
İnsan şahsiyeti, hayra sevkeden ruhÂniyet veya rahmÂniyet ile, şerre sevk eden nefsÂniyet arasında bir catışma, yani harb sahası gibidir.Mevlana Hazretleri Mesnevi ’de buyurur ki:
“Ey dunya malı icin cırpınan ve dunyaya tapan gÂfil!.. Fir ’avun ’da olan kotu ahlÂk, tamamıyla sende de var! Sen de kibirlisin, sen de kendini beğeniyorsun, sen de mal ve şehvet peşinde koşuyorsun! Fakat senin ejderhan, yÂni nefsin, Âcizlik, yoksulluk kuyusuna duşmuş, gucsuz kalmış da Firavun gibi saldıramıyor, bir şey yapamıyor!”
“Yazıklar olsun! Bu soylenilen sozlerin hepsi de senin hÂllerin, senin kotu huylarındır; tutuyor, sen onları Fir ’avun ’un ustune atıyorsun!”
“HÂlbuki senin kotu hÂllerinden, kotu huylarından soz edilse, canın sıkılır, hoşuna gitmez; başkalarından bahsedilse sana masal gibi gelir!..” (c.3, 971-973)
İNSAN NEFSİNİN MUCADELESİ Her insanda “nefsÂniyet” ve “ruhÂniyet” temÂyulleri bir arada bulunur. Zîr CenÂb-ı Hak, Kur ’Ân-ı Kerim ’de:
“Nef­se ve onu ya­ra­tı­lış mak­sa­dı­na uy­gun ola­rak şe­kil­len­di­rip, ona fu­cûr ve tak­v­sı­nı il­hÂm ede­ne an­dol­sun!” (eş-Şems, 7-8) buyurmuştur.
Fucûr ve takvÂ, insana dÂim telkin ve fısıltı hÂlindedir. Bu yuzden insan şahsiyeti, hayra sevk eden ruhÂniyet veya rahmÂniyet ile şerre sevkeden nefsÂniyet arasında bir catışma, yani harb sahası gibidir.
İnsanoğlunun, nefsine mutlak bir sûrette gÂlip geldiği takdirde melekten ustun; aksine ona yenilip tam manasıyla tÂbî olduğu takdirde de hayvandan aşağı (belhum edall) olduğu kabul edilmiştir. Bu “melekten ustunluk” keyfiyeti, meleğin hayra ve Hakk ’a yonelmek husûsunda, onunde “nefs” gibi bir engel bulunmamasına mukÂbil, insanoğlunun boyle muthiş bir engeli aşmasından dolayıdır. Bunun manası, her insanda meknûz, muessir bir “fir ’avun olmak” temÂyulu vardır. LÂkin herkesin şartları ve imkÂnları bir ve aynı olmadığından, kiminde bu temÂyul, kucuk kucuk filizler hÂlinde mevcut bulunmasına mukabil; kiminde de imkÂnların elvermesiyle dehhÂmeleşir, yani anormal derecede buyur, gelişir.
MevlÂn Hazretleri bu nukteye işÃ‚ret ederek tarihteki meşhur Fir ’avun ’u tenkid ve tÂriz oklarına hedef kılanların, kendi nefislerinde de kucuk bir Fir ’avun mevcut olduğunu unutmamalarını ister. Zîr bu kucucuk Fir ’avun, şartları itibariyle tarihteki meşhur Fir ’avun ’un şartlarının mukemmelliğine ulaşamadığı icin kendi kabuğunda kalmıştır. ŞÃ‚yet o da gelişme imkÂnı bulmuş olsa, zulmu ve benliğiyle muşahhaslaşmış Fir ’avun ’dan asla geri kalmazdı.
Bu sûretle Hazret-i MevlÂnÂ, başkalarını tenkid edenlerin de coğu kere o tenkidden kendi nefislerinin berî olduğu zannı ile bu hÂlin kibirden neş ’et ettiğini işaret etmektedir.
Yine aynı mÂnÂyı te ’kid eden başka bir beytinde MevlÂn hazretleri şoyle buyurmaktadır:
“Kibir, kendini ustun goruş, durmadan mevkî, rutbe, mal ve mulk arar; cunku kulhan, tezekle kızışır.
Bu iki dadı, yani mevkî ile mal; deriyi semirtir, kalınlaştırır; icine yağ, et, kibir ve gurur doldurur.”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ab-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan