Hakk ’ı gercek sevenlere, hakîkaten dunya, cennet hÂline gelir; cunku onların gonullerini Allah sevgisi oyle ihÂta eder ki, abes hic birşey goremezler. Severler, severler, severler gene severler, sevgi sozunden başka her konu onları, sıkar sıkar, huzurlarını alır.
Sevgi tam kemÂl bulunca, o zaman yalnız Allah ’ın sevdiğini severler. Allah ’ın buğz ettiği muşrikleri, din duşmanlarını sevemezler, onlar da onlara buğz ederler, duşman bilirler.

Denilmiştir ki: Hakîkî sevgi, muhabbet uc şeyle belli olur:


Seven, sevdiğinin sozunu başkalarının sozune tercih eder.Kişi, sevdiğinin sohbetini, başkalarının sohbetine tercih eder.Kişi sevdiğini memnun etmeği başkalarını memnun etmeğe tercih eder.

ÂŞIK KİMDİR?

Bir Âlime sorulur:

– Âşık kimdir ve hÂli nedir?

Cevap verir:

– İnsanlarla az haşır-neşir olur. Rabbı ile daha cok başbaşa kalır. Gorunuşu sessizdir. Fakat devamlı tefekkur hÂlindedir. Baktığı zaman gormez, cağrıldığı zaman işitmez. Konuşulduğu zaman anlamaz. Başına bir felaket gelse uzulmez. Ac kalsa aclık hissetmez. Gorunuşu pejmurdedir. Allah ’tan başkasından korkmaz. Tenhalarda, Allah ’a munÂcaat eder. Dunyalık yuzunden, dunyacılarla cekişmez.

Kim uc şeyi iddia eder, uc şeyden kendini temizlemez ise o aldanmıştır.


Allah ’ın koyduğu ahlÂk esaslarına uymanın zevkliliğini soyler, fakat dunyanın sevgisini bırakmaz ise.Amellerini sırf Allah icin yapmayı sevdiğini soyler, fakat insanların da kendisine tÂzim etmesinden hoşlanır ise.Allah TeÂlÂyı sevdiğini soyler, fakat nefsini terbiye etmez ise o kimse aldanmıştır.

Gene sevgi hakkında, AbdulkÂdir GeylÂnî -kuddise sirruh- buyurur:

– ZÂhidler cennette yerler. Ârifler, kendileri dunyada bulundukları hÂlde yerler. Allah ’ı sevenler ise dunyada da yemezler, Âhirette de.

ONLAR YALNIZCA ALLAH'I İSTERLER

Onların yiyecekleri de, icecekleri de, Rabbları ile olan unsiyetleri, O ’na yakınlıkları ve O ’nun cemÂline nazarlarıdır, bakışlarıdır.

Onlar, once Âhiret karşılığında, dunyayı satmışlardır. Allah ’a olan sevgide sadÂkat gosterenler dunyayı da Âhireti de satmışlardır. Onlar yalnız Allah ’ı isterler. O ’ndan gayrı hic bir şeyi istemezler. Alış-veriş işi tamamlandığı zaman, Allah ’ın keremi galip gelir. Bunun uzerine, sırf bir mevhibe olarak dunyayı da Âhireti de, onlara tekrar verir ve almalarını ister.

Onlar da dunyayı da, Âhireti de, dolgun olmalarıyla beraber, hatta her ikisinden de mustağnî bulundukları hÂlde, sırf Allah ’ın emrinden dolayı bu ikisini de alırlar. Bunu sırf kadere uymak ve ona karşı husn-i edeble hareket etmek icin yaparlar. Allah ’ın emri uzerine dunyayı da, Âhireti de kabul edip, bu esnada şoyle derler:

– Biz bunları kabul ediyoruz. Hic şubhe yok ki, Sen, bunları alırken neyi murad ettiğimizi biliyorsun. Ey Rabbımız! Sen biliyorsun ki, biz Senden rÂzıyız, yalnız Seninle tatmin oluruz. Senden gayrısı ile hic bir rÂbıtamız yoktur. Biz aclığa, susuzluğa, cıplak kalmağa, hor ve hakir gorulmeğe rÂzıyız. Senin kapında atılmış olmağa da rÂzıyız.

Onlar, butun bunlara rÂzı oldukları ve nefsleri ile beraber, Allah ’ın huzurunda sukûnete erdikleri zaman, Allah TeÂl onlara, rahmet nazarı ile bakar. Kendilerini zilletten sonra aziz kılar. Fakirlikten sonra zengin yapar. Onlara dunya ve Âhirette kendi zÂtının yakınlığını bahşeder.

Bunlar azın da azıdır. KemÂlÂtın zirvesine ulaşmış, murşid-i kÂmillerdir.

Kaynak: SÂdık DÂnÂ, Altınoluk Sohbetleri-2, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan