
Asr-ı Saadet ’te ve Osmanlı doneminde mahlukata şefkat ve merhamet ornekleri.Anadolu dervişinin merhameti, Rasûlullah Efendimiz ’in tarif buyurdukları gibi, Âm ve şÃ‚mil idi. Butun insanlığa ve hatt mahlûkāta uzanıyordu. Bilhassa hÂllerini ifade edemeyen ve insana emÂnet olan hayvancağızlara husûsî bir şefkat ve merhamet sergilenir, onlara HÂlık ’ın şefkat nazarıyla bakılırdı.
Av; zevk ve keyif icin değil, sadece gıd zarûreti olduğunda yapılırdı. Ancak yavru mevsiminde asla avlanılmazdı. Onların nazarında butun mahlûkāta mes ’ûliyet şuuruyla yaklaşmak, insan icin bir vicdan borcu Yaratan ’dan oturu yaratılanlara şefkat ve merhamet gostermek de bir kulluk vazifesi idi.
Osmanlı ’nın ilk donemlerden beri dÂim hayvanların korunması ve onlara işkenceyi onlemeye dair kanunî tedbirler alınmıştır. Bu kanunlar cercevesinde, hayvanlara haddinden fazla yuk taşıtmak yasaklanmış, hamalların, yuklerini boşalttıktan sonra yorgun merkeplerinin uzerine binmelerini engellemek icin semerleri uzerine catal demir konulması emredilmiştir.
Yine İstanbul ’daki iskelelerde, odun, komur, kereste, kirec ve zahîre gibi malzemelerin nakli icin kullanılan yuk hayvanları, sadece sabahtan ikindiye kadar calıştırılmış, Cuma gunleri ise tamamen dinlendirilmiştir. ZÂbıta kuvvetleri de bu yasağı ihlÂl edenleri ciddiyetle takip etmiş, ceza olarak da aynı yuku hayvanın sahibine taşıtmışlardır.
Nitekim bir defasında, şehri teftiş eden bir şehremini, yani belediye başkanı, sırtında ekmek kufeleri olduğu hÂlde bir ağaca bağlı duran bir katır gorunce sahibinin araştırılmasını istemiş ve kahvehÂnede olduğunu oğrenince de cağırtıp katırın sırtındaki kufeleri adamın sırtına yukletmiş, ibret-i Âlem olsun diye de adamı aynı ağaca bağlatmıştır.
HAYVANA MERHAMET ORNEKLERİ Kanunî Sultan Suleyman Han; «Suleymaniye Camisi» inşÃ‚ edilirken, burada calıştırılan at, merkep ve katırlar icin dinlenme ve cayırda otlatma saatlerine dair fermanlar neşretti. Yine Osmanlı ’da top ceken buyukbaş hayvanlar yaşlanınca kasaplara satılmayıp bilÂkis olene kadar iyi bakılmaları temin edilmiştir.
Mimar Sinan ’ın kendi koyu olan Ağırnas ’ta yaptığı ceşmeye ilÂveten oradan su icmeye gelecek hayvanÂtın da dinlenmesi icin geniş bir alanı vakfetmesi de bu hususta cok dikkat cekicidir.
Yine ecdÂdımız buyuk binÂlar inşÃ‚ ederken kuşları da unutmamış, onlar icin tezyînatlı Âşiyanlar, yani «kuş evleri» yapmışlardır. Ayrıca susuzluklarını gidermek icin su kÂseleri yapmayı da ihmal etmemişlerdir. Uskudar ’daki Yeni Cami ’nin duvarlarını susleyen sanat hÂrikası kuş yuvaları; hayrÂt sahiplerinin bu husustaki duygu derinliğini, nezÂket, zarÂfet ve inceliğini pek bÂriz bir şekilde aksettirmektedir.
Nitekim batılı bir seyyah, kaleme aldığı eserinde bu hususla ilgili bir muşÃ‚hedesini şoyle anlatmıştır:
“Bir Turk meskeni inşÃ‚ edilirken, guvercinlerin ve diğer kuşların susuz kalmamaları icin en uygun yerlere yalaklar yapmak, Turk sivil mimarîsinin vazgecilmez ozelliklerindendir.”
Osmanlı ’da yaralı kuşlara, hasta hayvanlara ve goc edememiş olan leyleklere bakmak icin tedavi merkezleri kurulmuş ve bunların her turlu masrafları da bu maksatla kurulan vakıflarca karşılanmıştır. Yeri gelmişken ifade edelim ki, dunyadaki ilk hayvan hastahÂnesini inşÃ‚ eden de ecdÂdımızdır.
