
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz ’in en buyuk derdi neydi?İslĂ‚m dĂ‚imĂ‚; nefsĂ‚nî kaygıları aşarak ictimĂ‚îleşmeyi, diğergĂ‚mlığı, ummetin dertleriyle dertlenmeyi, gonulleri huzura kavuşturacak hizmetlerde bulunmayı telkin eder. Kanadı kırıklara merhem olmanın, feryĂ‚d u figĂ‚n icinde inleyenlere kulak ve gonul vermenin, duşmuşlere el uzatmanın, caresizlere cĂ‚re olabilmenin, kısaca din kardeşinin derdine derman olarak bir gonul kazanmanın, AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sını celbeden buyuk bir ictimĂ‚î ibadet olduğunu hatırlatır.
MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri bu hakikati şoyle ifade eder:
“AllĂ‚h ’ın huzûruna altın dolu binlerce kese gotursen, CenĂ‚b-ı Hak; «Biz ’e bir şey getirmek istiyorsan, kazanılmış bir gonul getir.» buyurur.
“Sen, varlığını, malını, mulkunu guzel bir şekilde infĂ‚k et de, bir gonul almaya bak! Ki o gonlun duĂ‚sı, mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin, nûr olsun!..”
Şeyh SĂ‚dî Hazretleri de bu hususta şoyle demektedir:
“Dunyayı elde etmek, bir huner ve mĂ‚rifet değildir. Asıl huner ve mĂ‚rifet, gonul elde etmektir.”
Dolayısıyla bu fĂ‚nî hayatta en buyuk felĂ‚ket de, nazargĂ‚h-ı ilĂ‚hî olan bir gonlu yıkmak, bir kalbe diken batırmaktır. MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri bu hususta da îkaz mĂ‚hiyetinde şoyle der:
“Lûtuf merhemi ol, inciten diken gibi olma!”
ALLAHʼIN RIZASINI ARAYAN MUMİN MĂ‚­lik bin Di­nar Hazretlerinin şu ri­vĂ‚­ye­ti, CenĂ‚b-ı Hakkʼın rızĂ‚sını arayan bir muʼminin, bunu en cok nerede bulabileceğini ne guzel ifade etmektedir:
“Mû­sĂ‚ u Ce­nĂ‚b-ı Hakk ’a bir il­ti­cĂ‚­sın­da:
«–YĂ‚ Rabbi! Se­nʼi ne­re­de ara­ya­yım!» de­di.
Al­lah Te­Ă‚lĂ‚ bu­yur­du ki:
«–Be­nʼi, kal­bi kı­rık­la­rın ya­nın­da ara!»” (Ebû Nu­aym, Hil­ye, II, 364)
ALLAH ’I KALBİ KIRIKLARIN YANINDA ARA Nitekim şu hĂ‚dise de, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın kalbi kırıklara yakın olduğunun bĂ‚riz bir misĂ‚lidir:
Hudeybiye antlaşmasının yeni yapıldığı gunlerde Ebû SufyĂ‚n, bu antlaşmanın getirdiği bazı haklar sebebiyle Medîne ’ye istediği zaman gelip gidebiliyordu. Bir defasında SelmĂ‚n-ı FĂ‚risî, Suheyb-i Rûmî ve BilĂ‚l-i Habeşî ’nin (r.a.) de aralarında bulunduğu bir grup Muslumanın yanından gecerken, bu uc buyuk cilekeş sahĂ‚bî, bir zamanlar kendilerine ve diğer yoksul mu ’minlere işkence eden kĂ‚firlerden biri olan ve muslumanlara karşı yapılan bircok savaşı yoneten Ebû SufyĂ‚n ’ı karşılarında gorunce dayanamayıp;
“–AllĂ‚h ’ın kılıcları, AllĂ‚h ’ın duşmanını haklamadı.” dediler.
Orada bulunan Hazret-i Ebûbekir, Ebû SufyĂ‚n ’ı İslĂ‚m ’a meylettirmek duşuncesiyle bu yoksul, fakat gonlu zengin muslumanlara;
“–Bu sozu Kureyş ’in buyuğune ve efendisine mi soyluyorsunuz?” mukĂ‚belesinde bulundu, sonra da olup biteni Resûl-i Ekrem (s.a.s.) Efendimiz ’e anlattı.
Gonuller SultĂ‚nı Efendimiz (s.a.s.), sevgili arkadaşını şu sozleriyle uyardı:
“–Ebûbekir! Bu sozunle belki de onları gucendirdin. Eğer onları gucendirdiysen, (bil ki) Rabbini de gucendirdin demektir!”
