Sahip olduğumuz nimetlerin farkında mıyız? Nimet icerisinde yuzen cağımız insanın hesabı kim bilir nasıl olacaktır?Aziz Mahmud Hudayi Vakfı ’nın Afrika sorumlularından değerli bir ağabeyimiz birkac yıl once slayt eşliğinde guzel bir sunum yapmıştı. Afrika koylerindeki gundelik hayatı, oralardaki yaşantıları o kadar tatlı bir uslupla anlatıyordu ki adeta bizi alıp Afrika ’ya goturuyor, bir muddet oralarda gezdirip sonra geri getiriyordu. Aclık ve sefalet manzaralarını anlatırken ise dayanamayıp duygulanıyor, bizi de duygulandırıyordu. Yaşıyor, hissediyor, dertleniyor ve dertlendiriyordu. Vakıf sorumlusu ağabeyimiz şoyle bir hatırasını anlatmıştı:
“Bir gun yemek dağıtmak icin Afrika ’da yoksul insanların yaşadığı bir koye gittik. Yanımızda bol miktarda pirinc cuvalları goturmuştuk. Aşcılarımız, kocaman kazanlarda pirinc pilavı pişirdiler. Biz de kazanların başında, ellerinde kaplarla sırada bekleyen Afrikalı koylulere buyuk kaşıklarla bu pilavları pay ettik.
Akşamın karanlığı coktukten sonra, butun kazanlardaki pilavlar bitince bizler de haliyle cadırlarımıza cekildik. Arkadaşlarla beraber cadırda kendimize bir sofra hazırladık. Soframıza oturduk, yemeğimizi yedik, tam uyumaya hazırlanırken dışarıdan şimdiye kadar duymadığımız cinsten garip bir ses geldi.
Bu bir tur gıcırtı sesiydi bu, ama hicbir şeye benzetememiştik. ‘Allah Allah ’ dedik; ‘Bu acayip ses de neyin nesi? ’ Gecenin bir vakti olduğu icin doğrusu biraz da korkmuştuk. Herkes aynı anda birbirinin yuzune baktı. Sonra hep beraber cadırın dışına cıkıp sesin geldiği yone doğru baktık. On tane dev kazanın her birisinin icine beşer altışar tane Afrikalı cocuk sarkmışlar… Ve tırnaklarıyla kazanların dibine yapışan pirinc tanelerini kazıyıp yiyorlar.”
İC MUHASEBESİ Dunya ’nın bir ucundaki cocuklar bir kac pirinc tanesi yiyebilmek icin tırnakları ile kazanların dibini kazırken, bizim buzdolaplarımızın ve derin dondurucularımızın ağzına kadar dolu olması, yenilmeyen, beğenilmeyen ya da dolaplarda unutulan nimetlerin hoyratca cope dokulmesi ne kadar da acı bir tablodur. Bu manzara bizi bir ic muhasebesi yapmaya sevk etmeli... Biz bunca nimetin farkında olamazsak ve yapılan bunca israfa dur diyemezsek, acaba Rabbimizi nasıl razı edebiliriz? Yuce Kitabımızın; “Allah israf edenleri sevmez” (Araf, 31) fermanını duyup da hala kendimize gelme vaktimiz gelmedi mi?
Diğer taraftan bunca nimetin icerisindeyken gozu doymayan, daha fazlasını isteyen, hep daha fazlasını arzu eden bir nesil yetiştirmek gibi bir tehlike ile de baş başayız. Bilhassa ebeveynler olarak nimetin kadrini bilmeyen şukursuz bir neslin yetişmesinde payımız coktur. Peki, ne yapmalıyız? Once kendimizden başlayarak, nimeti verene hamd etmeyi, yetinmeyi, tevekkul etmeyi, şukretmeyi oğrenmeliyiz.
Sonra da cocuklarımızı surekli bir şeyler isteyen ve asla tatmin olmayan, tatmin olamadığı icin de mutlu olamayan kişiler olarak yetiştirmekten vazgecmeliyiz. Onları nimetlere boğarak bunu başarmamız mumkun değil. Her istediklerini yaparak da cocuklarımızı memnun ve mutlu edemeyiz. Haftada bir gun ya da ayda bir gun olsun soframızda sadece zeytin ekmek bulundurarak onlara az ile yetinmeyi oğretebiliriz. Ya da tabaklarda kalan nimetleri sunnetleyerek, dokulen, cope giden nimetlere dur diyerek, ekmeğe hurmet gostererek onlara guzel ornek olabiliriz.