«GurabÂhÂne-i LÂklakān» ismiyle yÂd edilen bu hastahÂne, başta leylekler olmak uzere gocmen kuşların bakım ve tedavisinin yapılması maksadıyla Bursa ’da kurulmuştur.
Beyazıt Camisi ’nin bÂnîsi Sultan 2. Beyazıt, hazırlamış olduğu vakfiyesinde guvercinleri de unutmamış, her yıl bu caminin guvercinlerine harcanmak uzere 30 altın yem parası ayrılmasını ferman buyurmuştur. Gafletleri sebebiyle kuşları kafeslere mahkûm ederek satan kıt vicdanlılara karşı, merhamet ve şefkat sahibi kimseler de o kuşları satın alarak ÂzÂd etmişlerdir. EcdÂdımızın butun bu hassÂsiyetleri, hic şuphesiz;
“Yeryuzundekilere merhamet edin ki, gokyuzundekiler de size merhamet etsin!” (Tirmizî, Birr, 16) hadîs-i şerîfinin muhtevÂsına girme gayretidir. Osmanlı medeniyetinin ve Anadolu insanının yaşattığı bu ahlÂk, Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in verdiği şu misaldeki mujdeye nÂil olma şevk ve arzusundandır:
Hadîs-i şerifte buyurulur:
“Vaktiyle bir adam yolda giderken cok susadı. Bir kuyu buldu, icine indi, su icti ve dışarı cıktı. Bir de ne gorsun; bir kopek, dili bir karış dışarıda soluyor ve susuzluktan nemli toprağı yalayıp duruyor. Adam kendi kendine;
«–Bu kopek de tıpkı benim gibi pek susamış!» deyip kendi icinde bir vicdan muhasebesi yaptı. Hemen kuyuya indi, ayakkabısını su ile doldurdu, onu ağzına alarak yukarıya cıktı ve kopeğe su verdi. Adamın bu hareketinden Allah TeÂl hoşnut oldu ve onu bağışladı.” SahÂbîler:
“–Ey AllÂh ’ın Rasûlu! Bizim icin hayvanlardan dolayı da sevap var mı?” dediler. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“–Her canlı sebebiyle sevap vardır.” buyurdu. (BuhÂrî, Şurb, 9; Muslim, SelÂm, 153)
MAHLUKATA ŞEFKAT VE MERHAMET Mahlûkāta şefkat de hayatın muhtevÂsındaki diğer butun guzellikler gibi, Rasûlullah Efendimiz ’den ve ashÂb-ı kiramdan gelen birer merhamet tezÂhurudur. Asr-ı SaÂdet ’ten sadece bir misal:
Abdullah bin CÂfer bir seyahat esnasında, bir hurma bahcesine uğradı. Bahcenin hizmetcisi, siyÂhî bir kole idi. Koleye uc adet ekmek getirmişlerdi. Bu sırada bir kopek geldi. Kole, ekmeklerden birini ona attı. Kopek, ekmeği yedi. Oburunu attı. Onu da yedi. Ucuncuyu de attı. Onu da yedi.
Bunun uzerine Abdullah bin CÂfer v ile kole arasında şoyle bir konuşma gecti:
“–Senin ucretin nedir?”
“–İşte gorduğunuz uc ekmek.”
“–Nicin hepsini kopeğe verdin?”
“–Buralarda hic kopek yoktu. Bu kopek uzaklardan gelmiş olmalı. Ac kalmasına gonlum rÂzı olmadı.”
“–Peki bugun sen ne yiyeceksin?”
“–Sabredeceğim, gunluk hakkımı Rabbimin bu ac mahlûkuna devrettim.” Bu guzel ahlÂk karşısında hayran kalan Abdullah;
“–SubhÂnallah! Bir de benim cok comert olduğumu soylerler! HÂlbuki bu kole benden daha comertmiş!” buyurdu.
Ardından da o koleyi ve hurma bahcesini satın aldı ve koleyi ÂzÂd edip bahceyi ona hediye etti. (GazÂlî, KimyÂ-yı SaÂdet, trc. A. Faruk MEYAN, İstanbul 1977, s. 467)
Nitekim İstanbul Aksaray ’daki VÂlide Camii ’ni yaptırmış olan PertevniyÂl VÂlide Sultan vefÂt ettiğinde, sÂlih bir kimse onu ruyasında guzel bir makamda gorur ve:
“–Yaptırdığın mÂbed dolayısıyla mı Allah seni bu makama yukseltti?” diye sorar. PertevniyÂl VÂlide Sultan ise;
“–Hayır.” diyerek mukabelede bulunur. O sÂlih zÂt şaşırarak;
“–O hÂlde hangi amelinle bu mertebeye nÂil oldun?” diye sorunca VÂlide Sultan şu ibretli cevabı verir:
“–Cok yağmurlu bir gundu. Eyup Sultan Camii ’ne ziyarete gidiyorduk. Kaldırımın kenarında oluşan su birikintisi icinde cılız bir kedi yavrusunun cırpındığını gordum. Faytonu durdurdum; yanımdaki bacıya;
«–Git de, şu kediciği alıver; yoksa zavallı yavru boğulacak!..» dedim. Bacı ise;
«–Aman SultÂnım! Senin de benim de ustumuz kirlenir.» deyip yavruyu getirmek istemedi.
Ben de onu kırmamak icin arabadan kendim inip camurun icine girdim ve o kedi yavrusunu kurtardım. Kedicik tir tir titriyordu. Acıdım ve onu kucağıma alıp, iyice ısıttım. Cok gecmeden zavallıcık canlanıverdi. Allah TeÂlÂ, o kediye olan bu kucuk hizmet ve merhametimden dolayı bana bu yuce makamı ihsÂn eyledi.”
Yabancı seyyah ve yazarlar da, ecdÂdımızın mahlûkāta şefkatini hayret ve hayranlık icinde kayda gecirmişlerdir. Du Loir şoyle nakleder:
“Osmanlı ’nın bazı şehirlerinde kediler icin yapılmış mekÂnları, gıdÂları icin tesis edilmiş vakıfları gorunce hayret etmeyecek insan var mıdır?.. Yavruları olan kopeklerin barındırılması icin sokaklarda kulubelerin yapılması ve gıdÂların teminine bilhassa îtin edilmesi de hayret vericidir. Bunları yapanlar, kendilerine cennet kapılarını acacak bircok sevap kazandıkları îtikādındadırlar.”
Turk duşmanlığıyla bilinen Avukat Guer de şoyle der:
“...Musluman Turk ’un şefkati hayvanlara bile şÃ‚mildir. Bu hususta vakıflar ve ucretli şahıslar vardır. Bu şahıslar, sokaklardaki kopek ve kedilere ciğer dağıtırlar. Kasapların da her gun belli bir miktar kedi ve kopek beslemeleri, alışkanlık hÂlindedir. Ayrıca Şam ’da, hastalanan kedi ve kopeklerin tedavisine mahsus bir hastahÂne vardır.”
Comte de Bonneval ’in kitabında da şu ifadeler vardır:
“Turkler, kedi, kopek vesÂire gibi başıboş hayvanlar icin de vakıflar tesis ederler. Kasaplar da, her gun bu gibi hayvanların bir miktarını beslemekle, kendilerini vicdÂnen mukellef gorurler.”
Şu hÂdise de, şanlı ecdÂdımızın hayvan hakları husûsundaki gonul inceliğini ne guzel aksettirmektedir:
Bir gun Kanunî Sultan Suleyman, sarayın bahcesindeki armut ağaclarını kurutan karıncaların itlÂf edilmesi icin ŞeyhulislÂm Ebu ’s-Suûd Efendi ’den aşağıdaki beyitle fetv istemişti:
Dırahta ger ziyÂn etse karınca,
Zararı var mıdır Ânı kırınca?
Ebu ’s-Suûd Efendi ise, bu itlÂfa cevaz vermeyerek, bir beyitle şoyle cevap verdi:
Yarın Hakk ’ın dîvÂnına varınca;
Suleyman ’dan hakkın alır karınca!
Şair Firdevsî de ŞehnÂme adlı eserinde, bir karıncanın bile hukukunu koruyacak kadar hassas bir gonle sahip olmanın luzumunu ne guzel ifade eder:
“Bir yem tanesi ceken karıncayı dahî incitme! Cunku onun da cÂnı vardır. Can ise, tatlı ve hoştur.”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Anadolu Dervişinin Gonul Dunyası, Yuzakı Yayıncılık
İslam ve İhsan