
İnsan her şeyden once kendini bilmeli, nerden geldiğini, nasıl geldiğini, gorevinin ne olduğunu ve nereye gideceğini... Eğer bunları sorgularda kendini bulursa Rabbini bulur. Rabbini bulan insan o mutlak kudreti bilir, kendini ve haddini bilir. Haddini bilen ise sevgi bilir, saygı bilir, şefkat,merhamet ve hak bilir. Demek ki her şey once bilmekten geciyor ama kendini...Kur'an'da, muteaddit Âyetlerde iki şey ozellikle vurgulanır: Birisi, insanın zaaf halidir. O, yoktan varedilmiştir... Varedilişinde hicbir dahli yoktur. Ustelik, varlığının ilk maddesi bir damla sudan ibarettir. Ustelik, varlığının devamı da, kendi iradesi icinde değildir. Kullandığı butun zatî melekeler, iradesi dışında bunyesinde derc edilmiştir. Kendi kendine malik değildir.
Kur'an'da vurgulanan ikinci husus, Allah TeÂlÂ'nın kudretidir. KÂinatta tecelli eden de O'nun kudretidir, insanda tecelli eden de... O "ol" der ve olur. Her şey olur. zerre'den kurreye her şey...
Kur'an bu iki hususu, birbiriyle alÂkalı olarak serdeder.
İnsanın zaafı Allah'ın kudretine merbuttur. İnsanla ilgili her artı, Allah'ın kudretinin eseridir. Yaratılış ve sonradan coğalış, bir su damlacığının icindeki ozden ete kemiğe burunuş, duşunceye ve kalbe yukseliş... Hepsi Allah TeÂla'nın kudret pınarının eseri... Tohumda ağac ve meyve saklı, bir damlacık suda ise insan... Gozleri, kulakları, elleri, beyni, dimağı, kalbi, ruyaları, inancları, duşunceleri ile insan... Kadın ve erkeğin yureklerine konan sevgide insanı saklamış Allah TeÂlÂ...
"Biz yarattık" diyor Allah TeÂlÂ...
Ustelik insanın ilk maddesini vurgulayarak... Bir su damlacığı... Şoyle atılıveren bir su damlacığı... İnsanın gozu, kulağı, kalbi, sevgileri, korkuuları nerde, o su damlacığı nerde? Nasıl oldu butun bunlar, bir su damlacığından nasıl bir goz teşekkul etti? Sanki insanı ısrarla goturup getiriyor su damlacığının dunyasına...
KUR'AN'IN İNSANDAN BEKLEDİĞİ İDRAK
İnsanın, Rabbi ile ilişkisini idrak etmesi icin... Bu idraki istiyor.
Bir zihnî murakabe icine cekmek istiyor insanı bu konuda...
"Niye istiyor?"u anlamaya calışabilir, ama hicbir şey anlamaya muvaffak olamasa da, kendisinden bunun istendiğinin farkında olmalı insan Kur'an mantığına gore...
Cunku, Yaratan'ın talebi bu...
Kur'an'da insanın Allah'la ilişkisinde yanlışlara duşulmemesi noktasında ikaz icin belki de bunca vurgu vardır insanın zaafı ve Allah'ıın kudreti uzerine...
İnsanın kendi konumunu idrakte zihnî bulanıklığa duşebileceği ihtimaliyle, onun kullanabileceği imkÂnlar sayılıp dokulmuş, ama bunların hepsinde, hayat dahil, bir sonluluk zaafı bulunduğu bildirilmiştir. İnsanın hicbir hesabı sonsuz değildir. Hicbir hesabı mutlak değildir. Nasıl varoluşunda başka şartlar gerekmişse, geleceğe yonelik planlarında da hep olabilirlikle-olmayabilirlik musavidir.
KUR'AN İNSANI AYDINLATIR
İnsana, zaafını idrak etmesi icin bir bilinc yuklemesi vardır Kur'an Âyetlerinde...
Belki de şunun icin... İnsanın bir tarafında, kendi nefsini putlaştırma-kendi kendine tapma nuvesi bulunduğundan dolayı... "Hevasını ilÂh edineni gordun mu?" diye soruluyor Kur'an'da... Firavn'ın dilinden "Ben sizin en yuce Rabbinizim" sozu ifade ediliyor... İlahlık iddiasına kadar varan bir azgınlık potansiyeli konmuş insanın icine... Bu alanda sınamak icin mutlaka... İnsanda kibir (buyuklenme), ucb (kendini beğenme) yerilmiş... Bunlar, insana insanlık boyutunda "haddi-sınırı aşma" yonelişi verir diye... "Riya" yasaklanmış... Bu da, başka insanları ilÂh edinme duygusunun potansiyel zemini olduğu icin... Yani insan ne kendisini ilÂhlık aldanışlarına yoneltebilir, ne de başkalarında ilÂhlık vehmedebilir... "Hadd"ini bilecek insan... Had ne? Allah'la, onun yarattığı bir varlık olarak ilişkinin sınırı...