Bu sozleri duyan Hazret-i Ebûbekir, CenĂ‚b-ı Hakk ’ı gucendirmiş olmanın endişesiyle hemen bu uc yoksul muslumanın yanına koştu ve ozur dileyen bir sesle:
“–Kardeşlerim! Yoksa sizleri gucendirdim mi?” diye sordu.
Hazret-i Ebûbekir ’i cok iyi tanıyan bu ganî gonullu yoksullar da şoyle mukĂ‚belede bulundular:
“–Hayır, sana gucenmedik. Allah seni bağışlasın kardeşim!” (Muslim, FedĂ‚ilu ’s-SahĂ‚be, 170)
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz ’in Hazret-i Ebûbekir ’e yapmış olduğu bu tembih, aslında bizlere yapılmış birer îkaz ve ihtar mĂ‚hiyetindedir. Zira kimin ne olduğunu, Allah daha iyi bilir, lĂ‚kin gonlu kırıkların AllĂ‚h ’a daha yakın ve O ’nun yuce katında hatırlı kişiler oldukları kesindir.
Hadîs-i şerîfte buyrulur:
“İcinizde sacı-başı dağınık, eski elbiseler icinde, garip gorunumlu ve insanların îtibĂ‚r etmediği nice kimseler vardır ki, AllĂ‚h ’a yemin etseler, Allah onların yeminlerini boşa cıkarmaz…” (Tirmizî, MenĂ‚kıb, 54/3854)
Dolayısıyla onların gonullerini kazanmak, aslında Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın rızĂ‚sını kazanmaya vesîledir.
Kurban bayramından cıktığımız şu gunlerde kendimizi kısa bir muhasebeye tĂ‚bî tutalım;
–Acaba bizler evimize gelen kurban etiyle sevindiğimiz kadar, ikramlarımızla bayram ettirebildiğimiz gonuller vesîlesiyle de sevinebildik mi? Zira Peygamber Efendimiz ’in hayatına baktığımız zaman, O ’nun, muzdarip bir gonlun huzura kavuşmasıyla huzur bulduğunu, sevinciyle sevindiğini goruyoruz. Nitekim perişan bir vaziyette huzuruna gelen Mudar Kabilesi ’ni gorunce, mahzunlaşmış, yuzunun rengi değişmişti. AshĂ‚bını hemen bu insanlara yardıma dĂ‚vet etti. Uzgun sîmĂ‚sı ancak onların gonullerinin alınması ve ihtiyaclarının giderilmesiyle huzur ve surûra gark oldu.
–Acaba bizler, uzak beldelerdeki garip, bîkes ve bîcĂ‚re dindaşlarımızı bu bayramda ne kadar hatırlayabildik? Akrabalarımızı, dostlarımızı, yĂ‚rĂ‚nımızı bayramdan bayrama mı hatırlıyoruz? HĂ‚lbuki Efendimiz (s.a.s.);
“Akrabalık bağı(nın) Arş-ı ÂlĂ‚ ’ya tutunarak:
«Beni koruyup gozeteni, Allah koruyup gozetsin. Benimle ilgisini kesenden Allah rahmetini kessin.»” dediğini haber veriyor. (Bkz. BuhĂ‚rî, Edeb, 13; Muslim, Birr, 17)
Yoksa daha da kotusu, ictimĂ‚îleşme gunleri olan bayram vakitlerini, ferdî ve nefsĂ‚nî bir eğlence vakti zannedip tatil beldelerinde mi gecirdik? HĂ‚lbuki Resûlullah (s.a.s.) Efendimiz, hayatının hicbir safhasında bir gunluk tatilin peşinde koşmadı!
–Acaba civarımızdaki mu ’min kardeşlerimizin dertlerine devĂ‚ olma gayreti, gonlumuzde ne kadar yer işgĂ‚l ediyor? Mahzun bir yurek gorduğumuzde, kalbimiz ne kadar titriyor? Bir muhtacı gorduğumuzde, ihtiyacını giderebilmenin telĂ‚şı, yureğimizin ne kadarını kaplıyor?
VelhĂ‚sıl Ă‚hiret saĂ‚deti icin cok kıymetli olan omur sermayemizi, nefsin suflî arzuları peşinde pervĂ‚sızca koşturmakla mı, yoksa rûhumuzu tekĂ‚mul ettirmek, AllĂ‚h ’a ve Resûl ’une ittibĂ‚ uzere mi geciriyoruz? Yani kimin sevgisine tĂ‚libiz? KıyĂ‚metin o zor ve dehşetli gununde hicbir faydası gorulmeyecek fĂ‚nîlerin mi, yoksa din gununun sahibi olan CenĂ‚b-ı Hakk ’ın mı?
