdım! Besmele cek! Sağ elinle ye! Hep onunden ye!” (BuhÂrî, Et ’ıme, 2, 3; Muslim, Eşribe, 108)
***
Yemekte ev halkının tamamen sofraya oturmasını ister, hatt hizmetkÂrlarını da aynı sofraya oturturlardı.
***
Bir şey icecekleri vakit oturarak, uc defa ara ile icer ve her nefeste başta “Bismillah” sonunda da “Elhamdulillah” derlerdi.
İbn-i Abbas -radıyallÂhu anhumÂ- ’nın bildirdiği uzere Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- su icilecek kabın icine solumayı veya kaba uflemeyi de yasaklamışlardır. (Tirmizî, Eşribe, 15)
***
DÂim temiz giyinir, beyaz elbise giyilmesini tavsiye ederlerdi. Sac ve sakallarının bakımına îtin gosterir, yanlarında dÂim ayna, tarak, misvak bulundururlardı.
***
Guluşunde hicbir zaman aşırılık gorulmez, gul cehresinden tebessum eksik olmazdı.
***
Vakit namazlarının sunnetlerini, farz olup da ummete ağır gelir endişesi ile hÂnelerinde, farzları ise mescitte cemaatle ed ederlerdi. Mescide giderken guzel koku kullanır, soğan ve sarımsak yememeyi de tavsiye buyururlardı.[3] Hanımların ise, sadece mahremleri icin guzel koku kullanmalarını isterdi.
***
Rastladıkları ashÂb-ı kirÂma, once kendileri selÂm verirlerdi. Zira selÂm, hem bir duÂdır, hem de Efendimiz ’in şu hadîs-i şerîfinde beyan buyurduğu uzere, mu ’min gonullerin te ’lîfine vesîledir:
“Canım kudret elinde olan AllÂh ’a yemin ederim ki, sizler îmÂn etmedikce Cennet ’e giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikce de îmÂn etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey soyleyeyim mi? Aranızda selÂmı yayınız!” (Muslim, ÎmÂn, 93-94)
***
Yaya olarak giderken merakla etrafına bakınmaz, yani asl tecessuste bulunmaz, ayak uclarına bakarak vakarla yururlerdi.
***
Kendilerine takdim edilen butun hediyelerin mutlak mukÂbilini ikrÂm ederlerdi.
***
Uyumak uzere yattıklarında, sağ elinin ayasını yanağının altına koyar ve şu duÂyı okurlardı:
اَللّٰهُمَّ بِاسْمِكَ أَمُوتُ وَأَحْيَا
“AllÂh ’ım! Sen ’in isminle olur ve dirilirim.” (BuhÂrî, DeavÂt, 7, 8, 16)
***
“Gozumun nûru” diye tavsif buyurduğu ve Âdeta hayatını kuşatan namazlarını buyuk bir huşû icinde ed eder, teheccud namazlarını ise ayakları şişinceye kadar uzatırdı. Hazret-i Âişe-radıyallÂhu anhÂ- VÂlidemiz, Peygamber Efendimiz ’in ibadetlerindeki huşû hÂlini şoyle nakleder:
“Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- namaza durduğu zaman, yureğinden kazan kaynaması gibi ses duyulurdu. EzÂn okunduğu zaman, AllÂh ’ın huzûruna cıkacağı icin etrafındakileri tanımaz hÂle gelirdi.” (Ebû DÂvûd, SalÂt, 157; NesÂî, Sehv, 18)
***
“Farz namazlardan sonra en fazîletli namaz, gece namazı (teheccud namazı)dır.”[4] buyurur, gece ibadetine cok ehemmiyet verirlerdi.
Peygamber Efendimiz, Hafsa VÂlidemiz ’in evinde iki katlı sert bir kece uzerinde uyurdu. Hazret-i Hafsa-radıyallÂhu anhÂ- VÂlidemiz şoyle nakleder:
“Bir gece, kendi kendime; «Şunu dorde katlasam daha yumuşak olur ve boylece Efendimiz daha rahat eder.» diye duşundum. Bu maksatla keceyi dorde katlayarak serdim. Peygamberimiz sabahleyin kalktığında:
«–Bu gece yatak olarak ne sermiştiniz?» diye sordu.
«–Eski doşeğinizi y RasûlÂllah! Ancak daha yumuşak olsun ve daha rahat uyuyasınız diye dorde katlayarak serdik, o kadar!» dedik.
Bunun uzerine Efendimiz:
«–Benim doşeğimi eski hÂline getirin. Zira yumuşaklığın verdiği rehÂvet, gece namaza kalkmama mÂnî oldu.» buyurdu.” (Tirmizî, ŞemÂil, s. 154)
***
Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, kendisine gelen herkesi dinler, imkÂn nisbetinde her birinin isteklerini yerine getirme­ye calışırdı. Dînî konularda sohbet ettiği zaman, bircok kere konuşmalarını bitirdikten hemen sonra; “Bu sozlerimi, burada bulunanlarınız bulunmayanlara ulaştırsın.”[5] buyurarak herkesin tebliğden nasîbini almasını isterlerdi.