İnsan, bakıyorsunuz, ihtiyac halinde elini acıp Allah'a yalvarıyor, imkÂna kavuşunca ise, sahip olduğu her şeyin "kendi kudreti" ile elde edildiğini soyluyor... "Hayır! Gercek şu ki, insan, mustağni olduğunu, kimseye muhtac olmadığını hissedince-zannedince tuğyan eder, azgınlığa yonelir..." Bu da sınırı aşma... Karun gibi... Ya da İslÂm tarihindeki Sa'lebe orneği gibi... Hastalık halinde sağlık icin dualarla cırpınıyor insan, sağlığına kavuşunca canı-omru nerede sarfedeceği noktasında haddi aşıyor... İnsanın zaafını ve Rabbin kudretini yanyana zikreden Kur'an Âyetleri "Bu olmaz" diyor lisan-ı hÂl ile... Bu insaf değildir, iz'an değildir...
İnsan icin en onemli bilgi, Allah'ın kendisi ile ilişkisini idrak bilgisidir. Buna "Marifetullah" diyor tasavvuf. Butun cehdini bu alanda teksif ediyor Rabbani mu'minler...
Esmaul HusnÂ, bir bakıma Kur'an'ın insanın onune, marifetullah cehdini karşılamak uzere actığı pencere... İster Zahir'de bul Rabbini, ister BÂtın'da... İster Ğaffar'da bul, ister Muntekîm'de, Kudret-i ilÂhiyi...
Bak, bak, bak nefsine, yeryuzune, gokyuzune... KÂinatı yakala yakalayabilirsen, sonsuzları yokla ve icine yonel... İşte oracıkta Rabbini bul, idrak et O'nun kudretini...
HADDİNİ BİLECEK İNSAN
Allah'la ili?kide "olmazlar" var...
Allah'ı inkÂr olmaz... Yani O'nu yoksamak yok!
Allah'a isyan olmaz. Başkaldırma yok! "Deme sakın şu şoyle / Yerincedir o oyle / Bak sonunu sabreyle / Hic kimseye hor bakma / İncitme gonul yıkma / Sen nefsine yan cıkma / Mevl gorelim Neyler / Neylerse guzel eyler" Başkaldırma yok! İtiraz yok!
Ortaklar tanımak olmaz Allah'a!
Sorgulamak olmaz!
Varlığını unutmak olmaz! Gaflet olmaz!
Farkında olmamak olmaz! BigÂnelik olmaz!
Bunlar serÂp yanlış ilişki algılayışları...
Cıkmaz butun bunların sonu...
İnkÂrın, başkaldırmanın, kafa tutmanın, O'na ortaklar tanımanın, kendini putlaştırmanın, sorgulamanın Allah iradesini, unutmanın Allah'ı... sonu yok! Hepsi, insan idraki icin yuk bunların... Kalbe yuk, dimağa yuk... Cozumsuzluk! Tıkanma varoluşun izahında! Hicbir cıkış yolu yok bu cizginin...
Bugune kadar Allah'a başkaldıranlar, intihardan başka cozum bulamadılar.
Daraldılar, bunaldılar kendi yureklerindeki yuku taşıyamaz hale geldiler ve bitirdiler, kestiler hayat damarlarını, "Tanrı'ya karşı zafer" diye yokoluşa sarıldılar... Bulantıdır o dunyanın ruh iklimi, tukeniştir, hiclik arayışıdır, anlamsızlıktır, sacmalıktır... Kıvranmadır.
Allah'la ilişkinin en doğru bicimi, "ibadet-kulluk" un idrakidir.
Sınav icin varedildiğimizi soyluyor Vareden... Olumle hayat arasındaki sure, bir sınav suresi... Nasıl bir insan olacaksınız? Onun sınavı... Aşağıların aşağısına yuvarlanan bir kişilik mi, "en guzel yaratılış kıvamı"nı koruyan bir erdem yoğunlaşması mı?
"İnsanları ve cinleri sadece bana kulluk etsinler diye yarattım." Kur'an'da, Allah TeÂlÂ, yaratıma iradesini boyle bildiriyor.
