
İnsana en cok lazım olan duysu Allah (cc) korkusudur. Hacf ve reca her mumin icin takva yolunda bir oto kontroldur. Bizler bu duyguyu nasıl kazanabiliriz? Allah korkusunun gereklilikleri nelerdir?İnsana en cok lazım olacak duygu "Allah korkusudur." Yuce Rabbimiz, Peygamber (s.a.v) Efendimiz ’i Muslumanlara en guzel ornek olarak gondermiştir. Ama herkesin bu muhteşem nimetten istifÂde edemeyeceğine de işaret buyurmuştur. Efendimiz (s.a.v) ’in insanı cok buyuk sıkıntılardan kurtaran ve hayÂl edemediği nimetlere garkeden bu muazzez ornekliğinden istifÂde edebilmek icin Allah korkusunun kalbe yerleşmesi, bir gun mutlaka O ’nun huzûruna cıkıp hesap verme şuurunun gonulde yer etmesi şarttır. Yine buna bağlı olarak Âhiret gununun mutlak geleceğine yakînen îmÂn etmek, o gunun endişesini duymak ve sıkıntıları icin hazırlık yapmak lÂzımdır. Ve bu inanc devamlı olmalıdır. Yani Allah TeÂl ve O ’nun bize en buyuk vaadi olan Âhiret gunu hicbir zaman unutulmamalı, devamlı gundemde ve şuur hÂlinde bulunmalıdır. (el-AhzÂb, 21)
MUSLUMAN HAVF VE RECÂ ARASINDA OLMALIDIR
Her şeyden evvel Allah korkusu ve takv lÂzımdır. “Hikmetin başı Allah korkusudur!” denilmiştir. Allah korkusunu idrÂk etmemiş bir insana hicbir şey kÂr etmez. Bu sebeple ecdÂdımız “Kork Allah ’tan korkmayandan!” demişlerdir.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) ve ashÂbının Allah korkusu nasıldı? Şimdi bunun birkac misÂlini verelim:
İbn-i AbbÂs (r.a) şoyle buyurur: Rasûlullah (s.a.v) bir kişinin:
“Hic şuphesiz bizim nezdimizde (onlar icin demirden hazırlanmış) ağır bağlar, prangalar ve yakıcı bir ateş vardır; boğaza duran bir yiyecek ve elem verici bir azap vardır!”[1] Âyetlerini okuduğunu işitince, duşup bayıldı. (Beyhakî, Şuab, I, 522/917; Ali el-Muttakî, VII, 206/18644)
Cunku Allah Rasûlu (s.a.v) Kur ’Ân ’ı tefekkur ederek okurdu. Allah ’ın vaʻd ve vaîdinin mutlaka tahakkuk edeceğine îmÂnı da tam idi. Bu ikisi bir araya geldiğinde, insanlar icin hazırlandığı ifade edilen azap Âyetlerini okuyup da korku ve endişeye kapılmamak mumkun değildir. Cunku biz de bir insanız ve Allah ’ın bizden istediği şeyleri yerine getirmediğimizde -Allah korusun- o Âyetlerde bahsedilen azÂba biz de duşebiliriz. Ama şeytan ve nefis devamlı insanı tozpembe hayaller icinde yuzdurur. İnsan Kur ’Ân ’da gecen tehditleri hic uzerine alınmaz. Sanki bu Âyetler hep başkalarına hitÂb ediyormuş, kendisiyle hic alÂkası yokmuş gibi duşunur. Kendisini hep Cennet ’le alÂkalı mujdeler icinde gorur. HÂlbuki kimsenin garantisi yok, son nefese kadar imtihan hÂlindeyiz. Kimin ne olacağı ve hangi seviyede bir kazancla Âhirete gideceği de belli değil.
Hakikati bilenler Allah ’tan daha cok korkarlar. Nitekim Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şoyle buyurmuşlardır:
“Ben sizin gormediğinizi gorurum ve sizin işitmediğinizi işitirim. Sem catırdamaktadır. Onun catırdaması da hakkıdır. Zira dort parmaklık bir boşluk yoktur ki, orada muhakkak Allah ’a secde etmek icin alnını yere koymuş bir melek olmasın! VallÂhi siz benim bildiklerimi bilseydiniz az guler cok ağlardınız, zevcelerinizle meşgul olamaz, yollara dokulur, yuksek sesle Allah ’tan yardım dilerdiniz.”
SAHABÎ EFENDİLERİMİZİN KALBİNDE ALLAH KORKUSU
Bu hadîsi rivÂyet eden Ebû Zer (r.a) kalbine yerleşen Allah korkusu sebebiyle şu temennîde bulunmuştur:
“Kesilen bir ağac olmayı ne kadar isterdim!” (Tirmizî, Zuhd, 9/2312)
Bir gun Hz. Omer (r.a), bir evin onunden gecerken, hÂne sÂhibinin, evin dışına taşacak kadar yuksek bir sesle Tûr Sûresi ’ni okuduğunu işitmişti. Adam:
“Rabbinin azÂbı hic şuphesiz vukû bulacaktır, onu defedecek hicbir şey de yoktur.”[2] Âyet-i kerîmesine gelince, Hz. Omer (r.a) bineğinden indi, bir muddet duvara yaslanarak dinledi. Sonra bu Âyetin îkÂzındaki şiddetin tesiriyle evinde bir muddet hasta yattı. (İbn-i Receb el-Hanbelî, et-Tahvîf mine ’n-NÂr, Dımaşk 1979, s. 30)
Yine Hz. Omer (r.a) gunluk virdini okurken rastladığı bir Âyet sebebiyle boğazı duğumlendi, hıckıra hıckıra ağlamaya başladı ve yere duştu. Bir iki gun evinden cıkamadı. Oyle ki insanlar onun hastalandığını zannederek ziyaretine gelmeye başladılar. (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, XIII, 269; Ebû Nuaym, I, 51; Ahmed, Zuhd, s. 119; Beyhakî, Şuab, V, 20)
Hz. Omer (r.a) bir gun de Tekvîr sûresini okuyordu:
“Guneş katlanıp durulduğunde, Yıldızlar (kararıp) dokulduğunde, Dağlar yurutulduğunde…”
Onuncu Âyet-i kerimeye geldi: “Amel defterleri acıldığında…” dedi ve daha fazla dayanamayıp baygın yere duştu. (GazÂlî, İhyÂ, IV, 184; Muhibbu ’t-Taberî, er-RiyÂdu ’n-nadra, II, 375)
Abdullah bin Ebî Muleyke anlatıyor:
İbn-i Abbas (r.a) ile Mekke ’den Medine ’ye ve Medine ’den de Mekke ’ye kadar yol arkadaşlığı yaptım. O, namazlarını iki rekÂt kılıyordu. Konakladığımızda gece yarısı kalkıyor ve Kur ’Ân ’ı harf harf, tertil uzere okuyordu. Bu esnÂda hıckıra hıckıra ve feryÂd ile ağlayarak:
“Olum sarhoşluğu gercekten gelir de: İşte (ey insan) bu, senin oteden beri kactığın şeydir, denir.”[3] Âyet-i kerîmesini okuyordu. (Ebu Nuaym, Hilye, I, 327; İbn Ebî Şeybe, XIV, 61; Beyhakî, Şuab, V, 23)
Ebû VÂil anlatıyor:
“Abdullah bin Mesʻûd (r.a) ile beraber yola cıktık, yanımızda tÂbiînden Rebîʻ bin Haysem (r.a) de vardı. Bir demircinin yanından geciyorduk. Abdullah durup ateşin icindeki demire bakmaya başladı. Rebîʻ de ateşe baktı ve yere duşecek gibi oldu. Sonra Abdullah oradan ayrıldı, Fırat sahilinde bir fırının onune geldik. Abdullah fırının icindeki ateşin alev alev yandığını gorunce:
“Cehennem ateşi uzak bir mesafeden onları gorunce, onun ofkelenişini (muthiş kaynamasını) ve uğultusunu işitirler. Elleri boyunlarına bağlı olarak Cehennem ’in daracık bir yerine atıldıkları zaman, oracıkta yok oluvermeyi isterler.”[4] Âyet-i kerîmelerini okudu.
