Şeyh SÂdî-i ŞîrÂzî ’den kendisine yapılan nÂhoş hareket ve işlere aynıyla değil, bilÂkis İslÂm ’ın gerektirdiği bir guzellikle mukābelede bulunmanın faziletini anlatan kıssa.İcerisinde bircok hikmetli soz ve hikÂyeler ihtiv eden Bostan adlı eserinde Şeyh SÂdî-i ŞîrÂzî şoyle anlatır:
“Bir kişinin merkebi camura batmıştı. Ne kadar gayret sarf ettiyse bir turlu hayvanını battığı yerden cıkaramadı. Bu esnada da gokyuzunden sicim gibi yağmur yağıyor, soğuk hava ise ilikleri donduruyordu. Butun bunlara ilÂveten bir de yavaş yavaş ustune coken karanlık icerisinde kalan adamcağız, cok muteessir ve muzdarip bir hÂldeydi.
O kişi, bu dert ve acı icerisinde sabaha kadar kotu sozler soyleyerek etrafa lÂnetler savurdu. Oyle ki dilinden ne dost kurtuldu ne duşman, ne ahÂlî kurtuldu ne de sultan… Olacak bu ya, adam boyle sovup saymakta, etrafa lÂnetler savurmakta iken, padişah oradan gecti. Durumun farkında olmayan adam, uygunsuz ve haddi aşan sozlerine devam etti. PÂdişÃ‚hın bu sozleri işittiğini anladığında ise adamcağız, mahcûbiyetten sanki yerin dibine girdi. Bu mahcûbiyetle ne cevap verebildi ne de ozur dileyebildi.
PÂdişah buna cok kızdı ve etrafında bulunanlara hiddetle:
«−Eşeği camura batmışsa benim sucum ne? Ben batırmadım ya! Benden ne istiyor, bana nicin kotu soz soyluyor?» dedi.
Beraberindekilerden biri pÂdişÃ‚ha:
«−PÂdişÃ‚hım, hemen boynunu vurdurun! Dunyadan nam ve nişÃ‚nı kalksın!..» dedi.
Buyuk pÂdişah, gonlunde cağlayan ilÂhî rahmetle duşundu, taşındı. Baktı ve gordu ki adam, icine duştuğu dert dolayısıyla mihnet icinde bunalmış, eşeği de camura batmıştır.
Zavallı adamın hÂline acıdı. Kaba ve uygunsuz sozlerinden kabaran ofkesini yuttu. Bununla da yetinmeyip tuttu, ona altın, at ve kurklu kaftan ihsÂn etti. Zira pÂdişah biliyordu ki; «Ofke zamanında merhamet, en guzel şeydir.»
Bu hÂdiseyi duyan biri o ihtiyara:
«−Ey akılsız ihtiyar, olumden nasıl kurtuldun, hayretteyim?» diye sordu. İhtiyarsa onun bu suÂline şoyle cevap verdi:
«−Sus! Ben o sırada cok elemli idim. O dert de aklımı başımdan almıştı, yani kendime mÂlik değildim. Bu sebepten ben, bana yakışmayan bir şey yaptım. PÂdişÃ‚ha gelince, o sultÂnımız da kendisine yakışan ihsan ve ikrÂmı yaptı.»
İşte, CenÂb-ı Hakk ’ın ilÂhî af ve mağfiret deryÂsına tÂlip mu ’min bir yureğin, her hÂlukÂrda taşıması gereken bir fazîlet… Yani kendisine yapılan nÂhoş hareket ve işlere aynıyla değil, bilÂkis İslÂm ’ın gerektirdiği bir guzellik icerisinde mukābelede bulunmak…
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Gonul Yolculuğu, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan