Kur ’an-ı Kerim ’de derinleşmenin farklı olculeri bulunmakta. Onlardan bir tanesi de 'nefis tezkiyesi'. Allah-u teÂlÂ, Şems Suresi'nin 9. ayetinde, “Nefsini tezkiye eden felaha ermiştir.” buyurarak ve Kıyamet Suresi'nde nefsini tezkiye edenlerin uzerine yemin ederek bu hakikati kullarının idrakine sunuyor.İnsan, kÂinatta akıl ve şuur melekesine sahip yegÂne varlıktır. Bu ozelliği dolayısıyla kendisinin dışındaki diğer varlıkların aksine, ilahi hakikatleri akıl ve şuur melekesi ile kavrayabilmektedir.

Diğer bir ifade ile ilahi kelama muhatap olan bir varlıktır. Bu hitabın sahibi yuce Allah, kendi hitabını “vahiy” olarak isimlendirmektedir. Vahiy, ulema tarafından metluvv ve ğayri metluvv olarak ikiye ayrılmaktadır. Ve hemen hemen butun ulema, Kur'an ’ı Kerim ’in manalarının muhatap tarafından acık ve net bir şekilde anlaşılabileceği noktasında ittifak etmişlerdir.

SADAKA-YI CARİYE OLARAK MİRAS BIRAKILAN İLİM

Kadim ulemamız, Arap Dilinin en iyi şekilde oğrenilmesi icin başta Sarf ve Nahiv olmak uzere ceşitli ilimler vaz etmişler, Kuran ’ın edebi vechesinin ve ifade uslubunun daha iyi anlaşılması icin Beyan, Bedii ve Meani ilimlerini iceren Belağat İlmi ’nin esaslarını belirlemişler ve bahsedilen bu ilimlerle alakalı yuzlerce eser telif etmişlerdir. Ve kendilerinden sonra gelen nesiller icin sadaka-yı cariye olmak uzere bir ilmî miras bırakmışlardır.

Bunun en guzel orneği, ozellikle ecdadımızın medrese geleneği icerisinde okutulan Arapca ilimleri ve kitaplarıdır. Ulema bununla da kalmamış Kur ’an-ı Kerim ’deki manaların daha iyi anlaşılabilmesi icin bircok tefsir kitapları telif etmiştir. Bu eserler sayesinde Kuranı Kerim ’deki manalar derinlemesine incelenmiş ve insanların bu mucize kitaptan daha iyi istifade etmesi amaclanmıştır.

PEYGAMBERİMİZ VAHİYLERİ NEDEN YAZDIRDI?

Burada asıl uzerinde durulması gereken husus, sadece anlama derecesinde Kur ’an-ı Kerim ’le iletişim kurmanın yetersiz olmasıdır. Vahiy esas itibari ile Rasulullah ’ın kalbine ilka edilen ve onun mubarek fem-i muhsininden hic bozulmadan dokulen Sozlu bir malzemedir.

Yani vahiy kitap olarak inmemiştir. Rasulullah ’ın ayetleri vahiy katiplerine yazdırması, sadece vahyi muhafaza altına almak ve onu onceki kitapların başına gelen tahriften muhafaza etmek gayesi iledir.

Kur ’an bazen ayet ayet, bazen de sûre halinde inerken; başta Rasulullah ’ın ve ardından sahabe-i kiramın amacı, o ayetleri hayata gecirmek ve ilahi buyruk istikametinde tavır almak idi. Yoksa entelektuel tartışmalara malzeme yapmak değildi.

AMAC KUR ’AN ’IN HEDEFLEDİĞİ HAYAT CERCEVESİ

Zira ayetleri anlamak ‘asr-ı saadette ’ zor bir durum değildi. Kur ’an, zaten onların anlayacağı bir dille iniyor ve bizzat Kur ’an ’ı Kerim, kendisinin acık bir Arapca lisanı ile tenzil olunduğunu ifade ediyordu. Buradaki temel husus, lafzın mucize olmasıyla birlikte ayetlerin ifade etmek istediği mananın kişinin ic dunyasında tam bir teslimiyet ve iman ile makes bulması ve Kur ’an ’ın hedeflediği bir hayat cercevesi oluşturması idi.

BU SAVAŞ KIYAMET SABAHINA KADAR SURECEK

Zaten o donemde olan şey de tam olarak buydu. Bu yuzden muşrikler Kur ’an ’ın inişine ve Rasulullah ’ın risaletine duşmanca bir tavır sergiliyorlardı. Cunku bu sistem -yani İslam- her şeyi Allah-u Teala ’nın belirlediği ve hem madde ve hem de mana buudlarının her alanını kapsayan bir nizam ortaya koyuyordu. Bu temelde, tek bir mucadelenin resmiydi: hak ile batıl arasındaki kadim ve kıyamet sabahına kadar surecek bir savaş.

