
Son yıllarda dunyanın her yerinde, gorulmemiş bir sıklıkta tabiî Ă‚fetlere şĂ‚hit oluyoruz. Deprem nedir, nasıl oluşur? Depremlerin sebebi nedir? İnsanoğlu bu hĂ‚diseleri nasıl okumalı? Bu Ă‚fetlerin “ozel” bir mĂ‚nĂ‚sı var mı; yoksa bunlar, sıradan tabiat hĂ‚diselerinin bir parcası mı?Yerkabuğu icindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya cıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak gectikleri ortamları ve yer yuzeyini sarsma hadisesine “deprem” denir.
DEPREMLERİN NEDENLERİ VE TURLERİ Depremler yer kabuğunu oluşturan levhaların birbirine basınc uygulamaları ve birbirlerini hareket ettirmeleri sonucu oluşur.
Dunyada uc deprem turu gorulur. Bunlar;
Birincisi; Tektonik depremler coğunlukla levha hareketleri sonucu oluşur. Turkiye ’de coğunlukla tektonik depremle meydana gelir.
İkincisi; Volkanik depremler, volkanların puskurmesi sonucu oluşur.
Ucuncusu; Cokuntu depremleri mağara gibi doğal oluşumların cokmesi sonucu oluşur. (Editorun Notları)
TABİATTAKİ HADİSELER İLÂHİ BİR CEZA MI, İKAZ MIDIR? Tabiattaki hicbir hĂ‚dise sebepsiz ve hikmetsiz değildir. Zira her şeyi olduğu gibi, tabiat hĂ‚diselerini de yaratan, CenĂ‚b-ı Hak ’tır. O ’nun butun işleri, idrĂ‚k edilebilen veya edilemeyen nice hikmet ve sırlarla doludur. Bu hakîkat, Ă‚yet-i kerîmede şoyle ifĂ‚de buyrulur: “…O ’nun ilmi dışında bir yaprak bile duşmez. O, yerin karanlıkları icinde tek bir taneyi dahî bilir. Yaş ve kuru ne varsa, apacık bir kitaptadır.” (el-En ’Ă‚m, 59)
KĂ‚inatta bir yaprak bile O ’nun irĂ‚desi, bilgisi ve izni dışında duşemezken, koskoca beldelerin rastgele ve şuursuz bir şekilde sarsıldığını kabul etmek; akıl, idrĂ‚k ve iz ’an dışıdır. KĂ‚inatta meydana gelen her şey, sayısız sır ve hikmete mebnîdir. Yani tabiat da, diğer butun mahlûkat gibi, kĂ‚inattaki ilĂ‚hî nizam, denge ve Ă‚henge gore vazifesini icrĂ‚ etmektedir. CenĂ‚b-ı Hak, kĂ‚inattaki bĂ‚zı hĂ‚diseleri periyodik bir akışa bağlamıştır.
MeselĂ‚ ilĂ‚hî bir takvim olan Guneş ’in ve Ay ’ın doğup batışı ve diğer hareketleri, bir saniye bile şaşmadan milyonlarca yıldır devam ediyor. Yine atmosferde %21 oksijen ve %77 azotun değişmeyen bir denge icinde mevcûdiyeti de bunun gibidir. Bunlar, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın tabiata koyduğu ekolojik denge unsurlarından yalnızca birkacıdır. Bunlar gibi sayısız şartın bir araya gelmesiyle mumkun olan bir hayat yaşamaktayız. Bunlardaki en ufak bir değişiklik, dunyanın altını ustune getirip insan hayatını imkĂ‚nsız kılmaya kĂ‚fîdir. Bu yuzden CenĂ‚b-ı Hak, insan hayatının devamını murĂ‚d ettiği muddetce, bu ekolojik dengeyi de surdurmektedir. Yani Guneş ve diğer yıldızlar gibi cesîm kutlelerden, bir atomun icindeki esrarlı ışınlara kadar kĂ‚inattaki butun varlıklar, hayĂ‚l otesi bir duzen icinde vazifelerini îfĂ‚ ediyor. İlĂ‚hî irĂ‚denin programına her şey tĂ‚bî durumda…
ADETULLAH VE SUNNETULLAH Bir îmansız dahî Guneş ’in sur ’atinin artması veya azalmasına, gunun 24 saatin altına inmesi veya ustune cıkmasına ihtimal vermez. VicdĂ‚nen ilĂ‚hî irĂ‚de ve kudrete teslîm olur. Fakat gaflet ve nefsĂ‚niyeti îcĂ‚bı, bu ve benzeri hĂ‚diselerin ilĂ‚hî takdîr ile olduğunu reddeder. Boylece kĂ‚inattaki nizĂ‚mı, “tabiat kanunları” diyerek kendiliğinden meydana gelen bir kuvvet ve hayat kaynağı şeklinde gorme gafletinde bulunur. Oysa kĂ‚inattaki nizĂ‚mı temin eden kĂ‚ide ve kĂ‚nunlar, kısaca “Ă‚detullĂ‚h” veya “sunnetullĂ‚h” denilen hakîkatlerdir.
DEPREMİN SEBEPLERİ VE HİKMETLERİ Deprem, sel, fırtına, yanardağ patlamaları, tsunami gibi bĂ‚zı tabiat hĂ‚diseleri de, belli bir periyoda bağlı olmayan “Ă‚detullĂ‚h” tecellîleridir. CenĂ‚b-ı Hakk ’ın bunları meydana getirişinde zĂ‚hirî sebeplerin dışında, uc tane de bĂ‚tınî sebep vardır. Bunları hikmet penceresinden değerlendirmek gerekirse:
BİRİNCİSİ; İLÂHÎ BİR ÎKAZDIR CenĂ‚b-ı Hak, bu Ă‚fet ve felĂ‚­ketlerle insanoğluna ne kadar da derin bir acziyet ve hiclik icerinde bulunduklarını ve bu cihandaki asıl vazifelerinin kulluk olduğunu hatırlatır. Ayrıca dunyanın fĂ‚nîliğini, olumu ve esas hayatın Ă‚hiret olduğunu bildirir. Bilhassa kıyĂ‚meti, yani kĂ‚inat capındaki o buyuk infilĂ‚kı hatırlatarak biz kullarını îkaz buyurur. MeselĂ‚ fay hatları… Allah TeĂ‚lĂ‚ toplumları, fay hattını harekete gecirmeden, yani zĂ‚hirî bir sebep olmaksızın da helĂ‚k edebilir. Ancak daha evvel bu fay hatlarını takdîr edip onları devamlı olarak kullarının gozleri onunde bulundurmak sûretiyle, kıyamet gunu mutlakĂ‚ gercekleşecek olan hakîkati her an îkĂ‚z ediyor.
Boylece insanoğlunun Ă‚hiret yurduna hazırlıkta gaflete duşmeyip uyanıklık hĂ‚linde olması icin bir nevî lûtufta bulunuyor. Elbette bu îkĂ‚z-ı ilĂ‚hîler fay hatlarından ibĂ‚ret değil… Sel, fırtına, tedĂ‚vîsi mumkun olmayan bulaşıcı hastalıklar vs. hep bu kabildendir. Bu ilĂ‚hî îkazlar olmasaydı, insanoğlu ansızın ve gĂ‚filĂ‚ne bir şekilde olumun pencesine duşer ve ebedî felĂ‚kete dûcĂ‚r olurdu. Bu itibarla, merhamet sahibi olan Allah TeĂ‚lĂ‚, kullarının dikkatlerini mutlak gelecek olan hakîkatlere cekmek ve cok gec olmadan once mĂ‚nen uyandırmak icin muhtelif hĂ‚diseleri bir “Ă‚detullah” olarak tahakkuk ettirmektedir.
İKİNCİSİ; İLÂHÎ BİR CEZÂDIR Bu nevî felĂ‚ketler, AllĂ‚h ’a isyan edenlere bir kahır tecellîsidir. Toplumdaki fertlerin ekseriyeti nefsĂ‚nî azgınlıklara meyletmişse, şer gĂ‚lip olmuş, vicdanlar gunahlarla kirlenmiş, kalplerde isyan hatları teşekkul etmişse, bu hĂ‚l, aslında rahmet olan yağmurların sel felĂ‚ketine donmesine veya tamamen kesilip kuraklığın vukū bulmasına, bĂ‚zen de depremlerin zĂ‚hirî sebebi olarak gosterilen fay hatlarının infilĂ‚kına sebep olur. Bu tip acı hĂ‚diseler, insanların isyanları ve gunahları sebebiyle meydana gelir. Yani vicdanların kirlenmesiyle ruhlarda yaşanan mĂ‚nevî depremin ardından, yeryuzunun felĂ‚ketleri tahakkuk safhasına girer.
Fay hatlarının ve yanardağların ilĂ‚hî kĂ‚nun îcĂ‚bı zaman zaman patlaması zarûrîdir. Zira bu sûretle dunyanın merkezindeki bir ateş denizi olan “mağma” rahatlayacak, icinde biriken gazı atacaktır. Aksi hĂ‚lde dunya birden infilĂ‚k ederdi. LĂ‚kin insanların musbet veya menfî durumuna gore bu fay hatları denizlerin veya okyanusların ortasında da kırılabilir, insanların yaşadığı beldelerde de…
Yani CenĂ‚b-ı Hak, kalplerin duruma gore, bunu insanlara zarar verecek şekilde de tahakkuk ettirebilir, zararsız bir şekilde de… Bu, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın mağmaya ve yer kabuğuna koyduğu bir kĂ‚idedir. Ayrıca ilĂ‚hî kĂ‚nunların tabiattaki tanzîmine gore bu ilĂ‚hî îkaz tecellîleri; kimi mıntıkada deprem, kimisinde tsunami, kimisinde yanardağ patlamaları, bĂ‚zı bolgelerde kuraklık, bĂ‚zılarında ise sel gibi cok farklı şekillerde vukû bulmaktadır. Yani CenĂ‚b-ı Hak, Dunya ’nın her tarafına koyduğu farklı kĂ‚nun ve kĂ‚idelerle kullarını îkaz ve imtihan etmektedir.
Âyet-i kerîmede buyrulur: “İnsanların bizzat kendi işledikleri yuzunden karada ve denizde fesat cıktı (duzen bozuldu), ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kotu yoldan) donerler.” (er-Rûm, 41)
UCUNCUSU İSE SÂLİH KULLARA BİR MAĞFİRET VE ECİR VESÎLESİDİR Hakîkaten, birtakım Ă‚fetlerde, kurunun yanında yanan yaş ağaclar misĂ‚li, mĂ‚sum cocuklar ve sĂ‚lih kimseler de vefĂ‚t ederek hukmen şehîd olmaktadır. Bu iptilĂ‚ları CenĂ‚b-ı Hak bĂ‚zı kullarının gunahlarına keffĂ‚ret kılmakta, bĂ‚zılarının ise mĂ‚nevî derecelerini yukseltmeye vesîle etmektedir. Nitekim bu husustaki bĂ‚zı hadîs-i şerîflerde şoyle buyrulur: “Bir kul kendisi icin (Cennet ’te) hazırlanmış olan makama ameliyle erişemeyecekse, Allah onun bedenine veya malına veya coluk-cocuğuna bir belĂ‚ verir. Sonra (Allah) o kulu bu musîbete sabretmeye muvaffak kılar. NihĂ‚yet (Allah) o kulu kendi katında hazırlamış olduğu makama eriştirir.” (Ebû DĂ‚vûd, CenĂ‚iz, 1/3090; Ahmed, V, 272) “Kulun Allah indinde bir mevkii vardır ki, ona ibadetle erişemez. O mevkiye erişinceye kadar Allah, onu hoşuna gitmeyen (iptilĂ‚ ve musîbetler)le imtihan eder.” (Heysemî, Mecmau ’z-ZevĂ‚id, II, 292)
VelhĂ‚sıl, meydana gelen Ă‚fet ve musîbetleri materyalist bir dunya goruşuyle seyretmek ve sırf zĂ‚hirî sebeplerinde takılıp kalmak, meselenin hikmet ve hakîkatinden gĂ‚fil kalmaya sebep olur. Bir musluman, bu tip hĂ‚diseleri mĂ‚nevî perspektiften de tahlil ederek îmĂ‚nî ve İslĂ‚mî olculerle değerlendirmekten gĂ‚fil kalmamalıdır.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Genc Dergisi Sayı: 78
İslam ve İhsan