
Zigotun tuplerdeki mÂcerası, basit bir bolunup coğalma faaliyeti değildir.
İlk başta oluşturulan hucreler tıpatıp aynıyken, ilerleyen saatlerde birtakım değişiklikler meydana gelir. Bolunerek coğalan hucre kitlesi, rahme ilerlerken etrafını saran bir zar icinde bulunur. Bu zar, onları dağılmaktan korurken, beslenmelerine de zemin hazırlar. Ancak hucre sayısı arttıkca gelişime engel olmaması icin zarın gorevinin bitmesi mecburidir. Coğalan hucreler zarı patlatırlar. Ama bu sefer de ortaya yeni bir tehlike cıkar, hucrelerin birbirinden ayrılarak dağılmaları ve insanı teşekkul ettirememeleri… Ancak asl buna izin verilmez.
Hucreler birbirine tutunarak bir kısmı ortada birleşirken, bir kısmı daire şeklinde bir yapı oluştururlar. Bu yapının ozel bir ismi ve gorevi vardır, goruntusu de tıpkı taşlı bir yuzuk gibidir. Bunun oluşması icin 4,5 gunluk bir zaman gecmiştir ve rahme de iyice yaklaşılmıştır.
İLAHİ BİR İNŞA
Bilincli bir oluşum olan bu yapının ic tarafında kalan hucreler; zamanla trilyonlara ulaşarak ve farklılaşarak doku ve organları meydana getirecektir. Etrafı cevreleyen hucreler ise, rahme tutunma, gomulme ve bebeği anne rahminde besleme vazifesini ustlenecek olan “eş”i (plasentayı) inşÃ‚ edecektir.
Bolunerek coğalan hucre topluluğu 1-2-4… derken yuzlerce hucreden oluşan bir dut kuresi meydana gelir. Eğer, 40 hafta boyunca hucreler, hicbir değişime uğramadan sadece bolunerek coğalsalardı, 40 haftanın sonunda dunyaya gelen şey, herkesin kucağına alıp sevmek istediği tatlı, minik bir yavru yerine; trilyonlarca hucreden muteşekkil, uzum salkımı gibi bir et yığını olurdu. HÂlbuki daha 4,5 gunlukken değişim sureci başlar; bu hucreler bir gayeye hizmet etmek uzere kenara doğru itilirler ve insanın ilk yapısının ici boşalır. İci mÂyî (sıvı) ile dolu lastik bir topa benzeyen taşlı yuzuk manzarası ortaya cıkar. Bu manzaraya sahip olan hucre topluluğu, 4,5 gunden sonra rahme gelir ve tutunacak bir yer arar. Bu yapılanma, ilerde meydana gelecek olan hucresel değişikliklerin temelini oluşturmada ilk adımdır.
Zigot; bolunup coğalarak rahme doğru ilerlerken yumurtanın icindeki besin deposunu kullanmaktadır. Ancak bu depo, rahme gelene kadar tuketilir ve yeni bir kaynak gerekir. İşte tam bu sırada, anne rahmi ileri goruşlu ve ustun zekÂlı bir varlık gibi hareket ederek, hÂmilelik urununu taşımak uzere hazırlanmakta, yumuşak, hareketsiz ve bol gıdalı bir hÂle gelmektedir. Kan damarlarını zigotu beslemek uzere yuzeye doğru ulaştırarak, dolaşımını zenginleştirmekte, gelen misafiri bağrına basmak icin hazır beklemektedir.
TOPRAĞA KARIŞMAK GİBİ KAVUŞMAK
40 hafta boyunca kalacağı yere gelen zigot, gomulmek icin uygun bir yer arar. Zigotun rahme yuvalanması, bir tohumun toprağa gomuluşune benzer. İci boşalmış lastik topa benzeyen yapının dış tabakasını cevreleyen hucreler, kemirici vasıfta olup rahmin icine doğru uzanmaya, kan damarlarının cidÂrını (duvarlarını) acarak gıda maddelerini zigota ulaştırmaya başlarlar. Boylelikle, duzenli bir dolaşım oluşana kadar da beslenmenin temelini atmış olurlar. Zigot, rahim duvarına gomulduğunde etrafı kanla dolar ki, burası annenin damarlarından toplanan bir besin deposudur.