Bunun uzerine Rebîʻ bayıldı. Onu kollarımızda taşıyarak Âilesine goturduk. Abdullah (r.a) oğlene kadar başında bekledi ama Rebîʻ ayılmadı. Akşama kadar bekledi de nihayet Rebîʻ ayıldı. Abdullah (r.a) da evine dondu.” (Ebû Ubeyd, FedÂilu ’l-Kur ’Ân, s. 23)
NÂfiʻ (r.a) anlatıyor: İbn-i Omer (r.a) gece namaz kılardı. Cennet ’ten bahseden bir Âyet okuduğunda durur, Allah ’tan Cennet ’i ister, dua eder, bazen de ağlardı. Cehennem ’den bahseden bir Âyet okuyunca yine durur, Cehennem ’den Allah ’a sığınır, dua eder ve bazen de ağlardı. Bir gun:
“İman edenlerin, Allah ’ın zikri ve O ’ndan inen Kur ’Ân sebebiyle kalplerinin urpermesi zamanı daha gelmedi mi?”[5] Âyetine gelince ağladı ve:
“Evet, geldi ya Rabbî; evet, geldi ya Rabbî” dedi.
Bir gun de Mutaffifîn suresini okuyordu:
“Oyle bir gun ki, insanlar o gunde Âlemlerin Rabbinin huzûrunda (hesap icin) divan duracaklardır.”[6] Âyetine gelince o kadar ağladı ki kendinden gecti. (Mervezî, Muhtasaru kıyÂmi ’l-leyl, s. 61)
Muminlerin annesi Hz. Âişe (r.a) namazda:
“(Cennet ’e girenler

“Allah ’ım, bana lutfet de vucuda işleyen o yakıcı azaptan koru! Sen, iyiliklerin sÂhibisin ve merhamet edensin!” diye niyÂzda bulundu. (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, II, 211)
Behz bin Hakîm (r.a) anlatıyor:
“TÂbiînden Basra ’nın kadısı ve imamı olan ZurÂre bin EvfÂ, Ulu CÂmi ’de sabah namazı kıldırıyordu. “O Sûr ’a ufurulduğu zaman var ya, işte o gun zorlu bir gundur. KÂfirler icin (hic de) kolay değildir.”[8] Âyet-i kerîmelerini okuyunca yere duşup vefÂt etti. Onun cenÂzesini taşıyanlar arasında ben de vardım. (İbn-i Saʻd, TabakÂt, VII, 150; Ebu Nuaym, Hilye, II, 258; Zehebî, Siyer, IV, 516)
Peki, Allah korkusunun hayata ve insanın gunluk hareketlerine yansıması nasıl olur? İşte buna dÂir bir orneği, nefsin zorlu bir imtihanını İmÂm Taberî şoyle nakleder:
“Muslumanlar MedÂin şehrini zaptettikleri zaman butun ganimetleri topladılar. Bu arada bir adam yaklaştı. Elinde bir kup altın vardı. Kupu ganimetleri toplayan memura verdi. Memurun yanında bulunanlar:
«–Şimdiye kadar boylesini hic gormedik! Elimizdeki tum eşyalar bunun değerine ulaşamaz, hatta ona yaklaşamaz bile!..» dediler. O zÂta:
«–Bundan bir şey aldın mı?» diye sordular.
«–Allah ’a yemin ederim ki Allah korkusu olmasaydı bu kupu size getirmezdim» dedi.
O şahsın sÂlih bir kişi olduğunu anladılar ve:
«–Sen kimsin?» diye sordular.
