
“Biz Allah ’a aitiz”... Kulluk şuurunu 3 kelimede ozetleyen bu cumleyi nasıl idrak etmemiz gerekir? Ahmet Taşgetiren Altınoluk Dergisi'nin bu ayki sayısında "Biz Allah'a aitiz" diyebilmenin onemini yazdı.Hayatta İken "İnna lillah" diyebilmek...
“İnna lillah. Biz Allah ’a aitiz.”
Aziz Mahmud Hudayi hazretleri, “Ne verdinse odur dahi nemiz var” diyor.
“Alan sensin, veren sensin, kılan sen. Hakîkat uzre anlayıp bilen sen. Tutan el ve ayak Sen ’den geluptur. Goren goz ve kulak Sen ’den geluptur. Efendi dil dudak Sen ’den geluptur. Ne verdinse odur dahi nemiz var.”
Hakikaten nemiz var HÂlık Teala ’nın lutfettiğinden başka?
Duşunsek bir, taş olarak yaratılsaydık, taş olmamayı başarabilir miydik?
Ot olarak yaratılsaydık ot olmamayı, bocek olarak yaratılsaydık bocek olmamayı başarabilir miydik?
Allah onları oyle yarattı ve onlar kulluklarını oyle surduruyorlar. Taşın da zikri var, yıldızların, ağacların da... Belki bizim anlamadığımız ama Yaratan ’ın mutlak bildiği onlara oğrettiği bir lisanla zikr-i dÂim halindeler.
ALLAH, İNSANA SECME HURRİYETİ TANIDI
Dileseydi Halik Teala, insan suretindeki varlığı da butun hucreleriyle ve gayrı iradi olarak zikreder halde yaratırdı. Buna kudretinin olduğunda hic kimse şuphe edemez. Taşı yaratan, insanı da taş huviyetinde yaratabilir.
Ancak insana bir farklılık lutfedildi. İrade verildi. Secme hurriyeti tanındı. Taşa, ağaca, boceğe gore daha geniş bir alan.
Ama bu alan verilirken de ondan, kulluk şuuruna ulaşması istendi. Sağda solda dolaşabilirsin, arayışlarda bulunabilirsin, hatta ana eksenden kayabilirsin, ama bil ki yaptığın işten sorumlu tutulacaksın. Her yaptığın iş, hesabına yazılıyor ve karşına faturası cıkacak.
Yaratan sana boyle bir dolaşım imkanı verdi ama istiyor ki iradi olarak O ’na yonelesin, O ’na kulluğunun farkına varasın, “Ne verdinse odur dahi nemiz var” diyerek, sana lutfedilen her şeyin, O ’nun ikramı ile gercekleştiğinin idrakinde olasın, ve “Kul oldum, kul oldum, kul oldum” diye şakıyıp şukredesin.
“İnna lillah – Biz Allah ’a aitiz” şuuru.
Hicbir şeydik, bir şey olduk lutfu ilahi sayesinde.
KAİNATIN İNTİZAMI OLMASAYDI NE OLURDU?
Şu kendi bunyemizdeki insicama bir baksak yeter, işlerken varlığının farkında olmadığımız uzuvların, işlemediğinde ne kadar hayati değer taşıdığına...
Eklemlerimiz olmasaydı.
Gozlerimiz bir yere saplanıp kalsaydı.
Suyu yutamasaydık.
Ayaklarımızdaki, ellerimizdeki parmaklar olmasaydı.
Kaşlarımız, kirpiklerimiz olmasaydı.
Kalbimiz dura kalka calışıyor olsaydı.
Hafıza denen şeyden mahrum olsaydık, bilgiyi saklayamasaydık.
Annemizden doğup annemizi tanımasaydık, ya da doğurduğumuz cocuğu unutsaydık...
İsimleri, yuzleri karıştırsaydık.
Ya da bize tasarlama gucu verip, olcu vermese ve “İnsanı insanın kurdu olarak yarattım, yiyin birbirinizi” deseydi.
Ya da, bir takım kurgu bilim filimlerde tasarlandığı gibi otlara, taşlara, boceklere ya da tum hayvanata insan gibi tasarlama gucu verip, insanla savaşa soyunabilmelerine imkÂn tanınsaydı. İnsana karşı savaşa soyunan dağlar, taşlar, ağaclar, bocekler, kuşlar canavarlar...
Nasıl olurdu?
Yaratan ’ın insanın icine bir duzen hissi koyması ve “Din” dediğimiz olculer butununu gondermesi de sonsuz rahmetinin yansıması değil midir?
İnsanın icinde bir insicam yaratılmış, insanın birbiri ile ve dışındaki dunya ile ilişkisi icin bir nizam konulmuş. Butun bunların insanın yaratılış gayesi ile alÂkası var ve tamamı Allah ’a kulluğun bilincli olarak idrak edilmesine yonelik.
“İNNA LİLLAH – BİZ ALLAH ’A AİTİZ” BİLİNCİ
Kur ’an ’da buyuruluyor:
“Andolsun, sizi biraz korku, (biraz) aclık, (biraz da) mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenlere (lutfu keremimi) mujdele.
Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şuphesiz (her şeyimizle) Allah ’a aitiz ve şuphesiz O ’na doneceğiz” derler.” (Bakara, 155-156)
Bakın şu ayete:
“De ki: «Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz, elinize gecirdiğiniz mallar, kesÂd (a uğramasın) dan korka geldiğiniz bir ticÂret ve hoşunuza gitmekte olan meskenler size Allah ’dan, Onun peygamberinden ve O ’nun yolundaki bir cihÂddan daha sevgili ise, artık Allah ’ın emri gelinceye kadar bekleye durun. Allah faasıklar guruhunu hidÂyete erdirmez.” (Tevbe, 24)
Neredeyse insanın butun hayat cercevesi zikredilmiş ve insandan, bunların hic birinin “Allah ’tan, Allah ’ın Rasulunden ve Allah yolunda cihaddan daha sevgili olmaması” istenmiş.
Yani insan, bir oncelik sıralaması yapacaksa, Yaratan istiyor ki, boyle yapsın. En başa Allah ’ın hoşnutluğunu koysun. Onun yanına Rasulunun yanında durmayı koysun.
Ve onun yanında malını ve canını cennet karşılığında Allah Teala ’ya odunc (karz-ı hasen) vermek anlamında cihadı koysun.
“İnna lillah – Biz Allah ’a aitiz, O ’nunuz” desin yani.
Nerede?
Hayatta.
Ayette “Bir musibetle karşı karşıya kaldığında” deniyor. “Korku, aclık, maldan – candan, urunlerden azalma” deniyor, bunlar da hayat seruveninin merhaleleri, gidenin arkasından değil, bizatihi insanın yaşadığı anda karşılaşacağı şeyler ve orada ilk refleksinin “İnna lillah – Biz zaten Allah ’a aitiz” olması gerekiyor.
“Allah ’a aidiyet bilinci”ni yuklenmek, icinde hayatı korumak ve hayatta ebedi kalma sevk-i tabiisi bulunan insan icin hic de kolay olmayan bir hadise ve bir kalb kıvamını zaruri kılıyor. Bir anlamda, “Zaten donuş O ’na değil mi? Hayatın kanunu bu değil mi? Biz zaten O ’na ait değil miyiz? Kendimizi ebedi kalacakmış gibi, her şeyi kendi bilek gucumuzle kazanıyormuşuz gibi farzetmenin anlamı var mı?
Kendini yeniden formatla, yeniden ilk varoluş safhasına don ve “Hicbir şeyken bir şey haline geldiği”ni, bir damlacık suyun icinde beynin, kalbin, ellerin, ayakların, damarların, sinirlerin, gozlerin kulakların, dilin damağın, sindirim- solunum sistemlerinin, eklemlerin kemiklerin oluştuğunu ve bunun da “Kun – Ol” gibi bir ilÂhi fermana bağlı olduğunu, icinde ruh diye yaşayan şeyin ilÂhi bir nefha olduğunu, o cekip alındığında ortada sadece bir kadavra kalacağını hatırla.” diye konuşmak kendi icinde.
“İnna lillah – Biz Allah ’a aitiz.”
Bu bir hayat disiplini olmalı mu ’minde.
Bunu bir hayat disiplini haline getirmeliyiz.
Allah ’ın verdiği rızıktan infak et. Ne kadar, yuzde 2.5. Ya bir de “Biz Allah ’a aitiz” perspektifi ile bakabilirsek.
Allah can vermiş, onu gotur, Rabbin huzurunda kıyama durdur. Ne kadar? Gunde beş vakit, 24 saatin icinden bir saat. “Gunde beş kere hayatı durdurmak olur mu?” diye sormak var bir, sanki kendisine verilen o saatleri, gunleri, yılları el emeği ile kazanmış gibi, bir de, “Biz zaten Allah ’a aitiz” bilinciyle, butun zamanlarında Allah ’ın huzurundaymış gibi, daima namazdaymış gibi, daima kıyamda ve ferman-ı ilahiye hazırmış gibi yaşamak var.
Her an ihramlı, her an oruclu gibi yaşamak.
Daimi kulluk şuuru icinde.
Evlatta, malda, mulkte, makamda, mevkide butun statulerde “Allah hakkı”nı unutmamak.
Evet, bu başka bir ruh halidir, başka bir hayat anlayışıdır, başka bir manevi disiplindir. Ve mu ’minden beklenen tam da budur.
İmtihan da, bunu yapabilip yapamadığımız ya da ne kadar yapabildiğimiz noktasındadır.
Koyup gidenler, arkasından, yureklerimize ne kadar acı bırakırsa bıraksın, “İnna lillah – Biz Allah ’a aidiz” demek kolay, ama hayatımızı tanzim ederken “Allah ’a aidiyet” bilinci icinde hareket etmek... bu cetin. Bu, adanış ruhunu yuklenmek demek. Bu, Allah icin vermek, vermek ve vermek demek. Bu sıbgatullah ’a boyanmak demek. Bu, ilahi ahlÂkla ahlÂklanmak demek. Bu, nefsimiz adına boş varlık kuruntularından kurtulup, hayatın ancak Allah ’ın lutfu keremi ile var olabildiğine dair manasını gercek anlamda kavramak demek.
Ne mutlu o idrak seviyesine ulaşanlara.
Ahmet Taşgetiren/ Altınoluk Dergisi / Sayı; 357
İslam ve İhsan