Zenginlik ve fakirlik kader midir? Zenginlik insanı bozar mı? Allah her istediğimizi verir mi? Allah kullarına neden zenginlik ve fakirlik verir? Fakirlik ve zenginlik ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? İslam ’da fakirlik ve zenginlik...Hazret-i Enes ’ten rivĂ‚yet edilen bir hadîs-i kudsîde şoyle buyrulmaktadır:
“Bazı mu ’min kullarımı ancak zenginlik sağlam (bir Musluman) eyler. Onu fakir etsem, bu durum onu ifsĂ‚d eder.
Bazı mu ’min kullarımı da fakirlik sağlam tutar. Ona rızkı bol versem bu durum onu ifsĂ‚d eder.
Bazı mu ’min kullarım, kullukta bir derece ister. Fakat Ben, ucba girmesin, boylece kendini beğenmesi onu ifsĂ‚d etmesin diye, bu isteğini ona vermem.
Bazı mu ’min kullarımın îmĂ‚nını ancak sıhhat sağlam tutar; onu hasta etsem bu durum onu ifsĂ‚d eder.
(RĂ‚vî der ki: Zannediyorum şunu da dedi
Bazı mu ’min kullarımın îmĂ‚nını ancak hastalık korur. Onu sıhhatli etsem bu durum onu ifsĂ‚d eder.
Ben kullarımın işlerini, kalplerine dĂ‚ir ilmimle tedbir ederim. Ben her şeyi bilen ve her şeyden haberdĂ‚r olanım.” (Beyhakî, el-EsmĂ‚ ve ’s-Sıfat, s. 122)
ZENGİNLİK VE FAKİRLİK Bu hadîs-i kudsîde verilen mesajları madde madde ele alacak olursak:
1) “Bazı mu ’min kullarımı ancak zenginlik sağlam (bir Musluman) eyler (onun îmĂ‚nını korur); onu fakir etsem, bu durum onu ifsĂ‚d eder:
CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurmaktadır:
“İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nîmet verdiğinde «Rabbim bana ikram etti» der.” (el-Fecr, 15)
“Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise (isyĂ‚na duşerek) «Rabbim beni onemsemedi» der.” (el-Fecr, 16)
MAHŞERDE ZENGİNE SORULACAK SORU Yani bazı kullar, bollukta şukreder de darlıkta şukur hĂ‚lini kaybederler. HĂ‚lbuki makbul olan; zenginlikte de fakirlikte de hamd, şukur ve rızĂ‚ hĂ‚lini muhĂ‚faza ederek kalbî muvĂ‚zeneyi korumaktır. RivĂ‚yet edilir ki:
“KıyĂ‚met gununde zengin bir kul getirilir. Allah TeĂ‚lĂ‚ ona:
«–Seni Bana kulluktan alıkoyan ne idi?» buyurur. O zengin:
«–YĂ‚ Rabbi! Malımın cokluğu beni meşgul etti.» der.
CenĂ‚b-ı Hak, Hazret-i Suleyman ’ı (a.s.) misal getirerek:
«–Sen Suleyman kulumdan da mı zengin idin? Onu niye mulku o kadar meşgul etmedi?» buyurur.” (Bkz. Bursevî, Rûhuʼl-BeyĂ‚n, IV, 258; Beyhakî, Şuabu ’l-ÎmĂ‚n, V, 202-203)
Kalbin sanatı; mal ve mulku CenĂ‚b-ı Hakkʼın rızĂ‚sı istikĂ‚metinde kullanabilmektir. Kalbini dunyanın kasası yapmayan şukur ehli comert zenginler ile; kanaatkĂ‚r, sabırlı ve haysiyetli fakirler, insanlık şerefinde ve ilĂ‚hî rızĂ‚da beraberdirler.
FAKİRLİĞİ DE ZENGİNLİĞİ DE YAŞAMIŞ SAHABİLER Fakirliği de zenginliği de yaşamış olan Hazret-i Ebûbekir ve Abdurrahman bin Avf her iki hĂ‚le de en guzel misaldir. Ancak İslĂ‚m ’da, kibirli ve hasis zenginler ile kendisine takdîr edilene sabredemeyip isyanda bulunan fakirlerin de zemmedildiği unutulmamalıdır.
ZENGİNLİK İNSANI BOZAR MI? 2) Bazı mu ’min kullarımı da fakirlik sağlam tutar (îmĂ‚nını korur); ona rızkı bol versem bu durum onu ifsĂ‚d eder:
SĂ‚lebe ve KĂ‚run bunun en bĂ‚riz iki misĂ‚lidir. Fakirken sĂ‚lih birer muʼmin hayatı yaşayan bu insanlar, muazzam nîmetlerle imtihan edildiklerinde, bunu kaldıramamış, şımarıp azgınlaşmış, neticede ebedî bir husrana dûcĂ‚r olmuşlardır.
Ayrıca, sıkıntılı zamanlarda CenĂ‚b-ı Hakk ’a devamlı ilticĂ‚ ederken, ferahlığa kavuşmasıyla hĂ‚l ve tavırlarını değiştiren kimselerin durumu, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de şoyle nakledilmektedir:
“Sizi karada ve denizde gezdiren O ’dur. HattĂ‚ siz gemilerde bulunduğunuz, o gemiler de icindekileri tatlı bir ruzgĂ‚rla alıp goturdukleri ve (yolcular) bu yuzden neşelendikleri zaman, o gemiye şiddetli bir fırtına gelip catar, her yerden onlara dalgalar hucum eder ve onlar cepecevre kuşatıldıklarını anlarlar da dîni yalnız AllĂ‚h ’a hĂ‚lis kılarak; «Andolsun eğer bizi bundan kurtarırsan mutlakĂ‚ şukredenlerden olacağız.» diye AllĂ‚h ’a yalvarırlar.
Fakat Allah onları kurtarınca bir de bakarsın ki onlar, yine haksız yere taşkınlık ediyorlar...” (Yûnus, 22-23)
Yani bazı kulların icinde bulundukları fakr u zarûret hĂ‚li, Ă‚hiret penceresinden bakıldığında, aslında kendileri icin bir rahmet vesîlesidir. Tabiî ki sabredip şukredebilirlerse… Bu ise ancak, “takvĂ‚” ile mumkundur…
ALLAH HER İSTEDİĞİMİZİ VERİR Mİ? 3) Bazı mu ’min kullarım, kullukta bir derece ister. Fakat Ben ucba girmesin, boylece kendini beğenmesi onu ifsĂ‚d etmesin diye, bu isteğini ona vermem:
Kulun mĂ‚nevî kemĂ‚linin farkında olmaması da kimi zaman bir rahmet vesîlesidir. Zira kendini kĂ‚mil goren; rehĂ‚vete kapılmaktan, gurur ve kibre duşmekten kolay kolay kurtulamaz.
Bundan dolayı TĂ‚hĂ‚ el-Harîrî Hazretleri şoyle buyurmuştur:
“Keşif ehli sĂ‚lik ile keşfi kapalı sĂ‚likin hĂ‚li, gozu goren ile gozu gormeyen iki kişinin Hicaz seferine benzer. Her ikisi de yol boyunca devamlı olarak gĂ‚yelerine yaklaşmaktadırlar. Fakat gozu gormeyenin sevĂ‚bı daha coktur.
Seyr u sulûkte de keşfi olmayan sĂ‚lik, her ne kadar gorunmuyorsa da, devamlı terakkî hĂ‚linde olduğu icin, keşfi acık olandan daha kazanclıdır.”[1]
BELAM BİN BAURA HİKAYESİ Yani keşfinin kapalı olması, bircok sĂ‚lik icin daha hayırlıdır. Zira acık olsaydı, belki o hĂ‚le tahammul edemeyip ayakları kayardı. Tıpkı Belam bin BĂ‚ûrĂ‚ gibi... KurʼĂ‚n-ı Kerîmʼde onun hĂ‚li şoyle bildirilmektedir:
“Onlara (Yahudîlere), kendisine Ă‚yetlerimizden verdiğimiz, fakat onlardan sıyrılıp cıkan, o yuzden de şeytanın tĂ‚kibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku.
Dileseydik elbette onu bu Ă‚yetler sĂ‚yesinde yukseltirdik. Fakat o, dunyaya saplandı ve hevesinin peşine duştu. Onun durumu tıpkı kopeğin durumuna benzer: Ustune varsan da dilini cıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte Ă‚yetlerimizi yalanlayan kavmin durumu boyledir. Kıssayı anlat; belki duşunurler.” (el-A‘rĂ‚f, 175-176)
Bu yuzden, esas mesele istikĂ‚mettir, kerĂ‚met değil.
HZ. EBUBEKİR ’İN KERAMETİ Nitekim peygamberlerden sonra insanlığın en fazîletlisi sayılan Hazret-i Ebûbekir ’in zĂ‚hiren cok fazla bir kerĂ‚meti yoktu. Onun en buyuk kerĂ‚meti; Allah Resûluʼne tam bir teslîmiyetle ittibĂ‚ hassĂ‚siyeti idi. DĂ‚imĂ‚ istikĂ‚met uzere olmaya calışmasıydı.
MĂ‚neviyat semĂ‚sının yıldızları mesĂ‚besindeki Hak dostları da; gurur, kibir ve ucba suruklenme endişesiyle, dĂ‚imĂ‚ zĂ‚hirî kerametlerden korkmuş, yuksek hĂ‚l ve makamlarını ifşĂ‚ etmekten kacınmışlardır.
4) Bazı mu ’min kullarımın îmĂ‚nını ancak sıhhat sağlam tutar; onu hasta etsem, bu durum onu ifsĂ‚d eder:
Hazret-i Ebûbekir buyurur:
“Allah ’tan Ă‚fiyet isteyin. Hic kimseye kat ’î bir îmandan sonra, Ă‚fiyetten daha fazîletli bir şey verilmemiştir.”
HASTA DUASI Hazret-i Enes şoyle nakletmektedir:
Resûlullah son derece zayıflamış bir hastayı ziyaret etti ve:
“–AllĂ‚h ’a bir şey icin duĂ‚ ediyor muydun veya O ’ndan bir şey istiyor muydun?” diye sordu. Hasta:
“–Evet; «AllĂ‚h ’ım! Bana Ă‚hirette vereceğin cezĂ‚yı bu dunyada hemen peşin olarak ver!» diye duĂ‚ ederdim.” cevĂ‚bını verdi. Allah Resûlu şoyle buyurdu:
“–SubhĂ‚nallĂ‚h! Senin buna gucun yetmez. Şoyle duĂ‚ etseydin olmaz mıydı:
«...Rabbimiz! Bize dunyada da iyilik ver, Ă‚hirette de iyilik ver ve bizi Cehennem azĂ‚bından koru!» (el-Bakara, 201)”
Bunun uzerine adam bu duĂ‚yı yaptı ve şifĂ‚ buldu. (Muslim, Zikir, 23; Tirmizî, DeavĂ‚t, 71/3487)
KULLUK EDEBİ Yani kulluk edebi; CenĂ‚b-ı Hakkʼın bize takdir ettiği imtihan tecellîlerini, sabır, şukur ve rızĂ‚ hĂ‚li ile karşılamayı gerektirir.
CenĂ‚b-ı Hak, imtihan icin verdiği bir iptilĂ‚nın yanında, sĂ‚lih kulları icin o iptilĂ‚ya sabredebilme gucunu de ihsĂ‚n eder. Fakat kul, kendi irĂ‚desiyle imtihan edilmeyi talep ederse, bu bir nevî curetkĂ‚rlık sayılır ki, ona sabretmeye tĂ‚kat getiremeyebilir.
RAHMET VESİLESİ 5) Bazı mu ’min kullarımın îmĂ‚nını ancak hastalık korur; onu sıhhatli etsem, bu durum onu ifsĂ‚d eder:
Bazı kullar, hasta iken CenĂ‚b-ı Hakk ’a daha cok ilticĂ‚ eder. Daha cok “YĂ‚ Rabbi!” der.
Cunku hastalıkta nefs zayıf duştuğu icin, sıhhatli ve guclu zamanlardaki gibi azgınlık ve taşkınlıklara mecĂ‚l bulamaz. Dolayısıyla Ă‚hiret terazisiyle olculduğunde; hastalık ve iptilĂ‚lar, sabredebilen kullar icin, buyuk bir rahmet vesîlesidir.
Diğer taraftan kul, gucu kuvveti yerindeyken nĂ‚file ibadetlere istikrarlı bir şekilde devam ederse, zor zamanlarında, hastalık veya yaşlılıkta onları îfĂ‚ edemese bile yuce Rabbimiz, bu ibadetlerin ecrini yine ihsĂ‚n eder. Mufessirler bu mĂ‚nĂ‚yı, şu Ă‚yet-i kerîmeden cıkarmışlardır:
“Fakat îmĂ‚n edip sĂ‚lih amel işleyenler icin, eksilmeyen, devamlı bir ecir vardır.” (et-Tîn, 6)
Resûlullah Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“Kul, yolculuğa cıkar yahut hastalanırsa, Allah, ona mukîm ve sıhhatli iken yaptığı amellerin benzerini yazar.” (BuhĂ‚rî, CihĂ‚d, 134; Ahmed, IV, 410, 418)
“Gece namaz kılmayı îtiyad hĂ‚line getiren kimse uyuyakalır da teheccud namazına kalkamazsa, Allah ona teheccud sevĂ‚bını yazar, uyuması da kendisi icin bir sadaka olur.” (Muvatta, SalĂ‚tu ’l-Leyl, 1)
Diğer bir hadîs-i şerîfte de şoyle buyrulmuştur:
“Erkek olsun kadın olsun, mu ’min; AllĂ‚h ’a gunahsız olarak kavuşuncaya kadar, kendisinden, coluk cocuğundan ve malından iptilĂ‚ (imtihan) eksik olmaz.” (Tirmizî, Zuhd, 57)
Muhim olan, bu iptilĂ‚ ve musîbetlerin birer ilĂ‚hî imtihan tecellîsi olduğunun farkına varıp, onları sabır ve rızĂ‚ ile karşılamaktır. CenĂ‚b-ı Hakkʼa karşı kalbî muvĂ‚zeneyi bozmamaktır.
6) Ben kullarımın işlerini, kalplerine dĂ‚ir ilmimle tedbir ederim. Ben her şeyi bilen ve her şeyden haberdĂ‚r olanım.” (Beyhakî, el-EsmĂ‚ ve ’s-Sıfat, s. 122)
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Gaybın anahtarları AllĂ‚hʼın yanındadır; onları Oʼndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; Oʼnun ilmi dışında bir yaprak bile duşmez. O, yerin karanlıkları icindeki tek bir taneyi dahî bilir...” (el-EnʼĂ‚m, 59)
VelhĂ‚sıl kul, Ă‚hirette kendilerine korku ve huzun olmayan bahtiyar kullar zumresine dĂ‚hil olabilmek icin, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın kendisi hakkındaki takdîrine rĂ‚zı olmalı. O ’nun takdîrini, kendi arzusundan daha hayırlı telĂ‚kkî etmeli. Yokluğu da varlığı da, hastalığı da sıhhati de CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚sını kazanmaya vesîle edinmeli. Yani kul, Rabbine tam teslîm olup O ’na hamd, şukur ve rızĂ‚ duygularıyla kulluğunu îfĂ‚ etmeli ki, Rabbi de ondan rĂ‚zı olsun.
[1] Prof. Dr. Hasan KĂ‚mil Yılmaz, Altın Silsile, s. 208.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları


İslam ve İhsan