«–Allah ’a yemin ederim ki siz ve başkaları beni ovmesiniz diye kim olduğumu soylemeyeceğim! Ancak şu kadarını soyleyeyim ki ben Allah ’a hamdeden ve O ’nun mukÂfÂtından başka bir şey istemeyen bir kulum!» dedi.
Donup giderken peşine bir kişi taktılar ve arkadaşlarının yanına varıncaya kadar onu tÂkip ettirdiler. TÂkip eden kişi, arkadaşlarına onun kim olduğunu sordu, onlar da Âmir bin Abdikays (r.a) olduğunu soylediler.[9]
RasûlullÂh Efendimiz (s.a.v) şoyle buyurmuşlardır:
“AllÂh katında iki damla ve iki izden daha sevimli bir şey yoktur: İki damla; haşyetullÂh (Allah korkusu) sebebiyle akan gozyaşları ile AllÂh yolunda akıtılan kan damlasıdır, iki iz de AllÂh yolunda (cihÂd ederken) bırakılan iz ile AllÂh ’ın farzlarından birini ed esnÂsında bırakılan izdir.” (Tirmizî, FedÂilu ’l-cihÂd, 26/1669)
CenÂb-ı Hak kalplerimize kendi korkusunu yerleştirsin! Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz ’in bir meclisten kalkıp da şu sozlerle ashÂbı icin du etmediği pek az olurdu:
اَللّٰهُمَّ اقْسِمْ لَنَا مِنْ خَشْيَتِكَ مَا تَحُولُ بِهِ بَيْنَنَا وَبَيْنَ مَعْصِيَتِكَ ومِنْ طَاعَتِكَ مَا تُبَلِّغُنَا بِهِ جَنَّتَكَ ومِنَ الْيَقِينِ مَا تُهَوِّنُ بِهِ عَلَيْنَا مُصِيبَاتِ الدُّنْيَا وَمَتِّعْنَا بِأَسْمَاعِنَا وَأَبْصَارِنَا وَقُوَّتِنَا مَا أَحْيَيْتَنَا وَاجْعَلْهُ الْوَارِثَ مِنَّا وَاجْعَلْ ثَأْرَنَا عَلَى مَنْ ظَلَمَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى مَنْ عَادَانَا وَلاَ تَجْعَلْ مُصِيبَتَنَا فِي دِينِنَا وَلاَ تَجْعَلِ الدُّنْيَا أَكْبَرَ هَمِّنَا وَلاَ مَبْلَغَ عِلْمِنَا وَلاَ تُسَلِّطْ عَلَيْنَا مَنْ لاَ يَرْحَمُنَا
“AllÂh ’ım! Bize, gunahla aramıza engel olacak kadar korkundan hisse nasîb eyle! Bizi, Cennet ’ine ulaştıracak kadar tÂatini nasib eyle! Dunya musîbetlerini kolaylaştıracak kadar yakîn ihsÂn eyle! AllÂh ’ım! Hayat verdiğin muddetce bizi kulaklarımız, gozlerimiz ve kuvvetlerimizden faydalandır (tÂatte kullandır); olumumuze kadar da onları devamlı kıl! Bize zulmedenlerden ocumuzu Sen al! Bize duşmanlık edenlere karşı bize yardım et! Bizi dinimizde musîbete uğratma (îtikÂd ve ibadetimize bir noksÂn gelmesin)! DunyÂyı en buyuk duşuncemiz ve gÂyemiz, ilmimizin ulaşabileceği son nokta kılma! Bize acımayanları uzerimize musallat etme!” (Tirmizî, DeavÂt, 79/3502)
Dipnotlar:
[1] el-Muzzemmil, 12-13.
[2] et-Tûr, 7-8.
[3] KÂf, 19.
[4] el-Furkan, 12-13.
[5] el-Hadid, 16.
[6] el-Mutaffifîn, 6.
[7] et-Tûr, 27.
[8] el-Muddessir, 8-10.
[9] Taberî, TÂrih, Beyrut, 1407, II, 465.
Kaynak: kuranvesunnetyolunda.com
İslam ve İhsan