
Muslumanın para ile imtihanında tasavvufun rolu ne olabilir? Altınoluk: Para ile imtihanın, tasavvufî hayata ehemmiyet veren bir insana tesir etme riskini nasıl goruyorsunuz? Tasavvuf bu mÂnÂda gonul-akıl terbiyesinde acaba ne kadar devrede olur?
PARA İLE İMTİHANIN TEMELİNDE NEFSE UYMA VAR
Osman Nûri Topbaş: Gercek mÂnÂda bir tasavvufî hayattan soz ediyorsak, bu riski de asgarîde goruyoruz. Cunku muʼminin para ile imtihanda duştuğu zaafların temelinde, nefsine uyarak AllÂhʼın emrinden sapması yer alır.
Tasavvuf ise, nefsin ihtiraslarına set cekebilme eğitimidir. Nefse karşı sulhu olmayan bir cenktir.
‒Bir arınma disiplinidir. Kalbi Allahʼtan uzaklaştıran her şeyden sakınarak takvÂya erebilme cehdidir.
‒Sadece para ile alÂkalı olan değil, her sahadaki ilÂhî imtihan tecellîlerinin sırrını Âdeta varlığının zerrelerinde hissettiren bir kalbî uyanıklık tÂlimidir.
‒Her zaman ve mekÂnda Hakkʼın takdîrinden ve taksîminden memnun olarak Allah ile dost kalabilme sanatıdır. Hayatın med-cezirleri, değişen şartları ve surprizleri karşısında rûhî muvÂzeneyi koruyup şikÂyet ve sızlanmayı unutabilme mahÂretidir...
Ferîduddîn Attar buyurur:
“Kanaatten nasibi olmayanı, dunya malı nasıl zengin etsin?”
KAPİTALİZM AŞIRI İSTEKLER MEYDANIDIR
Kapitalizmin meydan bulduğu ve yeşerdiği saha, kanaat ve tevekkulun zaafa uğrayıp, hırs, haset ve ihtirasla haksız kazanc meylinin arttığı ortamlardır. Bu bakımdan mu ’minler, kendilerini oncelikle ihtiras ve aşırı istekler noktasında, tasavvufî bir eğitimden gecirmelidirler.
Bu da tembelliğe kacmayan bir kanaat ve tevekkulle gercekleşir. Kanaat ise, gercek zenginlik olup kişinin, mal ve mulk ihtirÂsına karşı esÂret ve kolelikten kurtulması demektir.
TİCARETLE İLGİLENEN MU'MİN NEFİS TEZKİYESİNDEN GECMELİ
Diğer bir gercek de şudur ki menfîliklerin Âdeta devÂsa bir boyuta ulaştığı zamanımızda bunlardan lÂyıkıyla korunabilmek, sırf gelişiguzel “fetv” olculerine gore hareket etmekle mumkun olmaz. Menfîliklerin boylesine coğaldığı bir mevsimde bunlardan tam mÂnÂsıyla korunabilmek, ancak “takv” olculeriyle mumkun olabilir. Dolayısıyla zamanımızda tasavvufî tavırlara îtibÂr etmek, daha da buyuk bir ehemmiyet arz etmektedir.
Hakîkaten, gunumuzde ticÂretle iştigÂl eden bir musluman, nefis tezkiyesi ve kalp tasfiyesinden gecmezse, paradan başka sınır tanımayan kapitalizmin carkları arasında mÂnen perişan olur.
HÂlbuki tasavvufî olgunluğa sahip bir muʼmin, maddî olarak kazansa da kaybetse de gonul huzurunu korumasını bilir. Zira kÂmil bir muʼmin icin muhim olan, para kazanmak veya kaybetmekten ziyÂde, para ile olan ilÂhî imtihanda kaybetmemektir.
UC KİŞİYE DAHA COK MERHAMET EDİN
Uc kişiye daha cok merhamet edin:
“Zenginlikten sonra fakirliğe duşene,
Hatırlı iken îtibÂrını kaybedip zelil olana,
CÂhiller arasında kalan Âlime.” (KelÂm-ı KibÂr)
DARLIKTA SIĞINAK DERGÂHLARDI
Tarih boyunca tasavvuf, hem iktisÂdî ve ictimÂî rahatlık zamanlarında rehÂvet, gevşeklik ve azgınlıkları engelleyerek mÂnevî zindeliği devam ettirmiş; hem de istilÂ, işgal ve zulum dolu zor donemlerde bunalan gonullere mÂnevî telkinleriyle nefes aldırmış; yaralı kalplere merhem, yorgun dimağlara tesellî olmuştur.
Gunduz ticÂrî hayatın hay huyuyla yorgun duşen esnaf, akşam dergÂha devam ederek hem mÂnevî bir eğitim alır, hem de ticÂrî hayatın yorgunluğunu giderirdi. Bugun bu nevî istifÂde imkÂnları mahdut olduğundan, tasavvufî temÂyullere yonelme hususunda her ferdin daha buyuk bir şahsî gayret gostermesi îcÂb etmektedir.
Gercekten, tasavvufî hayatın canlı olduğu zamanlarda tekke ve dergÂhlar, Âdeta bir rehabilite merkezi hÂline gelmiştir. İşi bozulan, Âilevî sıkıntıları olan veya kendi kendine aşamadığı herhangi bir derde giriftÂr olanlar, tekke ve dergÂhlarda huzur bulmuşlardır.
Nitekim Hazret-i MevlÂnÂʼnın; “Gel, gel, ne olursan ol yine gel!” cağrısı da, butun muzdariplere, cÂresizlere, umitsizlere bir kurtuluş davetidir.
GERCEK HAYAT, AHİRET HAYATIDIR
Hazret-i Osman buyurur:
“Dunya duşuncesi (ve ihtirÂsı) kalpte karanlıktır; Âhiretin tefekkuru ise kalpte nurdur.”
Butun bunlar da tamamen nebevî bir tavırdır. Nitekim Allah Rasûlu herhangi bir nîmet veya zafere ulaştığında; “AllÂh ’ım! Gercek hayat, sadece Âhiret hayatıdır (BuhÂrî, Rikak,) buyurarak gonullerde dunya meyli oluşmasının, yahut gurur, kibir ve enÂniyete kapılmanın yolunu kapatmışlardır.
Buna mukābil herhangi bir cile ve ıztırapla karşılaştıklarında da yine; “AllÂh ’ım! Gercek hayat, sadece Âhiret hayatıdır.” buyurmuş, boylece muʼmin gonulleri, fÂnî sıkıntılar sebebiyle umitsizlik, şikÂyet ve aşırı huzne gark olarak rız hÂlini zedelemekten sakındırmışlardır.
Neticede ummetine, her hÂlukÂrda huzur, sukûn ve denge icinde kalabilmenin mÂnevî recetesini vermişlerdir.
Yani insanın rûhu mÂneviyattan uzaklaşırsa, varlıkta da darlıkta da bunalımlara suruklenmekten kurtulamaz.
Varlıkta insanın dizginlenmesi îcÂb eder, darlıkta ise tesellîye ihtiyacı olur. Bu sebeple insanın, nebevî terbiye usullerini temel alan tasavvufî telkinlere, hem varlık hem de darlık zamanlarında ihtiyacı vardır. Zira varlık da darlık da birer imtihandır. Hatt denilebilir ki varlığın imtihanı, darlığın imtihanından daha buyuktur.
Zira varlıkta, nefsin palazlanma ihtimÂline mukÂbil; darlıkta, onun acziyeti sebebiyle AllÂhʼa teveccuh etmek daha kolaydır. Elverir ki AllÂhʼın takdîrine karşı şikÂyetci olunmasın…
İmÂm GazÂlî buyurur:
“Asıl huner ve Âfiyet, bollukta sabretmesini bilmektir.”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş / Muslumanın Para ile İmtihanı, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan