
Hz. Mevlana ’nın (r.a.) Mesnevî ’de anlattığı ibretlik kıssa: “Kibirli Fare ile Sabırlı Deve”nin hikayesi...Kibirli fare ile sabırlı devenin Mesnevî ’de anlatılan ibretlik hikayesi...
FARE İLE DEVENİN HİKAYESİ Kucuk bir fÂre kocaman bir devenin yularını kapmış, eline almış, kurula kurula gidiyordu. Deve, kendi huyu, uysal tabiatı yuzunden, onunla yol alıp giderken fÂre, kendi kucukluğunu goremeden:
“– Meğer ben ne muthiş bir pehlivanmışım, develeri surukleyebilecek bir yiğitmişim!” diye boburleniyordu.
Gide gide bir nehrin kenarına geldiler. Nehri goren fare, kibrinin şaşkınlığı icinde donup kaldı. Onun kibrinin farkında olan deve ise, mÂnidÂr bir şekilde:
“– Ey dağda, ovada bana arkadaş­lık eden! Neden durakladın? Neden boyle şaşırıp kaldın? Haydi, yiğitce nehrin icine gir. Sen benim kılavuzum, oncum değil misin? Yol ortasında boyle şaşırıp kal­mak, sana yaraşır mı?” dedi.
Mahcûp duşen fÂre, kekeleyerek şoyle cevap verdi:
“–Arkadaş! Bu su pek buyuk, pek derin bir su; boğulurum diye korkuyorum.”
Deve suyun icine girip:
“– Ey kor fÂre! Su diz boyu imiş, korkmana gerek yok!” dedi.
FÂre caresiz ve mahcûp itirafına devam etti:
“–Ey hunerli deve! Nehir sana gore karınca, bize gore de ejderha gibidir. Cunku dizden dize fark vardır. Benimki gibi yuz tane dizi ust uste koysak, ancak senin bir dizin eder.”
Bunun uzerine akıllı deve, fÂreye şu nasîhatte bulundu:
“–Oyleyse, gurur ve kibire aldanıp bir daha terbiyesizlik etmeye kalkma; haddini bil! Sana olan hoş goruş ve musÂmahama kapılıp şımarma; cunku AllÂh, şımaranları sevmez! Var git; sen, kendin gibi fÂrelerle boy olcuş!”
Artık, iyiden iyiye gerceği anlayıp utanmış bulunan fÂre:
“–Tevbe ettim, pişman oldum. AllÂh icin olsun şu oldurucu, şu boğucu sudan beni gecir!” diye yalvardı. Boylece deve, yine merhamet edip ona acıdı da:
“– Haydi! Sıcra da horgucumun ustune cık, otur! Bu sudan gecmek veya başkalarını gecirmek benim işimdir. Zîr vazîfem, senin gibi yuz binlerce Âcize hizmetten ibarettir.” dedi ve fareyi nehrin obur tarafına gecirdi.
Hazret-i MevlÂn ’nın Mesnevî ’de anlattığı bu hikÂyede fÂre; başından buyuk işler gormeye kalkışan, kendini başkalarından ustun goren, boburlenen bir kişinin semboludur. Deve ise sabırlı, tecrubeli, hunerli ve kÂmil bir insanın remzidir.
KISSADAN CIKARILACAK HİSSE Hazret-i MevlÂn ’nın bu kıssayı nakletmekten murÂdı da, ondan nice ibretli duşunce, fikir ve hisseler aksettirmektir. Cumlelerinin her birini bir irfan deryÂsı hÂlinde soyleyen Hazret-i Pîr, buradan cıkarılması gereken nukteleri de yine kendisi şoyle ifade buyurur:
“İblis, onceleri melekler arasında buyuk tanınmış, kendini ustun gormeye alışmıştı. Bu alışkanlığı yuzunden şımardı ve AllÂh ’ın emrinin azamet ve haşmetinin farkına varmadı; Âdem -aleyhisselÂm- ’ı hakîr, aşağı gordu. Boylece aşağıların aşağısı bir Âkıbete dûcÂr oldu...”
“Bil ki, bakır, altın olmadıkca bakırlığını bilmez. Gonul de mÂnevî kıvÂma ulaşmadıkca hatalarını gormez, suflîliğini anlamaz. Ey gonul! Nefsin kibir ve gurur cukurundan kurtul da sen de bakır gibi iksîre hizmet edip bir altın hÂline gel! Gonulleri kuşatan sevgiliye hizmet et!..”
“Bu sevgililer, gonul sahibi olanlardır. Gece ile gunduz birbirinden nasıl cekinir ve ayrılırsa, onlar da dunyadan oyle cekinir, oyle kacıp dururlar...”
Butun bu anlatılanlar gosteriyor ki «benlik» ve «iddi»nın girdiği yerde mevkî ve rutbenin putperestliği başlar, orada asl rahmet tezÂhur etmez.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ab-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
DEVEYE BAKMIYORLAR MI?