
MevlÂn Hazretleri buyurur: “Memleketin bir ucunda, hudutta bulunan bir kale muhafızı; pÂdişahtan ve pÂyitahttan cok uzaklarda bulunduğu hÂlde, kaleyi duşmanlardan korur, gozetir. Kendisine hadsiz, hesapsız ruşvet teklif edilir, yine de kaleyi duşmanlara satmaz. Cok uzaklarda, hududun bir ucunda, padişah oralarda yok iken, sanki yanı başında imiş gibi, ona vef gosterir. Padişahın nazarında o uzaklardaki muhafız; huzurunda bulunan ve can fed edenlerden daha iyidir.”
Bu cercevede;
Bizler CenÂb-ı Hak ’la ne kadar beraberiz? Hazret-i Peygamber ’le ne kadar beraberiz? Allah dostlarıyla ne kadar beraberiz?
“Padişahın yanında bulunmadığı, cok uzaklarda olduğu hÂlde; yarım zerre kadar padişahın yapılmasını emrettiği vazifeye gosterilen bağlılık, sevgi, onun huzûrunda yuz bin kat hizmet etmekten daha ustundur.”
Cunku;
“Gayba îmÂn edip, huzûrunda olmadığı hÂlde, huzûrunda imiş gibi ibÂdet ve kulluk etmek, ne guzeldir. Efendisinin huzûrunda değilken de kulluğu korumak, itaattan cıkmamak cok kıymetli bir şeydir.”
İHSÂN NEDİR?
Hazret-i MevlÂnÂ, bu misal ile ihsan şuurunu ne guzel ifade etmiştir. İhsan; Cibril Hadîsi ’nde Fahr-i KÂinat -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz tarafından şoyle tarif edilir:
اَلْإِحْسَانُ أَنْ تَعْبُدَ اللّٰهَ كَأَنَّكَ تَرَاهُفَإِنْ لَمْ تَكُنْ تَرَاهُ فَإِنَّهُ يَرَاكَ
“İhsan; AllÂh ’a, O ’nu goruyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen O ’nu gormuyorsan da O seni mutlaka goruyor.” (Muslim, ÎmÂn, 1, 5; BuhÂrî, ÎmÂn, 37; Tirmizî, ÎmÂn, 4; Ebû DÂvûd, Sunnet, 16)
Belli frekanslar arasını işiten kulaklarımız gibi, gozlerimiz de ancak belirli ışıkları secebilmektedir. MeselÂ; kızıl otesi, mor otesi ışınları gormemektedir. Yine mikroskobik Âlemleri goremediğimiz gibi, başımızı kaldırdığımızda gokte gorduğumuz de ancak bize oldukca yakın Âlemin manzarasıdır. Berrak bir gokyuzunde geceleyin gorduğumuz en yakın yıldızın goruntusu, altı dakika oncesine aittir. Cunku en yakın yıldız bize, ışığını altı dakikada gonderebilecek uzaklıktadır. Maddî Âlemde dahî gorme hÂssamız boyle dar sınırlar icerisinde iken, Azîz ve MuteÂl Rabbimiz ’i dunya şartlarında gorebilmemiz mumkun değildir.
Diğer yandan ise CenÂb-ı Hak, kÂinatta zuhûrunun şiddetinden gāibdir. Her şey O ’nun sıfatlarının tecellîleridir. Gormek isteyen her zerrede O ’nun ZÂtını gormese de sıfatını gorerek sadece O ’nu hisseder; O ’nun varlığı, birliği, rahmeti, adÂleti ve muhabbeti ile dolar.
İnsan; olumuyle birlikte başka bir Âleme gececek ve imtihan gereği, dunya hayatında kendisinden perdelenen gayb Âlemini gormeye başlayacaktır. Fakat bu goruş cok gectir:
“AllÂh ’a îman ve ibÂdet ancak AllÂh ’ı gormezken, gaybda iken makbuldur, olumden sonra gayb Âlemi butun guzelliği ile meydana cıkınca; «Şimdi inandım.» demek mÂnÂsızdır.”
Nitekim Firavun; Hazret-i Musa ’nın riyÂsetinde Mısır ’ı terk eden İsrailoğullarının peşinde, yarılan denizden gecerken, birden dalgalar arasında kaldı; boğulma Ânında, acılan perdelerde hakikati gorunce;
“…«Gercekten, İsrailoğullarının inandığı İlÂh ’tan başka ilÂh olmadığına ben de îmÂn ettim. Ben de muslumanlardanım!» dedi.” (Yûnus, 90)
Fakat CenÂb-ı Hakk ’ın cevabı acı oldu:
ŞİMDİ Mİ?
“Şimdi mi (îmÂn ettin)! HÂlbuki daha once isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun.”(Yûnus, 91)
Demek ki mÂrifet; perdeler kalkıp baş gozu de gorur hÂle gelmeden once, kalp gozuyle gorebilmekte. İbret gozuyle idrÂk edebilmekte. Bir başka ifadeyle olmeden evvel olebilmekte.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Yuzakı Dergisi, Yıl: 2013 Ay: Mart Sayı: 97
İslam ve İhsan