Rûhun bir gayesi vardır. O gÂye; AllÂh ’a doğru yolculuktur. Bu yoldaki mesÂfeler ise, ancak merhamet tezÂhuru fazîletlerle, yani rûhun zaferleri ile katedilebilir.
Kur ’Ân-ı Ke­rîm ’de hidÂyetten mahrûmiyet; da­ha zi­y­de “zu­lum”, “ku­fur”, “yalan” ve “fısk” gi­bi cu­rum­le­rin ardından zikredilmektedir. Bu ise, insanın kalbî hassÂsiyetlerini yitirerek hidÂyet nûrundan uzaklaşmasına, en cok bu gunahların sebebiyet verdiğine işÃ‚ret etmektedir.

Bu sebeple bir mu ’min, diri bir kalbin en buyuk tezÂhuru olan şefkat, merhamet, diğergÂmlık gibi ulvî hasletleri kendine şiar edinmelidir. Nitekim gercek bir mu ’mini, bir gayr-i muslimden ayıran fÂrik vasıf, ondan daha da merhametli olmasıdır.

İNSANLIĞIMIZIN BU ALEMDEKİ ŞAHİDİ

Merhameti bilmeyen insan, en buyuk hazineyi ve saÂdetlerin kapısını acan anahtarı kaybetmiştir. Zira merhamet, insanlığımızın bu Âlemde şahidi olan ve bizleri kalben AllÂh ’a yaklaştıran ilÂhî bir cevherdir. Bu sebeple merhamet, Muslumanın kalbinde hic sonmeyen bir ateş gibidir.


Nitekim Bağdat ’ta asıldığı darağacında, burnu ve kulakları kesilmişken kendini taşlayan gÂfil halk icin CenÂb-ı Hakk ’a; “YÂ Rabbi! Onlar benim bildiğimi bilmiyorlar. Bilseler beni taşlamazlardı. Benden evvel onları affet.” niyÂzında bulunan HallÂc-ı Mansur bir merhamet Âbidesi idi.


Rûhun bir gayesi vardır. O gÂye; AllÂh ’a doğru yolculuktur. Bu yoldaki mesÂfeler ise, ancak merhamet tezÂhuru fazîletlerle, yani rûhun zaferleri ile katedilebilir.

VelhÂsıl bir kimse, diri bir gonle sahip olmak, CenÂb-ı Hak ile dostluğun ulvî hazzını tatmak ve iki cihan saÂdetine ermek icin MevlÂn Hazretleri ’nin şu hikmetli beyanına kulak vermelidir:

“Gunduz gibi ışık sacmak istiyorsan, geceye benzeyen nefsini yakmalısın.”

“Sen nefsÂnî sıfatlardan olduğun vakit, hikmet ve sırlar denizi seni başının ustunde taşır.”

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Gonul Yolculuğu, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan