CenÂb-ı Hakk ’a vÂsıl olabilmek icin nefsin arzularını bertaraf etmek ve benliğin dik yokuşlarını aşabilmek zarurîdir. Zira bir mu ’minin, enÂniyet ve nefsÂniyet tezÂhuru olan gurur, kibir, ihtiras, ofke gibi butun mÂnevî felÂketlerden kendini koruyabilmesi, ancak kendi aslının “yokluk ve hiclik” olduğunu lÂyıkıyla idrÂk etmesine bağlıdır.
BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri buyurur:

“Hakkʼa eren, sırf hurmeti muhÂfaza ettiği icin ermiştir. Yolda kalan da, sırf hurmeti terk ettiği icin geri kalmıştır.” [4]

MÂnevî terbiye yolculuğunda ÂdÂba riÂyet, maksada ulaşmanın ilk şartıdır. CenÂb-ı Hakkʼın rız ve muhabbetine vuslat da, Oʼnun emirlerini îf etmek kadar, bu emirleri “tÂzîm li-emrillÂh” dustûrunca, yuksek bir tÂzîm ile, yani edep ve hurmetle yerine getirmeye bağlıdır.

Allah icin yapılan butun ibadet ve hizmetleri, îman aşkıyla, muhabbetle, vecd ile îf etmek, son derece muhim bir kulluk edebidir. Zira CenÂb-ı Hakkʼın bizim ibadet ve hizmetlerimize ihtiyacı yoktur.

BÂYEZİD-İ BİSTAMÎ HAZRETLERİNDEN İKİ NASİHAT

Nitekim bir kişi gelip:

“–Bana oyle bir şey oğret ki, kurtuluşuma vesîle olsun!” dediğinde, BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri ona şu nasihatte bulunmuştur:

“–Şu iki cumleyi aklında tut, ilim olarak bunu bilmen sana kÂfîdir:


Hak TeÂl sana şah damarından daha yakındır, her şeyi bilir ve gorur.Allah TeÂl ’nın, senin ameline ihtiyacı yoktur. (Aksine senin O ’na muhtac olduğunun idrÂki icinde, şukur duygularıyla sÂlih ameller işlemeye bak!)”[5]

VelhÂsıl Hak katında muhim olan; kulluk vazifelerimizin îfÂsı kadar, onların îfÂsı esnÂsında sergileyeceğimiz kalbî durumumuzdur. Yani samimiyet, gayret, iştiyak ve hurmetimizin hangi seviyede olduğudur.

Enes bin MÂlik -radıyallÂhu anh-;

“Amelde edep, onun kabûlune işarettir.” buyurmuştur.

Hak dostları da;

“İbadet, insanı Cennetʼe goturur. İbadette edep ve tÂzîm ise kulu AllÂh ’a goturur, Hakk ’a yaklaştırır.” demişlerdir.

Nitekim bu hassÂsiyetin bir tezÂhuru sadedinde, SÂmi Efendi ve Mûs Efendi Hazretleri, namaza gosterdikleri tÂzîm gereği, seccÂdenin puskullerinin dahî duzgun olmasına dikkat ederlerdi.

KELİME-İ TEVHİD ANAHTARININ DİŞLİLERİ


BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri buyurur:

“«LÂ ilÂhe illÂllah» sozu, Cennet ’in anahtarıdır. Fakat şu bir gercektir ki, dişleri olmayan anahtar kapıyı acmaz. Kelime-i tevhîd anahtarının dişleri ise şunlardır:


Yalan, iftira, dedikodu, gıybet ve boş sozlerden arınmış bir dil.Hîle ve desîselerden, gunahların kasvetinden temizlenmiş bir kalp.Haram ve şupheli şeylerden korunmuş bir mide.(Gurur, kibir, gosteriş gibi) nefsÂnî arzulardan ve bid ’atlerden uzak amel-i sÂlihler.”[6]

Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur:

“Kimin son sozu; «LÂ ilÂhe illÂllÂh: Allah ’tan başka ilÂh yoktur.» olursa, o kişi Cennetʼe girer.” (Ebû DÂvûd, CenÂiz, 15-16/3116; Ahmed, V, 247)

Fakat son sozumuzun kelime-i tevhîd olmasını istiyorsak, hayatımızın her safhasını tevhîd muhtevÂsında yaşamaya gayret etmemiz zarûrîdir. Zira diğer bir hadîs-i şerîfte de şoyle buyrulur:

“Nasıl yaşarsanız oyle olursunuz, nasıl olurseniz oyle diriltilirsiniz!..” (MunÂvî, Feyzu ’l-Kadîr, V, 663)

Hayatımızı kelime-i tevhîdʼin belirlediği istikÂmet uzere yaşamak icin de, aklımızı, kalbimizi, dilimizi, midemizi, velhÂsıl butun ÂzÂlarımızı ve onlarla sergilediğimiz davranışlarımızı, tevhîd inancına gore, Âdeta bir suzgecten gecirmeliyiz. HelÂl-haram, hak-bÂtıl, hayır-şer, doğru-yanlış, sevap-gunah gibi hususlarda, tevhîdin rehberliği altında hayatımızı tanzim etmeliyiz.

İC DUNYAMIZDAKİ PUTLAR

Unutmayalım ki tevhîd inancının asl ortaklığa tahammulu yoktur. Tevhîd ehli bir musluman, nasıl ki dış dunyadaki bÂtıl ilÂhları reddedip yalnız CenÂb-ı Hakkʼı Rab olarak bilirse; ic dunyasından da, tevhîdin mÂn ve rûhuyla tezat teşkil eden butun hÂl ve tavırları bertaraf etmelidir. Hazret-i İbrahimʼin, puthÂnedeki putları kırması gibi, îmÂnın mekÂnı olan kalbini de gurur, kibir, riyÂ, ucub, hevÂ, heves gibi nefsÂnî putlardan temizlemelidir. Zira Âyet-i kerîmede:

(Ey Peygamber!) Hev ve hevesini (kotu duygularını ve nefsÂnî ihtiraslarını) kendisine ilÂh edineni gordun mu?” (el-FurkÂn, 43)

Hadîs-i şerîfte de:

“AllÂh ’a gore gok kubbe altında ibadet edilen sahte ilÂhlar arasında, peşine duşulen hevÂdan daha ağırı ve daha kotusu yoktur.” buyrulmaktadır. (Heysemî, I, 188)

MANEVİ TEKÂMULUN UC BASAMAĞI

Demek ki kelime-i tevhîdin hakîkatinde derinleşerek, gercek mÂnÂda tevhîd ehli olabilmek icin; kulu Rabbinden gÂfil bırakan butun hev ve hevesleri “L ilÂhe” diyerek kalpten silip atmak gerekir. Daha sonra da kalbin bu arı-duru zemininde “İllÂllÂh” hakîkatini sÂbitleyip, gonul tahtını yalnızca AllÂh ’a tahsis etmek îcÂb eder.

Hazret-i İbrahim -aleyhisselÂm- butun fÂnî muhabbetleri gonlunden bertaraf etti, kalbi CenÂb-ı Hakkʼın cemÂlî tecellîlerinin mazharı oldu. Boylece CenÂb-ı Hakkʼın dostluğuna kavuştu.

Bu sebeple tasavvuftaki mÂnevî tekÂmulun birinci basamağı “اَلتَّخَلِّي” yani ic Âlemi Allahʼtan uzaklaştıran her şeyden, samimî tevbe, istiğfar ve nedÂmet gozyaşlarıyla tahliye etmek;

İkinci basamağı “اَلتَّحَلِّي” yani CenÂb-ı Hakkʼın rız ve muhabbetini celbedecek guzel ahlÂk ve sÂlih amellerle hÂllenmek;

Ucuncu basamağı ise “اَلتَّجَلِّي” yani mÂrifetullah ve muhabbetullah tecellîlerinden hisseler almaktır…

Dipnotlar: 1) Prof. Dr. S. Uludağ, BÂyezîd-i BistÂmî, sf. 187, TDV Yayınları, Ankara 1994. 2) AttÂr, Tezkire, sf. 191. 3) HÂnî, HadÂik, sf. 320.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 348

İslam ve İhsan