
Edeb, İslĂ‚m nazarında o kadar ehemmiyetlidir ki, onu kısaca tĂ‚rif etmek icin “İslĂ‚m, edepten ibĂ‚rettir.” denilebilir. Cunku Allah ve Rasûlu ’ne itaat edilerek yapılan işlerin tamamı, aynı zamanda edeb îcĂ‚bıdır. Yasaklar ise edebe muhĂ‚lif olan şeylerdir.
Akıl ve hikmet nazarı ile bakıldığında Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de en fazla uzerinden durulan mevzuun, edeb ve ahlĂ‚k olduğu gorulur. Ondaki tĂ‚rihî kıssalar dahî edeb ve ahlĂ‚kı, yĂ‚ni davranış mukemmelliğini telkin maksadıyla zikredilmiştir.
Bir sultĂ‚nın veya yuksek mevkî sĂ‚hibi birinin huzûrunda olanlar, dışarıdaki gibi davranamaz, bulundukları yer ve makĂ‚ma uygun edepli tavırlar sergilemeye gayret ederler. Ehlullah da her an AllĂ‚h ’ın huzûrrunda bulundukları idrĂ‚kiyle yaşadıklarından, edebe cok îtinĂ‚ ederler. Boylece edeb hĂ‚li, onların butun hayatlarına yansır. ZîrĂ‚ onlar, her zaman ve mekĂ‚nda Hakk ’ın huzûrunda bulunduklarını perdesiz olarak goren ve delilsiz olarak hisseden Ă‚rif gonullerdir. YĂ‚ni onlar:
“…Her nerede olursanız olun, O (Allah) sizinle beraberdir...” (el-Hadîd, 4) sırrının Ă‚şinĂ‚ları olarak her anlarını AllĂ‚h ile beraberlik şuuruyla yaşarlar.
CenĂ‚b-ı Hak:
“Onlar namazlarını muhĂ‚faza ederler.” (el-MeĂ‚ric, 34)
“Onlar namazlarında devamlıdırlar.” (el-MeĂ‚ric, 23) buyurur.
Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚, bu Ă‚yetlere işĂ‚rî bir mĂ‚nĂ‚ vererek şoyle der:
“Kul, namazdaki hĂ‚lini namazdan sonra da muhĂ‚faza eder. Boylece butun bir omrunu, edeb ve huşû ile; dilini ve gonlunu muhĂ‚faza ederek gecirir. Bu, gercek Ă‚şıkların, Hak dostlarının hĂ‚lidir...”
EDEBİN ESÂSI
Edebin esĂ‚sı, îmĂ‚nın olgunluğundan başka bir şey değildir. Edeb, hayvĂ‚nî vasıflardan kurtulup insĂ‚nî meziyetlerle ziynetlenmektir. Gercekte musluman olmak da, İslĂ‚m edebine sĂ‚hip olmaktır; ulvî guzellikleri, hĂ‚l ve davranışlara yansıtabilmek ve bunları surekli hĂ‚le getirebilmektir. Bu da ancak insanın, ihsĂ‚n duygusuyla, yĂ‚ni devamlı bir sûrette ilĂ‚hî kameralar altında bulunduğu şuuruyla yaşammasına bağlıdır.
Edeb, aynı zamanda her edepsizin edepsizliğine de sabır ve tahammul gosterebilmektir.
Edeb, rûhun ve gonlun susudur.
Edeb, her işin usûludur. Usûlsuz vusûl (vuslat, maksada ulaşmak) mumkun olmadığından, edeb noksanlığı ile de gercek insanlık seviyesine ulaşmak, mumkun değildir. ZîrĂ‚ insan, bedeniyle değil, asıl yuksek rûhî temĂ‚yulleriyle insandır.
Edeb, aklın ve fazîletin dışa akseden gorunuşudur. ZîrĂ‚ dîn, edeb ve muruvvet, hep akıl ve fazîletin netîceleridir. Mu ’minin edeb ve ahlĂ‚kının guzel olması, îmĂ‚nının da son derece kuvvetli olduğunun bir gostergesidir. YĂ‚ni edeb, aynı zamanda kĂ‚mil îmĂ‚nın bir aynasıdır.
Edeb, maddî ve mĂ‚nevî belĂ‚lardan muhĂ‚faza eden bir sığınaktır. İbn-i AbbĂ‚s -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- şoyle buyurur:
“Irzlarınızı muhĂ‚faza eden kale, edeptir.”