EN MUKEMMEL USVE-İ HASENE Butun insanlık icin en mukemmel usve-i hasene/ornek şahsiyet olan Resûlullah (s.a.s.) Efendimiz ’in en buyuk derdinin, gonlu kırıkları bulup onların derdine derman olabilmek olduğunu goruyoruz. Nitekim Efendimiz (s.a.s.) hicbir zaman; “Ben Peygamberim!” diyerek insanların kendisine gelmelerini beklememiş, hicbir zaman kendi koşesine cekilmemiştir. Garip, yetim ve muzdariplerin sıkıntılarını yureğinin en derinlerinde hissetmiş, onlara surekli sabır ve mukĂ‚vemet aşılayarak ayakta kalmalarını, hayatın med-cezirleri karşısında muvĂ‚zeneyi korumalarını telkin etmiştir.
Ebû Usame (r.a.) anlatır:
“Peygamberimizin sozleri Kur ’Ă‚n ’dı. Cok zikreder, hutbelerini kısa tutar, namazını uzun kılardı. Bir yoksulun, bir bîcĂ‚renin işini gormek icin onunla birlikte yurumekten ar etmez, bilĂ‚kis haz duyardı.”
Efendimiz (s.a.s.), ezĂ‚, cefĂ‚ ve hattĂ‚ işkencenin sıradan bir hĂ‚le geldiği Mekke ’de tebliğin ilk yıllarında ashĂ‚bıyla birlikte pek cok eziyetlere mĂ‚ruz kalmıştır. İki-uc yıl devam eden abluka yıllarını ashĂ‚bıyla birlikte goğuslemiştir. Aclığı, korkuyu, hicret ve nihayet savaşları onlarla birlikte yaşamış, hendeği birlikte kazmıştır. Butun bunları da, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rahmetine ve rızĂ‚sına nĂ‚il olmak icin yapmıştır.
KULUN EN ONEMLİ DERDİ Muʼmin bir kulun en muhim derdi, hic şuphesiz ki Ă‚hiret selĂ‚metidir. Bu selĂ‚met ve saĂ‚detin yolunu da şu hadîs-i şerîf ne guzel hulĂ‚sa etmektedir:
“Bir kimse, bir mu ’minin dunya sıkıntılarından birini giderirse, Allah da kıyĂ‚met gununde o mu ’minin sıkıntılarından birini giderir.
Bir kimse darda kalana kolaylık gosterirse, Allah TeĂ‚lĂ‚ da ona dunya ve Ă‚hirette kolaylık gosterir.
Bir kimse, bir muslumanın ayıbını orterse, Allah da onun dunya ve Ă‚hiretteki ayıplarını orter.
Mu ’min kul, din kardeşinin yardımında olduğu muddetce, Allah TeĂ‚lĂ‚ da o kulun yardımındadır...” (Muslim, Zikr, 38; İbn-i MĂ‚ce, Mukaddime, 17)
DERDE DEVA BULUŞLAR Bu hakikati cok iyi idrĂ‚k eden ecdĂ‚dımız Osmanlı da akıl hastalarının bile insanlık haysiyetini korumak icin boyle kimselere “muhterem Ă‚cizler” diye hitĂ‚b etmiş, toplumdan dışlanan cuzzamlılara merhamet elini uzatarak onlara “miskinler tekkesi” adı altında barınacakları mekĂ‚nlar hazırlamışlardır.
Yuksek hayĂ‚ ve vakĂ‚rından dolayı başkalarına ihtiyacını arz edemeyen yaşlı ve kimsesiz hanımların onurunu korumak icin vakıflar kurmuşlardır.
Sadaka verenle alanın birbirine mechul kalmasını temin maksadıyla cĂ‚milerde “sadaka taşları” ihdĂ‚s etmişlerdir.
Kurdukları aşhĂ‚nelerden muhtaclara dağıtılacak yemekleri, onların gonullerini incitmemek icin kapalı kaplarla gece karanlığında tevzî etmişlerdir.
Binaların sacak altlarına kuşların barınmaları icin zarif “kuş evleri” yapmışlardır.
Dolayısıyla bir mu ’min;
Gonlunun dertli olmasını istemezse, dertli gonulleri dertlerinden kurtarmalı, her zaman garip, yetim, yoksul ve muhtacların yanında ve butun mahlukĂ‚tın yardımında olmalıdır. Kalbini, dertli ve ıztıraplı yureklerin ve yorgun gonullerin huzur bulduğu bir rahmet dergĂ‚hı hĂ‚line getirmelidir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Şebnem Dergissi, Sayı: 163
İslam ve İhsan
PEYGAMBERİMİZDEN MERHAMET ORNEKLERİ