
Hayra cağırıp, kotuluğu def etmede, insaları Hakk'a cağırmada Tasavvufî uslubun onemi ve etkisi nedir? Ebû Derda Hazretleri'nden ibretlik bir kıssa ile uslubun onemi...Ashab-ı kiramdan Ebû Derda Hazretleri Şam'da kadılık yapıyordu. Birgun halkın bir gunahkĂ‚ra sovup saydıklarını işitti ve onlara:
"-Siz kuyuya duşmuş bir adam gorseniz ne yaparsınız?" diye sordu.
Oradakiler:
"-İp sarkıtıp cıkarmaya calışırız." deyince Ebû DerdĂ‚ Hazretleri bu defa:
"-Oyleyse gunah kuyusuna duşmuş bu adama da nicin bir ip sarkıtıp onu kurtarmayı duşunmuyorsunuz?" diye sordu.
Şaşırdılar:
"-Sen bu gunahkĂ‚ra duşmanlık duymaz mısın?" dediler.
Ebû Derda Hazretleri de şu hikmetli cevabı verdi:
"-Ben, onun kendisine ve şahsiyetine değil, gunahına duşmanım."
Bu misĂ‚lde Ebû DerdĂ‚ Hazretleri'nin mu'min gonullere yerleştirmek istediği pek derin hikmetler vardır. Bu hikmetler, CenĂ‚b-ı Hakk'ın emir ve rızası ile Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-'in yuce ahlĂ‚kından ummete yansıyan ulvî pırıltılardır ki bunlar, İslĂ‚m tarihinde hep birer olgunluk dustûru olarak hidĂ‚yet surûr ve nûruna vesile telakkî olunmuş ve amel-i sĂ‚lih toprağında kokleşerek tasavvufî bir uslûp hĂ‚line gelmiştir.
GUNAHKÂRI, GUNAHI İCİNDE BOĞMAYIP TEVBE DERYASINDA ARINDIRMA GAYRETİ Bu uslûp, gunahkĂ‚rı, gunahı icinde boğmayıp, onu musamaha, afv, merhamet ve muhabbet ikliminde, tevbe deryasında arındırma gayretidir. Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Ebû Cehil gibi muşriklerin en azgınına dahî boyle bir incelikle yaklaşmış ve muhatabının gunah cukurlarını comaklayıp rezaletleriyle uğraşmamış, sadece ve sadece îmĂ‚nın kurtuluş ve seadet deryasında tertemiz olmaya cağırmıştır. Nitekim CenĂ‚b-ı Hakk'ın îmĂ‚n ve tevbeye sarılan kimsenin evvelki gunahlarını silmesi, hic işlememiş gibi muamele buyurması, hatta samîmiyet olcusunde o gunahların hepsini sevap defterine aktarması, bu hususta bize yol gosteren buyuk bir hikmet meş'alesidir. Âyet-i kerîmede buyurulur:
"Ancak tevbe ve îmĂ‚n edip guzel ameller işleyenlerin, işte AllĂ‚h onların kotuluklerini iyiliklere (gunahlarını sevaplara) cevirir. AllĂ‚h cok bağışlayıcı, engin merhamet sahibidir." (FurkĂ‚n, 70)
Bu yuce merhametten nasip alamayanlar, hem kendilerinin hem de insanlığın duşmanıdırlar. Boylesi merhamet ve şefkat bilmeyen gĂ‚filler, ilĂ‚hî nasiplerinin yollarını tıkayan zavallılardır. Ancak merhamet kaynağını elde eden MevlĂ‚nĂ‚lar ve Yûnuslar gibi Hakk dostları ise, insanların da dostları olarak herkes tarafından, hatta kurdu ve kuşuyla butun bir kĂ‚inat tarafından sevilen nûr yuzlu mutebessim birer cennet gulleridir. Onlar dikenlerin uzerinde dahi Ă‚leme guzellik dağıtır ve gonul yaralarını tedavi ederler. İşte onemli olan budur; gul tabiatli olabilmek, yĂ‚ni bu dunyĂ‚ bahcesinde dikenleri gorup onlardan incinerek dikenleşmek değil, araya kış gibi cileler de girse onları bahar iklîmleriyle kucaklayarak butun Ă‚leme bir gul olabilmek... Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ ne guzel buyurur:
"Ay geceden urkmediği, karanlıklardan kacmadığı icindir ki nûrlandı, ışık sacmaya başladı. Gul de o guzel kokuyu diken ile hoş gecindiği icin kazandı."
"Bu hakikati gulden de işit. Bak o ne diyor: Dikenle beraber bulunduğum icin neden gama duşeyim, neden kendimi kedere salayım? Ben ki gulmeyi, o kotu huylu dikenin beraberliğine katlandığım icin elde ettim. Onun vesilesiyle Ă‚leme guzellikler ve hoş kokular dağıtma imkĂ‚nına kavuştum..."
Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri, bu hĂ‚le erişebilmek icin zarûrî olan uslûbu bir beytinde şoyle hulĂ‚sa eder:
Ol dost icin ağuları (zehirleri),
Şeker gibi yutmak gerek!..
Merhûm Ramazanoğlu Mahmûd SĂ‚mî -kuddise sirruh- Hazretleri'nin bir talebesi gecirdiği buhran dolayısıyla zaafa uğramış ve sarhoş bir vaziyette kapısına gelmişti. Kapıyı acan kişi:
"-Bu ne hĂ‚l! Hangi kapıya geldiğinin farkında mısın?" diye azarlayınca bitkin ve bîcĂ‚re adamcağız:
"-Beni merhametle kucaklayacak başka bir kapı var mı ki!.." dedi.
Olup biteni iceriden işiten Hazret, hemen kapıya geldi ve o gonlu zedelenmiş talebesini iceriye buyur ederek onu can sarayına aldı. Onun vîrĂ‚ne olmuş gonlunu merhamet, şefkat ve muhabbetle ihyĂ‚ etti. Bu gonul inceliği uslûbu ile irşĂ‚da mazhar olan o şahıs da butun menfî hĂ‚llerinden kurtularak ileriki hayĂ‚tında sĂ‚lihler zumresine dĂ‚hil oldu.
ASLINA İTİBAR VE İLTİFÂT İşte insana mutasavvıfĂ‚ne bir gozle bakmak, onun gunahlarla kirlenmiş durumundan ziyĂ‚de aslına itibar ve iltifĂ‚t etmeyi gerektirir. Tasavvufî uslûbun -gunĂ‚hı değil- gunahkĂ‚rı hoş gorup merhametle kucaklamasının derin bir hikmeti de işte budur. Gercek bir mutasavvıf, gunahkĂ‚r insanı, kanadı kırık bir kuş gibi şefkat ve alĂ‚kaya muhtac bir varlık olarak telĂ‚kkî eder. Onun buhranlı rûhunu teskîn etmenin, yeniden sıhhat ve huzûra kavuşturmanın endişesini sînesinde hisseder. Cunku HĂ‚lık icin mahlûka gosterilecek şefkat ve musĂ‚maha, mu'minleri kemĂ‚le ve fazîlete erdiren en kuvvetli bir muessirdir.
AshĂ‚bdan biri, ceza vere vere artık bıktıkları bir icki mubtelĂ‚sı hakkında lĂ‚net etmişti. Bunu işiten AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurdu:
"Ona lĂ‚net etmeyin. AllĂ‚h'a yeminle soyluyorum, bu adam hakkında bildiğim bir şey varsa, o da, AllĂ‚h ve Rasûlu'nu sevmiş olmasıdır." (BuhĂ‚rî, Hudûd, 5)
Cunku insan, asıl gĂ‚yesinden ne kadar uzak kalırsa kalsın "insan" olmak haysiyetiyle yine de yuce bir şeref sĂ‚hibidir. Onun oz cevherindeki yucelikten habersiz olarak gunah bataklığına saplanması, tıpkı KĂ‚be-i Muazzama'nın duvarındaki Haceru'l-Esved'in, oradan yere duşup kir pas icinde kalması gibidir. Bu hĂ‚le lĂ‚kayd kalarak feverĂ‚n etmeyecek hicbir mu'min vicdĂ‚nı tasavvur olunamaz. Bu hĂ‚lde bile mu'minler Haceru'l-Esved'e hurmetten vazgecmezler. Onu derhal tozu toprağıyla kapar, gozyaşları ve dilleriyle temizleyerek eski yuce ihtiram mevkiine koymak icin birbirleriyle yarışırlar. Onun cennetten cıkmış bulunduğunu ve ozundeki yuce değeri duşunurler. Halbuki insan da Haceru'l-Esved gibi cennetten cıkmadır. İşlediği gunahlarla ne derecede duşerse duşsun, onun ozundeki değer bĂ‚kîdir.
Diğer taraftan hicbir liyĂ‚katli doktor, hastasına, kendisini niye hasta yaptığı yolunda kızmaz. Hastalık, kişinin kusûruyla ilgili bir husus sebebiyle ortaya cıkmış olsa bile bunu, hastanın fiil veya duşunce bakımından kaynaklanan acziyetinin doğurduğu bir netice olarak yorumlar. Boylece hastaya, hasta olmasına sebep olacak hususlar dolayısıyla kızmak yerine, onun cektiği ızdırap ve elemi goz onunde bulundurarak vakit gecirmeden buyuk bir merhamet ve şefkatle tedĂ‚vîsine yonelir. Kendini bu tedĂ‚viyle mukellef gorur. İşte mutasavvıf da, cemiyet icinde hastahĂ‚ne koğuşlarını gezen bir doktorun şu hissiyĂ‚tıyla yaşar. Davranışlara hĂ‚kim kılınan bu hissiyĂ‚t da yoldan cıkmışlar icin Ă‚detĂ‚ bir can kurtaran simididir.
Boyle bir can simidi uzatmak ve dînen gunahkĂ‚r olan bir insanı, icine duşmuş olduğu gunah denizinden kurtarmak, pek ulvî bir seadet vesilesidir. Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-'in, Hayber fethi esnasında harp meydanında Hazret-i Ali'ye yaptığı şu tenbih, cĂ‚lib-i dikkattir:
"-YĂ‚ Alî! Bir kimsenin senin vĂ‚sıtanla hidĂ‚yete ermesi senin icin uzerinde guneşin doğup battığı her şeye sahip olmandan daha hayırlıdır."
Bu hakîkat Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyurulur:
"... Kim onu (bir insanı) ihyĂ‚ ederse, butun insanları ihyĂ‚ etmiş gibi olur..." (el-MĂ‚ide, 32)
Bu, bir îmĂ‚n meselesidir. Şuphesiz insana aid davranışların hatĂ‚ durumu en ağır olanı kufurdur. Bunun bile kurtulabilme şansı, yumuşak bir uslûp ile daha fazla mumkun olduğundandır ki CenĂ‚b-ı Hak MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-'ı Firavun'a îmĂ‚n telkîni icin gonderdiğinde ona "kavl-i leyyin" yĂ‚ni yumuşak sozle hitap etmesini emir buyurmuştur. ZîrĂ‚ hidayete davet edenin bundaki muvaffakiyeti, yukarıda ifĂ‚de buyurulduğu uzere kazancların en buyuğune kopru olan bir amel-i sĂ‚lihtir. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, Firavun'un kufurdeki şiddetinden -hĂ‚şĂ‚- gĂ‚fil değildi. Dolayısıyla muhatap, kufurde Firavun derecesinde şiddetli olsa bile bizim telkîn uslûbumuzu, asıp kesmek, tehdit savurmak gibi his taşkınlıklarına değil yumuşak soz soylemenin vakarlı istikametine yonelten ilĂ‚hî talimatı doğru ve iyi kavramalıdır. Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ ne guzel buyurur:
"AllĂ‚h'ın: sozunu iyi anla!"
"ZîrĂ‚ kaynayan yağa su dokersen ocağı da harap edersin, tencereyi de..."
CenĂ‚b-ı Hakk'ın, Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-'in şahsında butun ummete ifade buyurduğu şu Ă‚yet-i kerîme de bu hakîkati beyan eyler:
"(Ey Rasûlum!) O vakit AllĂ‚h'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! ŞĂ‚yet Sen kaba ve katı yurekli olsaydın, hic şuphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu hĂ‚lde onları afvet; bağışlanmaları icin dua et..." (Âl-i İmrĂ‚n, 159)
Diğer bir Ă‚yet-i kerîmede de daha sarîh olarak şoyle buyurulmuştur.