Edeb, kĂ‚mil insanların muhabbet harcıdır. Edeb, insana hayĂ‚tı ve icinde yaşadığı toplumu sevdiren, nezih bir keyfiyettir. Buna binĂ‚en buyukler, “Kişinin edepli olması, butun dunya servetinden daha hayırlıdır.” buyurmuşlardır. Edeb, şeytanın duşman olduğu bir husustur. Bu sebeple evlĂ‚dına edeb oğretmeyen ana-baba, şeytanı ve duşmanlarını sevindirmiş olur.
Edebin en fazîletlisi, kişinin haddini bilerek sınırı aşmaktan sakınmasıdır. Bu sebeple; “UlemĂ‚nın yanında diline, evliyĂ‚nın yanında kalbine, sofrada eline, misĂ‚firlikte gozune sĂ‚hip ol!” denilmiştir.
MevlÂn Hazretleri buyurur:
“İblis ’in ilĂ‚hî kapıdan kovulması, Hakk ’ın karşısında edepsizce konuşmasındaki cur ’etindendir... (İlk cidĂ‚l, kendini yaratan CenĂ‚b-ı Hakʼla iblis arasında oldu. İblis, kendini beğenerek Âdemʼi kucuk gordu, secde etmeyi kibrine yediremedi. Gurur ve kibir ahmaklığı icinde kulluk edebini terk etti, Hakkʼın emrine Ă‚sî oldu.)
Eğer şeytanın başını ezmek istersen, gozunu ac ve gor; şeytanı kahreden, edeptir. İnsanoğlunda edep bulunmazsa, o gercekten insanlığa vedĂ‚ etmiş demektir. Zira insan ile hayvan arasındaki fark, edeptir.”
Edeb, insanı maddî ve mĂ‚nevî her turlu belĂ‚dan muhĂ‚faza eder. ŞĂ‚ir ne guzel soyler:
Edeb bir tĂ‚c imiş nûr-i HudĂ‚ ’dan,
Giy ol tĂ‚cı, emîn ol her belĂ‚dan…
Bu itibarladır ki, evvelce tekke ve dergĂ‚hların duvarlarını susleyen îkaz levhalarından biri de “Edeb yĂ‚ Hû!..” idi.
Edeb, her hususta baş tĂ‚cıdır. Diğer bir Ă‚rif şĂ‚ir de bu hakîkati şoyle dile getirir:
Ehl-i diller arasında aradım kıldım taleb,
Her huner makbûl imiş; illĂ‚ edeb, illĂ‚ edeb!..
AMELDE EDEP, ONUN KABULUNE İŞARETTİR
Enes bin MĂ‚lik -radıyallĂ‚hu anh-; “Amelde edeb, onun kabûlune işarettir.” demiştir. Yine Allah dostları; “İbĂ‚det, insanı cennete goturur, ibĂ‚dette edeb ve tĂ‚zîm ise AllĂ‚h ’a goturur, Hakk ’a yaklaştırır.” demişlerdir. Dolayısıyla ahlĂ‚kın en mukemmeli ve edebin en ustunu, dînde edeb, yĂ‚ni Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya karşı gosterilen edeptir ki, tasavvufun en muhim gayesi de budur. Bu gĂ‚ye, ham insanı ihsan duygusu ile kĂ‚mil bir insan hĂ‚line yukselterek AllĂ‚h ’a karşı edeb sĂ‚hibi kılmaktır.
İbn-i AbbĂ‚s -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- şoyle buyurur:
“Butun edeplerin başı, hem rahatlıkta hem de darlıkta Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın emirlerine riĂ‚yet etmek ve yasaklarından da kacınmaktır.”
Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ da şoyle buyurur:
“«–Îman nedir?» diye aklıma sordum. Aklım da kalbimin kulağına eğilip; «–ÎmĂ‚n edepten ibĂ‚rettir...» diye fısıldadı. O hĂ‚lde edebi olmayan kimse, AllĂ‚h ’ın lutfundan mahrum kalır.”
AllĂ‚h ’a karşı edepten sonra, O ’nun Rasûlu ’ne gosterilecek edeb gelir. CenĂ‚b-ı Hak, bilhassa HucurĂ‚t Sûresi ’nde ve bircok Ă‚yet-i kerîmelerde mu ’minlere, Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e karşı edebi muhĂ‚faza etmelerini emreder. Bu edepleniş, ustĂ‚da, ana-babaya, mu ’minlere ve boyle silsile hĂ‚linde butun mahlûkĂ‚ta uzanır.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saadetten Gunumuze Faziletler Medeniyeti, Erkam Yayınları.
İslam ve İhsan