Anne rahmi, şimdiden fedakÂrlığa başlamış, damarlarını kemirerek ilerleyen hucrelere yolu acmıştır. Kemirgen hucrelerin urettikleri birtakım kimyevî maddelerle, rahim duvarına gelen kılcalların ceperini parcalamaları, 40 haftasını emniyet ve guven icinde gecireceği yere gelen zigot icin; hayatî bir tedbirdir. Zira bu parcalama işi, anne kanının gelişmekte olan embriyoya yuksek bir basıncla ulaşmasına engel olur. Şayet bu tedbir alınmasaydı, sağlam bir karargÂhta 40 hafta gecirmeye gelen zigotun hayatı daha başlamadan sona erecekti.
Zigottan neşet eden ve kaynağı aynı olan hucrelerin bir kısmı farklı bir vazife ustlenerek, buyuyup gelişecek olan bebeğe hayatî destek sağlamak uzere plasentayı (bebeğin eşini; yani ana rahminde bebeğin beslenmesi, hamileliğin devamı gibi pek cok vazifesi olan, hÂmileliğe ozel olarak ortaya cıkan ve doğumla vazifesi sona eren ozel bir oluşumu) meydana getirirken; diğer bir kısmı da insanı inşÃ‚ etmek uzere farklılaşmaya başlar. Toprağa gomulen tohumun sulandıkca buyuyup filiz vermesi gibi, anne rahmine gomulen zigot da; annenin dolaşımından beslenerek zamanla buyuyup gelişecek, değişecek ve insan meyvesini verecektir.
Zigotun hem ana rahmine gomulmesi, hem de bir insana donuşmesinde meydana gelen reaksiyonlar cÂlib-i dikkattir. Bugunden sonra o yeni bir safhaya girmekte ve embriyo oncesi donem başlamaktadır. Değme embriyologlara, histologlara, fizyologlara… hÂsılı onlarca fakulte bitirmiş bilim adamlarına taş cıkartacak bir bilgiyle hareket eden bu yapı, akl-ı selîm sahiplerine hikmetli dersler vermektedir.
YARATAN RABBİNİN ADIYLA OKU
Konuyla alakalı olarak Alak Sûresi ’nin 1 ve 2. Âyet-i kerîmelerinde:
“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan (bir alaktan, bir yere bir noktadan bağlı olan şeyden, dollenmiş hucreden, embriyodan) yarattı.” buyrulmaktadır.
Tefsir Âlimleri tarafından “koyu kan, kan pıhtısı, tutmak, asılmak, yapışmak, ilişmek, yapışkan, ilişken nesne…” gibi mÂnÂlar verilen “alak” kelimesi, tam da bu safhada meydana gelen hadiseleri ozetleyen mûcizevî bir kelimedir.
Zigot, rahim duvarına taşlı yuzuk şeklinde gelir. Yuzuğun taş kısmındaki hucreler rahim duvarındaki kan damarlarını acarak, kemirerek rahmin icine doğru ilerlerler. Bu şekilde zigot, rahim duvarına tutunup asılır, yani yapışır ve acılan damarlardan gelen kanla etrafı dolar. Zigotun hacmi cok kucuk olduğundan etrafındaki kanla fark edilir.
Fakultelerde yıllarca okuya okuya anlayıp ezberlemede acze duştuğumuz konuları, zigot bizden cok once oğrenmiştir. Hem de hic şaşırıp zorlanmadan, vakti zamanı gelen işlemleri tatbik etmektedir. Biz de ona bakıp inceleyerek:
“-Ucuncu gun şu olmakta, beşinci gun bu olmakta, birinci ay şu gelişim tamamlanmakta!” deriz.
Sanki bunları yapan bizmişiz gibi, sahip olduğumuz bilgiyle ovunmekten de geri kalmayız.
“-Allah, Kur ’Ân ’da okumayı emretmiş; biz de okuduk, fakulteleri bitirdik, diplomalarımızı da aldık, AllÂh ’ın emrini yerine getirdik!” zannederiz.
OKUMANIN MÂNÂSI NEDİR?
“Ol” deyince olduran yuce Rabbimizin, Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e Hira Mağarası ’nda bildirdiği ilk vahiyle; ummî Peygamberinden “okumasını” istemesi mÂnidardır. Bu emir, sonraki Âyette de tekrar edilmiştir. Burada istenen; Âciz aklımızla anladığımız, yazılı bir metinden okumak, fakulteleri bitirip diploma sahibi olmak mıdır?
