Mesel gonul dunyamızda “tasavvuf” mefhumunun mustesn bir mevkii bulunmaktadır. Fakat gunumuzde pek cok dînî mefhum gibi “tasavvuf” da ağır ithamlara mÂruz kalmaktadır.Tasavvufa yoneltilen îtirazların temelinde ise, umûmiyetle şu iki sebep dikkat cekmektedir:

Birincisi; tasavvufun hakîkatinden uzak ve bîhaber olmak.

İkincisi de; tasavvufun bÂzı cÂhiller veya ehil olmayan kimseler tarafından yanlış tatbik edilişini one surerek, bunu butun tasavvuf erbÂbına mÂl etmek.

HÂlbuki tasavvuf; art niyetli kimselerin istismÂr ettiği veya gostermek istediği gibi bir yapı asl değildir.

BilÂkis tasavvuf, bizim mÂnevî kimliğimizi inşÃ‚ eden temel değerlerimizdendir. Anadolu toprağı, bin yıldır tasavvufî terbiye ile yoğrulmuştur. Onun icin tasavvuf, milletimizin mayasında, fıtratında mevcuttur.

Gercek tasavvuf; bir terbiye mektebidir. Kulu Allahʼtan uzaklaştıran butun menfîliklerden sakınarak “takv”ya erme disiplinidir.

Tasavvuf; Hakk ’a teslîmiyet pınarından kana kana icmenin ve “îmÂn”ı “ihsan” gibi yuce bir ufka taşımanın diğer adıdır.

Tasavvuf; nefse karşı sulhu olmayan bir cenktir.

Tasavvuf; nefsi rûhÂniyetin emrine ÂmÂde kılmanın, tÂlim, terbiye ve tezkiyesidir.

Tasavvuf; ic Âlemini ikmÂl gayretindeki bir muʼminin, diğergÂm bir gonulle mahlûkÂta yonelerek onların ihtiyac ve eksikliğini şefkat ve merhametle telÂfî etme mes ’ûliyetidir.

Tasavvuf; insanların kuyusunu kazmak değil, kuyuya duşmuş olanları dahî kurtarmak icin gonlunu butun insanlığın huzur bulacağı bir rahmet dergÂhı kılmaktır.

Tasavvuf; gerektiğinde Âhiret icin dunyevî arzulardan vazgecmektir. Fakat ne pahasına olursa olsun, dunya icin Âhiretten asl vazgecmemektir. Zira damlayı dery ile değişmek, en buyuk hamÂkattir.

Tasavvuf; bir makam-mevkî ve apolet arayışı değil, hiclik ve yokluk kapısıdır. Dunyevî ihtirasları kalpten cıkarmadan girilemeyen bir gonul dergÂhıdır. FÂnîliğin idrÂki icinde Hakk ’a rÂm olmaktır. Allah rızÂsını tahsil icin; AllÂh ’ın kullarına, adÂlet, hakkÂniyet, durustluk, samimiyet, şefkat ve merhamet gibi hasletlerle muÂmeleyi, hayat dustûru edinmektir.

Tasavvuf; insanın ic dunyasındaki duyguları terbiye ederek kulluk hayatında şerîati kemÂle erdirme gayretidir. Kul, sadece satırlardan okumakla kemÂle eremez. HÂlini ve gonul dunyasını menfîliklerden temizleyerek kemÂl bulur. Onun icin tasavvuf; arı-duru, saf bir şerîati yaşamaktır.

Tasavvuf; Allah Rasûluʼnu aşk ile yakından tanıyabilme, Oʼnun muhteşem karakter, şahsiyet ve ahlÂkından nasîb alarak, dîni, ozune ve rûhuna uygun bir şekilde, vecd icinde yaşayabilme gayretidir.

Bu nevî dusturlarla tezat teşkil eden, ozunu ve olcusunu Kur ’Ân ve Sunnet ’­ten almayan ne varsa -her ne kadar tasavvufa izÂfe edilirse edilsin- bÂtıldır.

Yine tasavvuf; hangi makam ve mevkîde olursak olalım, bir “abd-i Âciz” yani “Âciz bir kul” olduğumuzun idrÂki icinde bulunmaktır. Kendi mevkiimizi dÂim “kapı eşiği”nde gorebilmektir. Gurur, kibir, enÂniyet ve benlik dÂvÂsını gonulden cıkarıp, hicliğe burunmek ve Hak ’ta fÂnî olma yoludur. Hicbir nîmet ve muvaffakıyeti nefsine mÂl etmeyip butun bunlara;“Sen ’in lûtfun y Rabbi!” diyebilmektir.

Tasavvuf; “beyne ’l-havfi ve ’r-rec”, yani CenÂb-ı Hakk ’ın gazabına dûcÂr olma korkusu ve ilÂhî rahmete nÂiliyet umidi arasında bir kalbî kıvamla kullukta bulunmaktır.

Tasavvuf; benlik iddiÂsıyla bir “arz-ı endÂm” yani “gosteriş” icinde bulunmak değildir. BilÂkis son nefes ve Âhiret endişesi icinde CenÂb-ı Hakk ’ın rahmet ve inÂyetine iltic ederek bir “arz-ı hÂl” hissiyÂtıyla yaşamaktır. DÂim tevÂzu, mahviyet ve hiclik uzere olmaktır.

HÂl boyleyken -maalesef gunumuzde- tasavvuf ve onun terbiye mektepleri olan “tarîkat”lerin; dunyevî emelleri icin ilÂhî emir ve nehiyleri dahî hice sayan fırkalarla aynı kefeye konulması, apacık bir art niyetin gostergesidir.

Tarih boyunca gercek mutasavvıflar, dÂim toplumu aydınlatan birer irşad meş ’alesi olmuşlardır. AbdulkÂdir GeylÂnî, BahÂuddîn Nakşibend, MevlÂnÂ, Yûnus Emre, HudÂyî ve emsali Hak dostları, bulundukları toplumlar icin bir rahmet dergÂhı olmuşlardır. Dîn, îman, vatan, millet ve ummetin zararına olan hicbir menfî oluşuma tÂviz vermedikleri gibi, boyle şer odaklarına karşı en buyuk mucÂdeleleri de onlar vermişlerdir. İmÂm-ı RabbÂnî, HÂlid-i BağdÂdî Hazretleri bunun en meşhur misallerindendir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi 368. Sayı Ekim 2016
İslam ve İhsan