Cocuklarımıza infakı sevdirerek ve diğerkÂmlığı teşvik ederek de iyi bir yonlendirme yapmış oluruz. Merhum Musa Topbaş Efendi hazretlerinin, bir muhtaca bir şey takdim edeceklerinde bazen kucuk cocukların eliyle vermesi, onların infaka alışması bakımından ne kadar da guzel bir ornektir.
COPTEKİ EKMEKLERE AĞLAMIŞ Merhum Ahmet Ziylan Bey ’in “İki Cift Soz Yeter” adlı kitabında anlattığı şu hatırası oldukca ibret vericidir: Annesi bir gun cope atılmış butun bir ekmek gorur ve eve donduğunde hungur hungur ağlamaya başlar. Annesine neden ağladığını sorar. Copte ekmeği gorunce bir hatırasının aklına geldiğini soyleyen annesi şu olayı anlatır:
14 yaşında genc bir kız iken bir donem evlerinde bir lokma bile ekmek olmazmış. Antep harbinde asker olan amcası, kendilerine verilen gunluk bir ekmeğin hepsini yemeyip bir kısmını onlara ayırırmış. Annesi ve diğer kardeşleri yirmi dort saat o ekmeği beklerlermiş. Akşama doğru amcası geldiğinde de o ekmeği kapışırlarmış. Bir gun sabah annesini uzum yapraklarını ciğnerken gormuş. “Ne yapıyorsun anne?” demiş. Annesi once soylemek istememiş ama kızının ısrarı uzerine soylemek zorunda kalmış. FedakÂr anne akşam gelen ekmeği “cocuklarım yesin” diye duşunerek uzum yapraklarıyla midesini susturmaya calışıyormuş.
Merhum Ahmet Ziylan Bey bu olayı anlatan annesinin gozyaşlarını hicbir zaman unutamadığını soyluyor. Cocuklarının kursağına uc beş lokma daha fazla kuru ekmek girsin diye asma yaprağı ciğneyen bu annenin ve yıllar sonra copte ekmek gorunce ağlayan kızının bu hatırası bizi uzun uzun duşunmeye sevk etmelidir. Copte bir ekmek gorduğumuzde biz de ağlayabiliyor muyuz; bunun bir muhasebesini yapmalıyız.
NİMETLERİN HESABI Yuce Rabbimiz Tekasur suresinin son ayetinde “Sonra o gun butun nimetlerden sorulacaksınız” buyuruyor. Ayakkabımızın bağından tutun, oturduğumuz evlere kadar butun nimetlerden sorulacak... Cay bardağının dibindeki caydan, yediğimiz lokmadan, aldığımız nefese kadar her şeyden sorulacak. Efendimiz ’in hayatından rivayet edilen şu hadise bu hakikati cok veciz bir şekilde ders veriyor:
Yoksulluğun yaygın olduğu gunlerdi. Evlerin coğunda sıcak bir corba dahi pişmiyordu. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem pek Âdeti olmadığı bir saatte evinden dışarı cıkmıştı. Bu sırada Hazreti Ebubekir cıkageldi. Peygamberimiz; “Seni buraya getiren sebep nedir ya Ebubekir?” dedi. Hazreti Ebubekir, “Allah Resulu ile buluşup onun yuzunu gorur ve ona selam veririm umidiyle cıkmıştım” diye cevap verdi.
Az sonra Hazreti Omer de geldi. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona da aynı şekilde; “Seni buraya getiren sebep nedir ya Omer?” diye sordu. “Aclık, ey Allah ’ın Resulu!” diye cevap verdi Hazreti Omer. Bunun uzerine Resulullah; “Ben de biraz acım” dedi.
Ve hep beraber Ebu ’l Heysem radıyallahu anh ’ın evine gittiler. Ebu ’l Heysem onlara hurma ve bazı nimetler getirdi. Ebul ’l Heysem ’in ikram ettiği hurmaları yiyip tatlı suyu ictikten sonra İki Cihan Guneşi Efendimiz, Hazreti Ebubekir ile Hazreti Omer ’e şu hatırlatmada bulundu: “Allah ’a yemin ederim ki bu, kıyamet gununde kendisi hakkında hesaba cekileceğiniz nimetlerdendir.” (Tirmizi, Zuhd, 39)
Aclıkla gecen uzun gunlerden sonra Allah ’ın habibi ve onun iki sahabisi bir nimete kavuşuyor ve Peygamberimiz o lokmaların hesabının verileceğini hatırlatıyor onlara… Nimet icerisinde yuzen cağımız insanın hesabı kim bilir nasıl olacaktır? Rabbimiz bizlere nimetin kadrini bilmeyi ve onu israf ve savurganlık gibi afetlerden muhafaza edebilmeyi nasip eylesin. Âmin.
Kaynak: Aydın Başar, Altınoluk Dergisi, Sayı: 434
İslam ve İhsan