Esasen muhabbet, seven ve sevilen arasındaki muşterek vasıflardan kaynaklanır. Kulda ilÂhî esm ve sıfatlar tecellî ettikce, muhabbet-i ilÂhiyye de o nisbette ziyÂdeleşir. Ve nihayet tasavvuf buyuklerinin “Allah ’ın ahlÂkıyla ahlÂklanma” diye ifÂde ettikleri hÂl tahakkuk eder.
Muhabbet murÂkabesinin sıhhat ve hakikati de, ancak bu ÂlÂmet ve işÃ‚retlerle bilinebilir. MeselÂ:

er-RahmÂn: Merhamet eden ve butun mahlûkÂtına nimetlerini ihsÂn eden demektir. Kur ’Ân-ı Kerîm ’de en cok zikredilen esmÂ-i ilÂhiyyedendir. AllÂh ’ın bu ismi kulda tecellî ederse, o kul, merhamet ve şefkat kanatlarını canlı-cansız butun varlıkları icine alacak şekilde acar. Merhamet ve şefkatini yalnız kendisine ve yakınlarına değil; butun mahlûkÂta şÃ‚mil olacak şekilde sergilemeye başlar.

el-Mu ’min: Gonullerde îman ışığı parlatan, kendine sığınanlara eman veren, koruyan, rahatlatan, guven veren, vaadine guvenilen mÂnÂsına gelir. Bu isim kulda tecellî edince, hem îman gonle tam olarak yerleşir, hem de “emin/guvenilir” bir şahsiyet ve karakter ortaya cıkar. Elinden ve dilinden başkaları emin olur. EmÂnete hıyÂnet etmez.

el-BÂrî: Yarattığı her şeyi herhangi bir orneği olmaksızın sağlam bir nizam uzere yaratan, onları olgunlaştırarak Âz ve cihazlarını birbirine uygun ve kusursuz bir şekilde oluşturan demektir. Kulda bu isim tecellî edince, kÂinatta cereyan eden ilÂhî azamet ve kudret akışlarını muşÃ‚hede etme hÂli ortaya cıkar. Yaptığı her şeyi adÂletle, hakkÂniyetle ve sağlam bir şekilde yerine getirme hassasiyeti ve azmi oluşur.

el-Musavvir: Her mahlûku, ezelî hikmetinin gereği, muhtelif şekillerde yaratan, her birine husûsî bir sûret veren demektir. Bu isimden nasip alan kullar, kudret-i ilÂhiyyenin tecellîleri olarak; doğan guneşe, ışık huzmelerinin gurûbda resmettiği rengÂrenk tablolara, hayrete gark olmuş bir sûrette bakarlar. Onlar, bir yılana bile bu gozle nazar ettiklerinden, başkalarının duyduğu urkuntu yerine, bu hayvanın derisindeki hÂrelere, ayakları bulunmamasına rağmen hareketlerindeki sur ’at ve cevvÂliyete meftûn olurlar. Aynı toprak terkibinden cıkan gul ve dikene, acı ve tatlıya, rengÂrenk cicek ve meyvelere ibret ve hikmet penceresinden nazar ederler.

MÂlike ’l-mulk: Butun mulkun, kÂinÂtın yegÂne sahibi, butun varlık Âleminin tek hÂkimi demektir. Bu ismin tecellîsine mazhar olan kulda, mal ve mulkun emÂnet olduğu şuuru yerleşir. Malı ve mulku nasıl kullanacağının bilgi ve hikmetine erişir. İsraf ve cimrilik gibi mala ait mezmum hasletlerden arınır. İnfak, îsar ve fedakÂrlık gibi guzel hasletlerle muzeyyen hÂle gelir. Nimete şukur ve nimet verene tÂzim duygusu ziyadeleşir.

er-RezzÂk: Yarattığı butun mahlûkÂtın maddî ve mÂnevî butun rızıklarını ihsan eden demektir. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Nice canlı vardır ki, rızkını (yanında) taşıyamıyor. Onlara da size de rızık veren Allah ’tır. O, her şeyi işitir ve bilir.” (el-Ankebut, 60)

“Yeryuzunde yuruyen her canlının rızkı, yalnızca AllÂh ’ın uzerinedir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekÂnı bilir. (Bunların) hepsi acık bir kitapta (Levh-i Mahfuz ’da)dır.” (Hûd, 6)

