
Hakk ’a kulluk; oncelikle yuksek bir şuur işidir.
İlÂhî kudret ve azamet karşısında hicliğimizi idrÂk etmek, Hakk ’ın dilemesiyle yokluktan varlığa cıktığımız gibi, varlığımızı da O ’nun lutfu keremiyle surdurebildiğimizin şuuruna varmak, her an ve her nefeste O ’na muhtac olduğumuzu bilmek, kulluğumuzun ozunu teşkil eder. Yani kulluk, saltanat-ı ilÂhiyye karşısındaki Âciz mevkiini gorebilmek ve haddini bilmekten gecer. Bunu lÂyıkıyla gorebilen bir insanda ise buyuklenmeye, varlık ve benlik iddiÂsına mecÂl kalmaz, engin bir tÂzim ve edep hÂlinde;
“Alan Sen ’sin, veren Sen ’sin, kılan Sen! Ne verdinse odur, dahî nemiz var?!” diye Hakk ’a iltic eden HudÂyî Hazretleri gibi, kulluğunu îtiraf ile hamd, şukur ve rız hÂlinde bulunur. Dolayısıyla tevÂzûdan nasîbi olmayanlar, Rabbin kudret ve azametini lÂyıkıyla idrÂk edemeyenlerdir.
Yine Ârifler sultÂnı Hazret-i MevlÂn ’nın:
“Ben kul oldum, kul oldum, kul oldum. Ben Âciz kul, kulluğumu îf edemediğimden utandım ve başımı onume eğdim. Her kole ÂzÂd edilince sevinir. İlÂhî! Ben ise, Sana kul-kole olduğum icin sevindim.” niyÂzında olduğu gibi, hakîkî tevÂzû, kulu ilÂhî azamet karşısında hiclik ve yokluğunu îtiraf ile boyun eğmeye sevk eder.
HZ. HASAN ’IN KULLUK EDEBİ
Nitekim Peygamber Efendimiz ’in torunu Hazret-i Hasan ’ın KÂbe ’yi tavÂf edip MakÂm-ı İbrÂhim ’de iki rekÂt namaz kıldıktan sonra icli icli tekrarladığı şu yakarışı, kulluk edebine dÂir ne guzel bir misaldir:
“YÂ Rabbî! Sen ’in kucuk ve zayıf kulun kapına geldi. AllÂh ’ım! Âciz hizmetcin kapına geldi. YÂ Rabbî! Dilencin kapına geldi, Sen ’in yoksulun kapına geldi!..”
Bu yanık ilticÂnın ardından oradan ayrılan Hazret-i Hasan yolda bir ekmek parcasıyla karınlarını doyurmaya calışan yoksul insanlara rastlar. SelÂm verir. Onlar da Hazret-i Hasan ’ı mutevÂzı yemeklerine dÂvet ederler. Peygamber torunu Hazret-i Hasan o yoksullarla birlikte oturur ve:
“–Bu ekmeğin sadaka olmadığını bilseydim sizinle birlikte yerdim.” buyurur. Ardından da:
“–Haydi kalkın, bizim eve gidelim!” der. O yoksulların karnını bir guzel doyurduktan sonra onlara elbiseler giydirir, ceplerine de bir miktar para koyup uğurlar.” (Ebşîhî, el-Mustatraf, Beyrut 1986, I, 31)
GERCEK TEVÂZÛ HÂLİ
İşte gercek bir tevÂzû hÂli, mu ’mini Rabbine ve O ’nun yarattıklarına karşı boyle bir duygu derinliği icinde yaşatan, yuksek bir kulluk edebidir. Bu edebi, şahsiyetlerine guzelce nakşedebilenler, her hÂl ve hareketlerinde olculu ve dikkatli olurlar. Oturuşlarında, kalkışlarında, giyim-kuşamlarında, konuşmalarında, sukûtlarında, duruşlarında, yuruyuşlerinde, velhÂsıl her hÂllerinde bu edebin tezÂhuru icinde bulunurlar.
CenÂb-ı Hak buyurur:
“RahmÂn ’ın (rahmetinin tecellî ettiği has) kullar onlardır ki, yeryuzunde vakar ve tevÂzû ile yururler...” (el-Furkan, 63)
“Yeryuzunde boburlenerek dolaşma. Cunku sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.” (el-İsrÂ, 37)
“Kucumseyerek insanlardan yuz cevirme ve yeryuzunde boburlenerek yurume. Zira Allah, kendini beğenmiş, ovunup duran kimseleri asl sevmez.” (LokmÂn, 18)
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Ornek AhlÂkından 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan