İslÂm ’ın hÂkim değer olarak bulunduğu toplumlarda bile, diyelim Osmanlı ’da LÂle Devri ’nde, Musluman, para ile buluştuğunda ayaklar kaymaya başlıyor. Peki bir Musluman Kapitalizm'in şerrinden kendisini nasıl koruyacak? Altınoluk: Şoyle bir durum var. İslÂm ’ın hÂkim değer olarak bulunduğu toplumlarda bile, diyelim Osmanlı ’da LÂle Devri ’nde, Musluman, para ile buluştuğunda ayaklar kaymaya başlıyor. Onceki devreler icin de bunlar soylenebilir. Bir de şimdiki zamanda İslÂm, toplumda var olmakla birlikte hÂkim sistem, hÂkim değer değil. HÂkim değer, hem global plÂnda hem de ulke plÂnında kapitalizm.

Deniyor ki nasıl direneceğiz? O donemde bile para ile imtihanda ayaklar kayabildiğine gore, boyle bir zamanda, kurulu o yapı toplumu değiştirir. Şu kadar zamandır yoneticilerimiz de belli duyarlılıkta olmasına rağmen, toplum değişiyor, donuşuyor. Ne kadar bir sure dayanılabilir diye soruluyor. İnsan bu kapitalist yapı icinde kendini nasıl korur? Bir mÂzereti var mıdır? Belki once buradan başlamak gerekir.

YANLIŞ YOLLAR OLMASA İMTİHAN OLMAZDI

Osman Nûri Topbaş: İnsanları yanlış harekete sevk eden muessirler, her zaman ve her toplumda dÂim var olagelmiştir. Bunun sebebi, hayatın insanlara bir imtihan vesîlesi olarak sunulmuş bulunmasıdır. Nitekim Âyet-i kerîmede:

“İnsanlar, imtihandan gecirilmeden, sadece «ÎmÂn ettik» demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?” (el-Ankebût, 2) buyrulmuştur.

Peygamber Efendimiz buyurur:

“(NefsÂniyetle dolu) dunya lezzetleri, Âhiretin acılarıdır. (İmtihan mÂhiyetindeki) dunyanın acıları ise Âhiretin lezzetleridir.” (HÂkim, Mustedrek, c. IV, s. 345)

Bu imtihan Âleminde insanları yanlışa sevk edecek hicbir menfîlik olmasaydı, doğru harekette bulunmak herhangi bir mukÂfÂtı gerektirmezdi. Allah TeÂlÂ, kendisine kullukta hicbir engele mÂruz bulunmayan bir zumre de yaratmıştır ki onlar meleklerdir.

MENFİ ŞARTLAR; NEFİS VE CEZBEDİCİ TUZAKLAR

CenÂb-ı Hak, insanları ve cinleri ise imtihan etmek uzere hem musbet hem de menfî şartlarla donatarak yaratmıştır. Bu menfî şartlar; insanın icindeki nefsÂnî temÂyuller ve dış dunyadaki cezbedici haram tuzaklarıdır.

Elde edilen bir gÂlibiyetin şerefi, ona ulaşmak icin goğuslenen guclukler nisbetindedir. Bir baba bile evlÂdına, bir zorluğa katlanması karşılığında mukÂfat vaad eder. Bundan daha tabiî bir şey olamaz.

CenÂb-ı Hak da, biz kullarına dunya imtihanındaki nefsÂnî ve şeytÂnî engelleri aşarak kendisine kullukta bulunabildiğimiz takdirde, dunya huzuruna ilÂveten Âhirette de “Cennet” ve “CemÂlullÂh” ile mukÂfatlandıracağını vaad etmektedir. Bundan dolayı, dunya hayatının “imtihan” vasfı sebebiyle, menfîlikler azalıp coğalmakla birlikte, her devirde dÂim var olacaktır. Yaşadığımız devir de, bu gerceğin dışında değildir.

GUNUMUZDE HAKK'A YONELMENİN MUKAFATI DAHA FAZLA

Hatt gunumuzde Hakkʼa yonelmeye mÂnî olan hususların cokluğu sebebiyle, bunları aşarak CenÂb-ı Hakkʼa kulluk edebilenlerin, cok daha buyuk mukÂfatlara nÂil olmaları umulur.

O hÂlde gunumuzdeki şartların ağırlığı, hic kimse icin mÂzeret olamaz. BilÂkis, Hakkʼa yonelebilmenin şerefi, bertaraf edilen guclukler nisbetinde olduğu icin, firÂsetli muʼminler, bu guc şartlara peşinen mağlup olmak yerine, onlarla mucÂdele etmeyi tercih etmekle mukelleftirler. Bu da ancak “takv” olculeriyle yaşamakla mumkundur.

“Dîni sevenler dunyadan cıkmadı. Dunyayı sevenler dinden cıktı.” (KelÂm-ı KibÂr)

SİSTEME KARŞI DURMADA TAKVANIN ONEMİ

TakvÂ; nefsÂnî arzuları bertaraf etme, rûhÂnî istîdatları inkişÃ‚f ettirme, dÂim ilÂhî kameralar altında bulunduğumuzu şuurlu bir idrak hÂline getirebilmektir. İşte bir muʼminin, Âhir zaman fitnelerinden korunabilmesi, bu takv zırhına burunmeye bağlıdır.