Bu isimden nasip alan kul, rızkın değil, RezzÂk ’ın peşinden koşar. Her nimette O ’nu hatırlar. KÂinatta her an kurulan milyonlarca sofranın sahibinin comertliğine ve keremine hayrÂn olur. Rızkını elde ederken, haram ve şuphelilere asla el uzatmaz. Rızkına vesîle olduğu kimselere karşı da, minnet ve başa kakma gibi nezÂketsizliklerde bulunmaz.

el-Adl: Cok Âdil olan, asl zulmetmeyen anlamındadır. AdÂlet, her şeyin hakkını vermek demektir. Bu isimden nasip alan kul, zulmun her ceşidinden sakınır. Kendi aleyhine de olsa, yakınlarının aleyhine de olsa asla adÂletten geri durmaz. Hakkın tevziinde, CenÂb-ı Hakk ’ın Âdil bir memuru olmayı, her şeye tercih eder. Onun nazarında gozetilecek en buyuk hak, Hakk ’ın Âlî hatırıdır. Bu vasfıyla o, yeryuzunde AllÂh ’ın şÃ‚hididir.

el-Gafûr: Kullarının gunahlarını affederek orten, suclarından ve hatÂlarından vazgecip bağışlayan, mağfireti cok olan demektir. Bu ismin kendisinde tecellî ettiği kimse, hem du ve amelleriyle dÂimî bir şekilde istiğfÂra yonelir, hem de şahsına yonelik işlenen suc ve kabahatlere karşı bağışlayıcı olur. Kin tutmak ve duşmanlık beslemektense, bağışlamanın ve hatt bazen gormezden gelmenin buyuk bir fazilet olduğunun şuurunda olur.

el-Afuv: Affı cok olan, kullarının gunahlarını temizleyip silen anlamındadır. Bu ismin tecellîsine mazhar olan kul da, hem gunahlarının cokluğuna bakıp dÂim affını ister, hem de umitsizliğin her ceşidinden kendini uzak tutar. Diğer taraftan da kendisini affeden Yuce Rabbinin kullarına karşı son derece affedici olur. Affede affede affedilmeye liyÂkat kazanılacağının idrÂkine varır. Kotuluğe kotulukle karşılık vermektense, af ve musÂmaha ile davranmanın yuksek bir fazilet olduğunun şuuruna erer. Zira bilir ki, Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- kendisine yirmi kusur sene en ağır zulmu rev gorenlere karşı bile afla muÂmele etmiştir. Oyleyse O ’nun ummeti olarak bu buyuk sıfattan nasip almanın gereğine inanır. HallÂc-ı Mansur ’un kendisini taşlayanlar hakkında; “Y Rabbi! Bunlar bilmiyorlar, benden evvel Sen bu kullarını affet!” duÂsındaki engin şefkatten ve affedicilikten ibret alır.

es-Sabûr: Cok sabırlı olan, gunahkÂr kullarını cezalandırmakta acele etmeyen demektir. Bu isimden nasip alan kişi de sabır ve sebat gibi muvaffakıyetin onemli bir anahtarına sahip olur. Hak ve hakikati yaşama ve yaşatma azminde gevşeme olmaz. İbÂdetlerin îfÂsında, haramların cÂzibesine karşı koymakta ve başa gelen her ceşit musibet ve hadiselere karşı Hakk ’a teslimiyet ve rızÂda bu sabır nimetinden en guzel şekilde istifade eder.

el-Kerîm: Lutuf ve ihsÂnı bol olan ve her turlu fazîleti kendisinde cemeden demektir. Bu ismin tecellisine mazhar olan kul, cimriliğin her ceşidinden kurtulur ve AllÂh ’ın kendisine lutfettiği nimetleri AllÂh ’ın diğer kullarıyla kolayca paylaşabilecek bir ruh kıvamına erişir. Şahsiyetine halel getirecek her ceşit rezÂilden kendini korur. Hak katında mukerremliğin takv ile olduğu şuuruna vararak, bu yolda mesafe katetmenin derdine duşer.

el-Vedûd: Cok seven ve cok sevilen anlamındadır. Bu ismin tecellîsinden nasip alan kimse de hem Allah adına herkesi ve her şeyi sever, hem de herkes ve her şey tarafından sevilmeye başlar. Ancak inkÂr edenleri ve Hakk ’ın gazabını hak edenleri ne sever ve ne de onlar tarafından sevilmeyi arzular.
İslam ve İhsan