İNSANA SUNULAN İKİ YOL

Burada insanın karşısına hududları belli ve yonu tayin edilmiş iki yol sunulmaktaydı.

Bu iki yol; atamız Hz. Adem ’den son Peygamber Hz. Muhammed ’e kadar peygamberler vasıtası ile bizlere kadar ulaşan ve bizden de kıyametin kopacağı Âna kadar suregidecek olan Hak ile onun karşısında temelde Allah ’ın otoritesine karşı cıkan ve Rabbine başkaldıran, onun yerine kendi madde temelli sistemini ikame etmeye calışan ve liderliğini her cağda farklı unsurların ustlendiği -ki Kuranda bu unsurlara genel manada şeytan ve onun coğulu şeyatin denmekte ve bunların hem insanlardan ve hem de cinlerden muteşekkil olduğu ifade edilmektedir- BÂtıl zihniyet.

HAKKI TERCİH EDEN KİŞİ NE YAPMALI?

Bu iki yol arasında hakkı tercih eden kişiye artık tek bir iş duşmektedir. O da Kur ’an ve Sunnetin ışığında hayatını gecirmek. Bunu yaparken de devamlı bir bilinc ve şuur halinde olmak. İşte bu şuurun elde edilmesindeki en onemli metod, vahiyle ilişkiyi her daim canlı tutmaktır. Manaları kendi ic dunyasında anlamlandırmak ve ayetlerin ifadelerindeki manaları derinlemesine hissetmek. Kritik soru şu: Peki bu nasıl olacak?

Cevap yine kitabın ve o kitabın hayata gecirilmiş, ete kemiğe burunmuş muşahhas orneği olan sunnetin icinde yer almakta. Orneğin, Kur ’an ’a genel olarak bakıldığında yuzlerce ayet bize ceşitli fiillerle (teakkul, tefekkur, tezekkur, tedebbur, zikr, tefakkuh vb.) duşunmeyi emretmektedir.

“DUŞUNMEZ MİSİNİZ?” LAFZINDAKİ GENİŞ ZAMAN KİPİ

Bu ayetlerde genellikle bir hakikatten bahsedilir ve ayetin sonunda “Duşunmez misiniz, akletmez misiniz?” gibi sonuc cumlesi bulunur. Buradaki fiillerin hemen hemen hepsi geniş zaman kipi ile gelir. Bu da duşunme işinin devamlı olması gerektiğini ifade eder. Duşunme eleştirmeye goturur. Tasavvufun nefs-i levvame dediği şeydir aslında bu. Kendini test etme, kritik etme, hayatını sorgulama hep bu ameliyenin sonucudur.

ALLAH NEFSİNİ TEZKİYE EDENLERİN UZERİNE YEMİN EDİYOR

Bu ozellik insanda devamlı bir hal alınca kişinin bir sıfatı haline gelir. Ve bu işi yapan nefse Allah yemin ederek onu şereflendir: “And olsun kıyamet gunune, and olsun nefsi levvameye (kendini eleştirip yaptığı kotuluklerin farkına varıp kendini kınayan nefse)”1 Levm yani kınama devam ettikce ruh safaya ermeye başlar, yani ğıllu ğîş ’ten, her turlu camur ve pislikten arınmaya başlar.

Artık kurtuluş yolunda sabit kadem olma haline gelme yolunda devam eder. Tasavvufta nefis tezkiyesi denilen muhteşem ruhi tecrube hayatı dizayn eder. Artık felah kapısı aralanmaya başlamıştır. Guneş ışığının gecenin zulmetini yarıp kendine bir yol bulması gibi, tezkiye de nefsin fucur karanlıklarının icinden bir yol bulmaya başlamıştır artık. İşte ayette bahsedilen şey aslında budur: “Nefsini tezkiye eden felaha ermiştir.”2

Tezkiye tasfiye ile birleşince maddi ve manevi olarak tekamul başlar. Tekamul ayetleri hayata gecirmede tavizsiz olma ve hic zorlanmadan her turlu ibadeti yerine getirme şeklinde tezahur eder.

Ayette infak edin emrini okuyunca hic duşunmeden infak eder. Hadislerdeki teheccud tavsiyesini tereddudsuz yerine getirir. Ancak nefsin icindeki fucur merkezi devamlı faaliyettedir. Ama kişi, bu merkezi zayıflattığı icin kendi kendine hÂkim olmuştur artık. İlerledikce bu yolda duşman da buyumeye başlar. Şeytanlar da kavileşir gitgide. Sonra nefsin terakkisi artar ve artık levvÂmeden mulhimeye gecer.

İSLAM ’IN GOZU İLE DUNYAYA BAKMA

Mulhime yani doğruyu ya da yanlışı ilham eden nefis. Burada kişi karşılaştığı olaylar karşısında ic dunyasında ilham edilen bir vasıf ile meseleleri değerlendirmeye başlar. Daha veciz bir ifade ile “Dunyanın gozu ile İslam ’a bakmayıp İslam ’ın gozu ile dunyaya bakmaya” başlar.3

Hayatı anlama ve algılama bicimleri yani hayatı okuma bicimi, artık Allah ’ın gor dediği yerden olmaktadır. Bu halin surmesi icin gerekli olan şey yine tezkiyedir. Zira zulumat, yani karanlıklar, dış dunyada olduğu gibi nefiste de varlığını surdurmektedir.

MAKAM ARTTIKCA TEZKİYE SIRADANLAŞIR MI?

Tezkiye devam ettikce artık mutmainne makamına erer insan. Artık insan-ı kamil olma yolu daha bir zorlaşmaktadır. Burada şoyle bir istifham tevehhum edilmemelidir: Nefs-i tezkiyede başvurulan yontemlerin en başında gelen zikir vs. unsurlar kişide alışkanlık halini alabilir mi? Dolayısı ile artık tezkiye sıradan bir vaka-yı adiye olabilir mi? Buna verilebilecek cevap; “hayır” olacaktır. Zira hadisi şerif ’te de belirtildiği gibi nefisle cihat “Buyuk bir cihat”tır. Cihat dunya hayatının sonuna kadar devam edecek ve şeytanlar bizim durumumuza gore taktikleri değiştirecek ve ceşitli yollara tevessul edeceklerdir.

Mesela bu aşamada artık başlangıcta karşılaşılan şehvet, dunya malına tamah gibi yolların yerini, ibadeti ile ovunme, başkasını kucuk gorme, kendini beğenme gibi daha derin ve karmaşık ve ic Âlemin merkezi ile alakalı imtihanlarla karşılaşılmaktadır.

Bunun en guzel misali Bilal Habeşi hazretlerini (r.a) annesinden oturu ayıplayan Ebu Zerr hazretlerinin (r.a.) durumu gibidir. Ama daha sonra Ebu Zerr (r.a.) hatasını anlayıp Bilali Habeşi (r.a.) ’dan af dilemiş ve o da onu affetmiştir. İşte Ebu Zerr (r.a.)ı hatasından donduren şey, nefsini tezkiye surecine devam etmesi ve kendisini eleştirip hakkı hemen kabul etme basiretidir.

“KAHRIN DA HOŞ LUTFUN DA HOŞ” MAKAMI

Bundan sonra kişi tezkiyeye devam ederek Raziye makamına erer ve bu makamı ile artık Allahu TeÂla ’dan gelen her şeyde ilahi bir tecelli arar. “Kahrın da hoş, lutfun da hoş” diyerek Rabbinden gelen her şeye razı olur. Artık Rabbi ile ilişkisi daha bir derindir.

Daha sonra mardiyye makamı gelir ki artık insanı kamil makamına doğru son basamağa cıkar insan. Mardiyye yani razı olunan nefistir artık. İslam o kişinin hayatında tam manası ile aksini (yankısını) bulur. Her şeyiyle ornek olur kişi. Artık hadisteki ifadesi ile Allah bu kişinin goren gozu, işiten kulağı olur.4

Tıpkı sahabede olduğu gibi. Artık goklerdeki yıldızlar gibidir bu kutlu topluluk, hangisine uyulursa hidayete goturucu birer numune-i imtisal olunur. (radıyellahu anhum ecmain)

Son soz olarak sunnet-i nebeviye ittiba sadedinde şu dua ile bitirmek istiyoruz: “Ya Rabbi! Bizleri nefsini tezkiye yolundan ayrılmayan kullarından eyle. Bizleri nefsimizin tuzaklarına duşmeyen salihlerden eyle!” Amin.

Dipnotlar: 1) Kıyamet suresi, 1-2. 2) Şems Suresi, 9. 3) Bu konuda ozellikle Rasim Ozdenoren ’in “Muslumanca Duşunme Uzerine Denemeler” adlı eserindeki “Cağın gozuyle İslam ’a mı bakmalı, İslam ’ın gozuyle cağa mı?” kısmının okunmasını tavsiye ederiz. S. 66. 4) Buhari, Rikak, 38.

Duran Ekizer/ Altınoluk Dergisi / Sayı, 347
İslam ve İhsan