"(Resûlum!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve guzel oğutle cağır!.." (en-Nahl, 125)
“BABAN BİLE SENİN GOZUNDE BİR CANAVAR GİBİ SALDIRICI VE ISIRICI GORUNUR” Bu uslûp, sırf gunahkĂ‚r ve kĂ‚firler icin değil, belki en zirve noktalarda İslĂ‚m'ı yaşamakta olan insanlarda bile beşeriyet îcĂ‚bı gorulebilecek birtakım zaaf ve kusurlara karşı da luzûmludur. ZîrĂ‚ kusûru duzeltmeye calışırken muhĂ‚tabı ezip onu rencide edecek sert ve kaba bir uslûp, maksadın hilĂ‚fına ve belki de tam zıt istikĂ‚mette netîcelere sebep olabilir. Cunku boyle bir uslûpla yapılan îkĂ‚zlarda bazen insanlar babalarına karşı bile tahammulsuz olabilmektedirler ki, başkalarına tahammullu olmaları mumkun değildir. Boyle durumlarda soylenen doğrular da gonullere tırtıklı bir bıcak tesiri yapmakta; fayda ve cazibesini kaybetmektedir. Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ buyurur:
"Bir kabahatin dolayısıyla seni azarladığı zaman baban bile senin gozunde bir canavar gibi saldırıcı ve ısırıcı gorunur..."
"Bu hĂ‚l, onun azar ve cefĂ‚sından kaynaklanan derdin bir tesiridir. YĂ‚ni babanın îkĂ‚zı, senin iyiliğin icin olduğu hĂ‚lde ettiği azar ve cefĂ‚, onun gonlundeki merhamet ve acıyışı sana canavar gibi gostermektedir..."
İşte insandaki bu psikoloji unutulmamalı ve ne kadar gunĂ‚ha batmış olursa olsun onun kıymetli bir varlık olduğu idrĂ‚ki ile hareket edilmelidir. Bunun icindir ki hadîs-i şerîfte Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"İnsana gunah olarak musluman kardeşini kucuk gormesi yeter." buyurmuşlardır.
Bu hadîs-i şerîfin hikmetini kavramış bulunan BezmiĂ‚lem VĂ‚lide Sultan'ın, hizmetcilerin şahsiyetlerinin ezilmemesi icin onların kırdığı eşyaları tazmin etmek uzere Şam'da bir vakıf kurması, bizlere gosterdiği gonul ufku acısından pek cĂ‚lib-i dikkattir.
Bu şuurda bir mu'min, tebliğ ve irşadda uslûp olarak "muĂ‚hezeyi kendisine, musĂ‚mahayı gayriye" yoneltmelidir. ZîrĂ‚ AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ buyurur:
"... Kullarının gunahlarını O'nun bilmesi yeter!.." (Furkan, 58)
"... Birbirinizin sucunu araştırmayın; kimse kimseyi cekiştirmesin (dedikodu yapmasın); hanginiz olu kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksindiniz (değil mi?)..." (el-Hucurat, 12)
Bu Ă‚yet-i kerîmeler muvacehesinde yaşayabilen ideal insanlar, hicbir zaman dunyĂ‚yı ukbĂ‚ cephesinden ayrı mutĂ‚laa etmeyen buyuk ahlĂ‚k ve fazîlet kahramanları olmuşlardır. Boyle mĂ‚nĂ‚ sultanlarının izinde yuruyerek tĂ‚rihe yon veren dunyĂ‚ sultanlarından biri olan OsmĂ‚n GĂ‚zî'nin, mĂ‚nevî hĂ‚mîsi Şeyh Edebali Hazretleri tarafından zĂ‚hiren ona; bĂ‚tınen ise onun şahsında gelecek olan butun devlet adamlarına, daha acık bir tabirle, tĂ‚ Ă‚ileden başlamak uzere en alt kademeden en ust kademedeki her idareciye yaptığı şu tavsiyeleri, ne kadar derin ve mĂ‚nĂ‚lıdır:
"Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra ofke bize; uysallık sana... Guceniklik bize; gonul almak sana... Suclamak bize; katlanmak sana... Âcizlik bize, yanılgı bize; hoş gormek sana... Gecimsizlikler, catışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adĂ‚let sana... Kotu goz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana..."
"Ey Oğul! Bundan sonra bolmek bize; butunlemek sana... Tembellik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..."
Bu eşsiz nasîhatler, şahsına karşı bir kusurda bulunsalar bile insanları, AllĂ‚h icin afvedebilip, AllĂ‚h'ın kullarına, ne olursa olsun şefkat, merhamet ve muhabbetle bakabilmek tarzındaki zengin gonulluluğun ve ulvî fazîletin kĂ‚bına varılmaz bir tezĂ‚hurudur.
Nitekim RasûlullĂ‚h Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, bir topluluktaki suclu şahsı bilse bile onu rencide etmemek icin -Ă‚detĂ‚- belirsiz hĂ‚le getirir ve o kusurdan butun topluluğu sakındırırlardı. Bazen de:
"-Bana ne oluyor ki sizi boyle goruyorum." buyurarak kendilerine galat-ı ru'yet, yĂ‚ni yanlış gorme izĂ‚fe ederlerdi.
İşte bu, kusurluyu utandırmamak ve onu kucuk duşurmemek uslûbudur ki, tasavvufu doğru anlayıp yaşamakta olanların muşterek bir vasfıdır. Cunku AllĂ‚h yolu, gonul yıkmak değil, gonul yapmaktan gecer. Yûnus ne guzel soylemiş:
Gonul Calab'ın tahtı,
Calap gonule baktı.
İki cihan bedbahtı
Kim gonul yıkar ise...
OLGUN BİR MUSLUMANIN FÂRİK BİR VASFI Diğer taraftan hata ve kusurları afvedebilmenin de otesinde, kotuluğe dahî iyilikle muĂ‚mele edebilmek ve hattĂ‚ kotuluğunu gorduğu birinin ıslah ve hidĂ‚yeti icin duĂ‚ edebilmek olgun bir muslumanın fĂ‚rik bir vasfı olmalıdır. Bu vasfa, Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-'in TĂ‚if'te kendisini taşlayanlara bedduĂ‚ etmeyip hidayetleri icin duĂ‚ etmesi kĂ‚fî bir misĂ‚ldir. Yine O'nun, getirdiği dînin izzetini korumak icin Mekke'de insanların kahrolup gazab-ı ilĂ‚hî ile helĂ‚k olmalarını değil her birinin hidĂ‚yet dairesi icine girmelerini istemesi şeklindeki uslûbu, nice azgınların kurtuluşuna vesile olmuştur. Bu yuce uslûba Kur'Ă‚n-ı Kerîm, şoyle işaret buyurur:
"(Rasûlum!) İyilikle kotuluk bir olmaz. Sen (kotuluğu) en guzel bir şekilde (iyilik yapmak suretiyle) onle! O zaman seninle arasında duşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur." (el-Fussilet, 34)
Hadîs-i Şerîfte de şoyle buyurulur:
"Size iyilik yapanlara karşı iyilik yapmak, fenĂ‚lık yapanlara da fenĂ‚lık yapmak meziyet değildir. Asıl meziyet, size zulmedenlere, fenĂ‚lık yapanlara karşı fenĂ‚lık etmeyip iyilik yapabilmektir." (CĂ‚mi-i Tirmizî, KitĂ‚bu'l-birr ve's-sıla sf. 323)
Zira iyilik yapılan kimse duşmansa, dost olur; ortadaysa, yaklaşır; yakındaysa muhabbeti ziyadeleşir. Bugun, batıda materyalizmin acımasız sultasına kapılarak buyuk bir mĂ‚neviyĂ‚t buhranına suruklenmiş olan insanların rûhî bir rahatlama icin daha ziyĂ‚de mistik telĂ‚kkîlere rağbet etmekte olmalarının hikmeti budur. Batı Ă‚lemine karşı İslĂ‚m'ı telkîn husûsundaki faĂ‚liyetlerde tasavvufî uslûbun kullanılması da bu yonden daha muvaffakıyet vericidir. Bugun Batı'da hidĂ‚yete eren seckin zumrenin coğu, rûhundaki boşluğu tatmin icin Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ ve İbn-i Arabî gibi buyuk mutasavvıfların eserlerine murĂ‚caat etmektedirler. Yine Batı Ă‚leminde revacta olan İslĂ‚mî eserlerin başında da tasavvufî eserler gelmektedir. Bu sebeple gunumuzde:
"Gel! Gel! Ne olursan ol, yine gel! KĂ‚fir, mecûsî veyĂ‚ putperest olsan da, gel! Bizim dergahımız (olan İslĂ‚m) umidsizlik dergĂ‚hı değildir. Yuz kerre tevbeni bozsan, yine de gel!" diyen MevlĂ‚nĂ‚'nın butun insanlık Ă‚lemini kuşatan kalbî enginliğine şiddetle ihtiyac vardır.
MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri'nin bu musĂ‚mahakĂ‚r dĂ‚vetindeki gĂ‚ye, insanı, oz cevheriyle tanıştırıp onu şefkat ve musĂ‚mahanın feyizli zemîninde İslĂ‚m ile şereflendirmek veya hatĂ‚larından kurtarmaktır. Yoksa herkesi bulunduğu eski hĂ‚li uzere kalmak şartıyla gĂ‚yesizce kabûllenmek değildir. Maksad, o kişinin ic Ă‚lemini duzeltmektir. Bir tĂ‚mirciye Ă‚letin bozuğu goturulur. Boyle zatların gonul dergahları da bir tĂ‚mirhĂ‚neye benzer ki, orada yapılan iş, yanlışları duzeltmek olduğu icin dĂ‚vetin daha ziyĂ‚de hatĂ‚lı insanlara hitĂ‚ben yapılması gĂ‚yet tabiîdir.
Bilhassa dînî hayĂ‚tın alabildiğine zayıfladığı ve dînî olculere gore insanların bir hayli kusurlu bulundukları zamanlarda muhĂ‚taba, mutasavvıfĂ‚ne bir diğergĂ‚mlık, merhamet ve musĂ‚maha ile muĂ‚mele etmek gerekir. Zira bu davranış; gunah, fitne ve isyĂ‚nın her yonden kuşattığı bu gibi kimselerin duzelip kurtulma ihtimĂ‚lini artıracak en bereketli bir tavırdır.
Ancak ifade etmelidir ki, gunahkĂ‚ra karşı musamaha ferdî hususlardadır. Yoksa kul hakkını ciğneyici bir mahiyette cemiyete taşan, toplumun huzur ve seadetini perişan eden kusur ve zulumleri hoş gormek ve onlara afv nazarı ile bakmak tasvip edilemez. Ayrıca dînini sathî olculer muhtevĂ‚sında yaşayan kimselerin gunahkĂ‚ra "ofke" duygusuyla bakması da hic şuphesiz ki yanlış değildir. Onlar icin gunahkĂ‚rdan uzak durmak, kalbin onunla ulfetten doğacak zararlardan korunması icin zarûrîdir. ZîrĂ‚ hayĂ‚tı gĂ‚filĂ‚ne yaşayan kimselerde gunahlar, tatlı bir mûsikî gibi nefislere hoş gelir ve Ă‚detĂ‚ ağırlıkları hissedilmeden işlenebilirler. Bu sebeple gunahkĂ‚rın gunĂ‚hını hafife almak, hem ilĂ‚hî olculeri rencide etmeye ve hem de kalbin o gunahlara bulaşmasına sebep olacağından, umûm icin tehlikelidir. YĂ‚ni gunahkĂ‚ra olan musamahayı gunaha taşımamalı; gunĂ‚ha olan duşmanlığı da gunahkĂ‚ra sıcratmamalıdır.
Butun bunların ardından soylenecek son sozumuz ise:
"Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız! Mujdeleyiniz, urkutmeyiniz!.." (Buharî, İlim, 11; Muslim, Cihad, 6-7) hadîs-i şerîfidir.
Tabii ki, dînin ozune zarar vermemek, istikametten ayrılmamak şartıyla...
YĂ‚ Rabbî! Bizleri, gunleri ilĂ‚hî hikmetlerle dolu, gercek aşk ehlinden kılıp iki cihĂ‚nın sırlarına Ă‚şinĂ‚ eyle! HĂ‚lık'tan oturu mahlukĂ‚ta karşı kalblerimizi, merhametin, şefkatin, hamiyyetin menbaı eyle! Gunah ve kusurlarımızı, sevap ve guzelliklere tebdîl eyle! Milletimizi dostluk ve muhabbet iklîminden ayırma, gonullerimizi ve şu mubarek vatan toprağını her turlu fitne ve nifak tohumlarından muhafaza eyle!.. Âmîn
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, altınoluk Dergisi, 180. SAYI | 2001 Şubat
İslam ve İhsan
İmandan İhsana Hizmet Yolunda Esaslar ve Uslup
Uslûbu ’l Kur ’an ne demektir?