ZAMANIMIZIN EN NAZİK MESELESİ BUDUR

Zamanımızda bu işin ehemmiyeti, birinci derecede, parayı kazanma ve sarf etme hususunda kendini gostermektedir. Zira gunumuzde ticÂrî faaliyet sahasına hÂkim olan gayr-i İslÂmî tavırların yaygınlaşması ve hatt meşrû sayılması neticesinde, yanlışlardan korunmanın gucluğu sebebiyle, zamanımızın en nazik meselesi budur.

SERVET SAHİBİ OLMAK BAHT VE KADER İŞİ

Takv ehli bir muʼmin, servet sahibi olmanın bir baht ve kader işi olduğuna inandığından, bu inanc yardımıyla, dÂim hÂlinden memnun olma imkÂnına sahiptir. Elverir ki bu inancı butun benliğinde hissetsin.

Hakîkaten kazanc, bir baht işidir. Bir adam gorursunuz; adamın hicbir ticarî tecrubesi yoktur, ama bir arsası vardır, bir anda değerlenmiştir de zengin olmuştur. Ben kazandım demeye, ovunup gururlanmaya başlar.

Diğer bir kimseyi de gorursunuz; firÂsetlidir, ekonomik kÂideleri diğerinden cok daha iyi bilir, ama bir turlu işlerini duzeltemez. Halk da bu gerceği fark etmiş olduğundan, bÂzı insanlar icin; “taşı tutsa altın olur”, bÂzı insanlar icinse “altın tutsa taş olur” demiştir.

“Rabbin (birer imtihan olarak) rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Şuphesiz ki O, kullarından haberdardır, (onları) cok iyi gorur.” (el-İsrÂ, 30)

CenÂb-ı Allah Fecr Sûresiʼnde buyuruyor ki:

“İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nîmet verdiğinde (sevinir, bunun bir imtihan olduğunu duşunmeden) «Rabbim bana ikram etti.» der.(el-Fecr, 15)

Bunun devamındaki Âyette de; Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise (insan uzulur) «Rabbim beni onemsemedi (bana ehemmiyet vermedi)» der. (el-Fecr, 16) buyruluyor.

RIZA-İ İLAHİ, TAKDİRE RAZI OLMAKTAN GECER

HÂlbuki kazanılan paranın kişiye hayır mı getireceği, şer mi getireceği bilinmez. Gaybı yalnız Allah bilir. Bu yuzden kÂmil bir muʼmin, ne para kazandığında gereğinden fazla sevinir, ne de kaybettiğinde luzumundan fazla uzulur. Her hÂlukÂrda gonlunu CenÂb-ı Hakkʼa karşı rız makÂmında tutar.

Zira bilir ki CenÂb-ı Hakkʼın rızÂsına nÂil olmak icin, evvel kulun, kendisi hakkında takdîr edilene rız gostermesi, kanaat ve tevekkul ehli olması şarttır. CenÂb-ı Hak, kuluna ne kadar imkÂn verirse versin, kul dÂim hamd, şukur ve zikir hÂlinde olmalı, “Niye falana verdi de bana vermedi?” duşuncelerini bir kenara atmalı, hayatın acı-tatlı surprizleri ve değişen şartları karşısında istikÂmetini korumak icin “sabır” silÂhına sarılmalıdır. Rasûlullah r Efendimizʼin telkin ettiği; “Esas hayat, Âhiret hayatıdır.” hakîkatinin şuur ve idrÂki icinde olmalıdır.

TEREDDUTSUZ TESLİM OLANLARA İLAHİ MUJDE VAR

Nîmetlere nÂil olduğunda CenÂb-ı Hakkʼın takdîrinden rÂzı olup, buna mukÂbil onlardan mahrum kaldığında ilÂhî takdîre karşı hoşnutsuzluk gostermek, CenÂb-ı Hakkʼa teslîmiyetle bağdaşmaz.

Fakat insan, mÂnen olgunlaşmadıkca da, bu beşerî zaaftan kolay kolay kurtulamaz. Ancak nefsini tezkiye edip “rız makÂmı”na ulaştığında, ilÂhî irÂdenin hayır veya şer şeklinde tecellî eden butun kaz hukumlerine tereddutsuz teslîmiyet gosterir, şikÂyet ve sızlanmayı bir kenara bırakır. Boyle kÂmil muʼminler hakkındaki ilÂhî mujde ne guzeldir:

“Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O ’ndan rÂzı, O da senden rÂzı olarak Rabbine don. (SÂlih) kullarım arasına katıl ve Cennetʼime gir!” (el-Fecr, 27-30)

Allah Rasûlu buyurur:

“Altın ve gumuş paranın, kibir ve gurur taşıyan elbisenin kulu olan helÂk olsun!.. Menfaat duşkunu (muhteris) kişiye (dilediği) verilirse memnun olur, verilmez ise rÂzı olmaz (ilÂhî taksim ve takdîre isyan eder).” (BuhÂrî, RikÂk10, Cihad 70; İbn-i MÂce, Zuhd 8)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş / Muslumanın Para ile İmtihanı / Erkam Yayınları, 2013
İslam ve İhsan