Hepsi bu...
İşte rıza burada odaklaşacak.
Teslimiyet olacak.
"Allah'a kul olma"yı, "insan beni"nin ozgurluk tutkusuyla celişir gormek de doğru değil. Aksine, belki "insan beni"nin en ozgur olduğu an, Allah'a kul olduğunu idrak ettiği andır. "İnsan beni"nin, en ozgur olduğu anın, kendi başına buyruk olduğu an olabileceği duşunulebilir. Oysa o noktayı, Kur'an, Yaratıcı lisanıyla "İnsanın kendi kendine tapması" olarak niteliyor. "Kendi hevasını, arzularını put-ilÂh edinmesi" ifadesiyle... Diğer bir ifadeyle "Kendi hevasına kul olmak" bu. İnsan kendi hevasına kul olduğu zaman ise, turlu yonelişler icine girebilir. Cunku her insan kendi nefsine kul olduğu zaman, milyarlarca "put" uretilmiş olur. Ve ortaya, eski Yunan'daki "Tanrılar arası savaşlar" cıkar... Kulluk duygusundan sıyrılmış cağlardaki kıyımlar gibi... Hobbes belki tam da bunu tarif ediyor "insan insanın kurdudur"derken...
Tasavvuf, "benlik" anlamına gelen "nefs" icin, değişik kademeler belirlemiş. "Nefsi emmare"den başlıyor, "nefsi mutmainne-nafsi razıye-nefsi marzıye"ye kadar uzanıyor. Nefsin ilk kademelerinde, yanlışlıklarla, kotuluklerle haşır-neşir olmak soz konusu... Nefsin yuce kademelerinde ise, "Allah TeÂl ile unsiyet" ilişkilerine yoneliyor insan. Nefs-i mutmainne, Allah'la yakınlığın doyum noktasına ulaşması demek... Nefs-i rÂzıye, Allah'tan gelen her şeye gonulden sarılmak demek, Nefs-i marzıye, Allah'ın kendisinden razı olduğu duygusuna kavuşmak demek... Tasavvuf, nefs ozgurleştikce, yani onu tutsak eden bağlardan kurtuldukca, Allah'a yucelme yolunda ilerler, diyor... Onun icin, "ben"in ozgurluk yukselişi, kulluğa doğrudur. Onun icin Kur'an "ben"in alt kademelerinde "kotuluk" eğilimlerinin buyuk yer tuttuğunu zikreder.
NEFSİN EĞİLİMLERİ NELERDİR?
Onun icin Rabbin, insan nefsi onune koyduğu kulluk hedefini asla sorgulamamalı, sorgulamak soz konusu olacaksa, nefsin eğilimleri sorgulanmalıdır.
Hem sorgulasanız ne yazar? "Yel kayadan ne aparır?" der Azeriler... Ne ifade eder soru koymak irade-i ilÂhî onune?
Teslim olmak ve o teslimiyet icinde sırlara acmak gerekir Rabbin nazargÂh'ı olan kalbi...
Ayrıca dirilik olacak kulluğu idrakte...
Kalb, buraya yoğunlaşacak. Zihnî melekelerin doğrulama mihengi bu olacak.
İnsanın en temel sorusu "En guzel kulluk nedir?" sorusu olacak.
Zikir olacak! Allah'ın insana şah damarından daha yakın olduğunun idraki olacak... Kalb yoğrulacak bu birliktelik idraki ile...
"Kalb, ancak Allah'ı zikrederek mutmain olur" buyuruluyor Kur'an'da... Kalbî aclığın gıdası Rahman'ı anmak... Eksiklik duygularının tedavisi... Yaraların sarılması O'nunla... "Ya Şafi" diye diye kalb sağlığına kavuşacak insanoğlu...
Cağ iletişim cağı. İnsan, binlerce kablo ile bağlandı birbirine... Bu cağda iletişimsiz kalana şaşılır.
Ac kalbini ey insan!
Bağlan Rabbine!
Bir damlacık sudan, senin icin gozler yaratan, gonuller yaratan Rabbine ac kalbini...
Bırak gururu, kurtul dağınıklıktan, topla zihnini, gonlune yuk olan şeyleri at, varoluşun sırrına er, gel Rabbine! Don Rabbine! Rıza ile yoğur gonlunu... Rabbin rıza iklimine gir. Kullar arasına gir. Butun dunyalarda cennetlerin olsun. Rahim olan, Kerim olan Rabbine karşı aldanmanın zamanı mı?
Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, Kasim, 177.Sayı, 2000
İslam ve İhsan