Sınırsız bir ilimle, varlığa muhteşem ve mukemmel bir nizam koyan kimdir? Gozumuzle goremediğimiz bir Âlemde, bunca akıl almaz işleri meydana getiren nasıl bir kudrettir? Şuursuz bir tohum hucresi, ana rahminde insana nasıl donuşur? Bir bitki, haşere veya başka bir canlı olmaktan onu koruyan hangi ilimdir? İdrÂki zorlayan bir ihtişamla insanı turlu merhalelerden gecirerek yaratan, ona en guzel şekli veren, en mukemmel cihazlarla onu donatan, acaba ondan ne istiyor?
Daha dunyaya gelmeden onu korumaya alan, sayısız atomu emrine gonderen, doğduğunda “Âcizlik donemi” gecene kadar onu himaye ettiren, kÂinÂtı emrine ÂmÂde kılan butun bunları nicin yapmıştır? Ucsuz bucaksız kÂinÂt infilÂka doğru giderken, insan nereye gidiyor? Varlık, belli bir muddet sonunda yok olmak icin mi yaratıldı?!
İşte okumak, butun bu soruların cevabını verecek olan “okumak”tır. Bu okumak; varlık uzerinde tefekkur ve tezekkur ederek eserden muessire, sanattan sanatkÂra goturecek, hikmette derinleştirecek, kişiyi hakikî ilmin sahibine ulaştıracak, Yaratıcısını tanıttıracak ve en muhimi AllÂh ’ın adıyla başlayacak olan “okumak”tır. Yaratılışın sebep ve hikmetini kavratacak olan okumaktır.
İNSANOĞLUNU KİBRE İTEN ŞEY
Yerlerin ve goklerin yuklenmeye cekindiği “emanet”in kendisine tevdî edildiği insanoğlu; kÂinata işlenmiş nakışları ve kudret akışlarını gorerek, zihninden mutÂlaa ederek, varlığın sahibini tanıyacak cihazlarla donatılmıştır. Ancak bu mukemmel tasarım ve donanım, okuyabilme-yazabilme veya bir şeyleri becerebilme kabiliyeti coğu zaman onun kendinde bir varlık gorerek kibre kapılmasına ve “Ben yaptım!” demesine sebep olmaktadır. HÂlbuki muteakip Âyette onun acziyetine vurgu yapılarak, kimi zaman tiksinti veren bir maddeden, donuk bir kan pıhtısından, aşılanmış bir yumurtadan yaratıldığı hatırlatılmakta, kalemle yazmayı oğretenin de bilmediklerini belletenin de Rabbimiz olduğu buyrulmaktadır.
Bu şekilde Âyet, bizlere İlÂhî kudret ve azamet karşısında hicliğimizi bildirerek tefekkure sevk etmekte, insanı en yuce kudretin ve en sınırsız ilmin sahibine kul olmakla şereflenmeye davet etmektedir. Yoksa zahirî ilimlerin zirvesine cıkartan bir ilmin sahibi bile olsa, kişiyi mÂrifetullÂha ulaştırmayan bir bilgi, ona saÂdet bahşetmediği gibi, maÂzallÂh belki bizzat helÂkine de sebep olabilir.
İKİ DUNYA ARASINDA
İnsan olana gereken; Âyet-i kerîmelerde bildirildiği gibi akletmek, tefekkur etmek, ibret almak, kendisine verilen cihazları, ilÂhî emir doğrultusunda kullanarak nereden geldiğini unutmamak, hicliğini idrÂk etmek, en yuce kudretin onunde boyun bukmek; “Ben yaptım, ben bildim!” yerine, “Sen yaptırdın, Sen bildirdin y Rabbi!” diyebilmektir. Bu şekilde samimi bir kulluk idrÂki icinde varacağı menzile de hazırlık yapmaktır.
Rabbimiz, cumlemizi fÂnî diplomaların dunyevî cÂzibesine aldanıp da iki dunyasını da karartma ahmaklığından muhafaza eylesin. Esas hayatın Âhiret hayatı olduğunun şuur ve idrÂki icinde kabirde ve mahşerde gecerli olacak diplomaların sahibi kılsın. ŞÃ‚irin dediği gibi:
Yerden alkış alacak diploma coktur sende,
Gokten alkış alacak karnelerin var mı gonul!
(Seyrî

Kaynak: Betul Nefise İnal, Şebnem Dergisi, Sayı: 130
İslam ve İhsan