***
Zengin-fakir, yerli-yabancı, kole-efendi ayırmaksızın herkese hoş muÂmele ederler, insanlar arasında fark gozetmezlerdi. AshÂb-ı kirÂm ’ın da birbirleri ile hoş gecinmele­rini, aralarında bir burûdetin olmamasını arzu eder ve; “Ey AllÂh ’ın kulları! Kardeş olunuz.”[6] buyururlardı.
***
Mu ’minlerin her turlu ihtiyacı ile ilgilenir ve onların sıkıntılarını giderirlerdi. HÂlini arz edemeyenler husûsunda da; “(İhtiyac sahiplerinin muşkillerinin hÂlledilmesi hususunda) aracılık edin ki ecir kazanasınız.”[7] buyurur, mu ’minlerin her konuda birbirlerine destek ve yardımcı olmalarını tavsiye ederlerdi.
***
Enes bin MÂlik -radıyallÂhu anh- şoyle der:
“Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ihvÂnından (din kardeşlerinden) birini uc gun goremezse, onu sorardı. Uzaktaysa onun icin du eder, evindeyse ziyaret eder, hasta ise şif dilemeye giderdi.” (Heysemî, II, 295)
***
Her zaman iyi gorduğu ve beğendiği işlere halkı teşvik eder, cirkin gorduğu işlerden men ederek kotuluklerden insanları sakındırır, her konuda onlardan ilÂhî olculere gore hareket etmelerini isterlerdi.
***
Hicbir zaman kendi (nefsi) icin kız­maz, ancak din ve mukaddesat yolunda hiddetlenir, hakkın ciğ­nenmesine asl rÂzı olmazlardı.
***
Gerek sozle, gerekse fiilen hic kimseye kotu bir muÂmelede bulunmamışlardır. Hoş gormedikleri hareketlere sertlikle mukÂbelede bulunmayan Efendimiz ’in kimseyle arasında bir burûdet olmamış, kendisine kotuluk yapanlara bile iyi­lik ve lûtufla muÂmelede bulunmuştur. Nitekim Mekke ’nin fethi gunu, tam da Efendimiz ’in kısas alabileceği bir vakitte sergilediği af, musÂmaha ve guleryuz karşısında muşrikler;
“Sen, kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin!”[8] demekten kendilerini alamamışlardır.
***
Enes bin MÂlik -radıyallÂhu anh- şoyle demiştir:
“HakÂretÂmiz, cirkin ve lÂnet ifÂde eden sozler, Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e giran gelirdi, bunlardan hep uzak dururdu. Bizden birine kızıp onu azarlayacak olduğunda sadece:
“‒Ona ne oluyor, alnı toprak olasıca!” derdi. (BuhÂrî, Edeb, 38, 44)
Efendimiz ’in bu sozu bir du olup; “Cokca secde etsin de alnı topraklansın!” mÂnÂsına gelmekteydi.
VelhÂsıl Allah Rasûlu ’nun muhabbeti, kalplerin saÂdet sermÂyesidir. O ’na muhabbetle itaat eden ve O ’na gonul veren bahtiyarlar; AllÂh ’ın nîmetlerine nÂil olan peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sÂlihler kÂfilesine katılan ebediyet yolcularıdır.
CenÂb-ı Hak kalplerimizi; teşrîfiyle muşerref olduğumuz uc ayların feyz ve bereketiyle doldursun, RasûlullÂh ’a muhabbet nûruyla aydınlatsın. Bizleri mahşerde Rasûl-i Ekrem -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in sancağı altında haşretsin ve O ’nun şefaatine nÂil eylesin. Memleketimizi ve bi ’l-cumle İslÂm Âlemini rahmet, inÂyet, futûhat ve fuyûzÂta mazhar eylesin.
Âmîn!..
Dipnotlar:
[1] Bkz. HÂkim, IV, 319/7774.
[2] Ebû DÂvûd, Et ’ıme, 15.
[3] Bkz. BuhÂrî, Ezan 160, Et ’ıme 49, İsti ’zan 24.
[4] Muslim, SıyÂm, 202, 203.
[5] BuhÂrî, İlim 9, 10, 37, Hac 132.
[6] BuhÂrî, Edeb 57, 58, 62.
[7] BuhÂrî, ZekÂt 21, Edeb 36, 37, Tevhîd 31.
[8] Bkz. İbn-i HişÃ‚m, IV, 32; VÂkıdî, II, 835; İbn-i Sa ’d, II, 142-143.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Şebnem Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Nisan Sayı: 146
İslam ve İhsan