
“En ustun sizsiniz, şayet inanıyorsanız. (Ali İmran-139)” ayeti bize ne anlatmaya calışıyor? Eşref-i mahlukat olan insan, bu değeri ne ile alıyor, hangi ozelliği ile neye sahip olarak 'eşref-i mahlukat' unvanına sahip oluyor?İNANMAK AMA NEYE?
Bu ayeti okuduğumuzda genelde, kendimizi “inananlar” icinde gorduk ve bizim dunyamızın ustunluğu şeklinde okuduk. Evet ayette Allah Teala, bir ustunluk izafesinde bulunuyor, ama ayetin kuruluş duzenine bakıldığında “inanma”yı, ustunluğun şartı haline getiriyor.
Buradan herhangi bir yuksek vasfın, ancak sahip olunan bir değer ile mumkun olabildiğini anlıyoruz. Hic kimseye, durup dururken bir yuksek vasıf izafe edilmiyor.
NEYE BİNAEN USTUNLUK
Acaba ayette imanın varlığına bağlanan ustunluk nasıl bir ustunluktur, ya da ilahi planda ustun sayılabilmek icin nasıl bir iman kalitesi gerekmektedir?
Bunları değerlendirirken ister istemez onumuze konan “İnanıyorsanız mutlaka en ustun sizsiniz” ayeti mu ’minler adına bir ustunluğu dile getiriyor ama, peki 1.5 milyarlık İslam nufusunun perişanlığı nereye konacaktır?” sorusu uzerinde duşunmemek mumkun olmuyor.
Burada akla gelen ihtimaller şunlar:-Ya Allah Teala ’nın imana bağlı olarak zikrettiği ustunluk farklı bir ustunluktur ve muslumanlar dunyevi planda mahrum gorundukleri ustunlukte başka bir ustunluğe sahiptirler.
-Ya da gercekten ustunluğumuz mevcut değil, buna gore de inananlar topluluğu olmak konusunda da problemliyiz.
Acaba hangisi?
Bu ayetlerin ilk indiği Muslumanlar topluluğu hic şuphesiz ustunluğun şartı olarak zikredilen yurek kıvamına sahipti.
Biz bugun bu ayetleri 14 asır sonraki Mus­lu­manlar topluluğu olarak okuyoruz ve arada bir acı farkı muşahede ediyoruz.
Hic şuphesiz, ayetleri okudukca onların icini ne olcude doldurduğumuza bakmalıyız. İmana ilişkin ayetleri okuduğumuzda iman kalitemizi sorgulamalıyız, inkara, şirke, nifaka ilişkin ayetleri okuduğumuzda yureğimizde onlardan en kucuk bir zerre bulunmamasına itina etmeliyiz.
Ama bu ayetten yola cıkarak, İslam dunyası olarak, başka alanlardaki yuceliğin, ustunluğun gercekleşebilmesi icin de başka şartlar bulunduğunu duşunebiliriz.
Yani sonucta iman meselesi de insan kalitesi ile alakalı, başka alanlardaki faikiyet de.
Biz buna insanın ozgul ağırlığı diyoruz.
Cisimlerin ozgul ağırlığı farklı.
Aynı hacim icindeki iki cisim aynı ağırlıkta olmayabilir ve bu, ozgul ağırlık farkı ile ilgili bir hadise. Civa ile demirin ozgul ağırlıkları farklı misal olarak.
İman da, Halık Teala nezdinde, insan kalbi icin cok ustun bir ozgul ağırlık oluşturuyor demek ki.
Beynimize okuyarak, duşunerek, soru cozerek ozel bir ozgul ağırlık yukleyebiliriz mesela.
Her insanın fizik kalb direnci, akciğerlerine cekebildiği hava miktarı aynı değil.
Gozumuze, kulağımıza, kol - bacak kaslarımıza, ellerimize, yapacağımız antrenmanlarla ozel bir guc yuklediğimizde, onların ozgul ağırlığını artırmış oluruz.
Bir takım psikolojik alıştırmalarla ruh dunyamıza ozel bir donatım kazandırabiliyoruz.
Kur ’an ’ın işaret ettiği kalb alemi icin Allah Teala “zikr”i, yani Allah Teala ’yı unutmamayı, daima hatırda tutmayı, kalbi onunla dolu hale getirmeyi, mutmain olmanın, huzura ermenin şartı olarak belirtiyor. Allah zikri ile buluşmayan kalb, Kur ’an mantığı icinde, doyuma ulaşmamış, yani bir tur ozgul ağırlık problemi yaşayan kalb demektir.
Fizik, kimya, biyoloji gibi temel bilimler ya da psikoloji, sosyoloji, mantık gibi sosyal bilimler, ya da bunların islami alandaki karşılıkları olan fıkıh, hadis, tefsir, ruhiyat alanlarındaki bilimsel araştırmalar da, insanları birbirinden farklı ozgul ağırlıklarla donatabiliyor.
“Bilenlerle bilmeyenler hic bir olur mu?” ke­lam-ı ilahisi, aslında insandaki bilgi ile elde edilen bu ozgul ağırlık farkına işaret etmektedir.Bir bucuk milyarlık İslam dunyasından soz ediyoruz ve bu dunyanın mazlumiyetler, mağduriyetler, ezilmişlikler, geri kalmışlıklar dunyası olduğunu buyuk bir yurek ızdırabı halinde tekrarlayıp duruyoruz.
Biliyoruz ki hemen tum İslam dunyası, hurriyetler acısından problemli. “Acık veya ortulu somurge hali” diyoruz biz buna.
İslam bize “izzet” sağlıyorsa, hurriyetsizliğin izzete karşı en buyuk tahrip iklimi oluşturduğunu unutmamak lazım. İslam ’ın olmazsa olmaz şartı hurriyettir dense yanlış olmaz.
Hurriyetiniz olmazsa kendi kendiniz olamazsınız her şeyden once.
Ve hurriyetiniz olmazsa, kendi insanınızı da inşa edemezsiniz kendi medeniyetinizi de.
Tavuk yumurtadan cıkar, yumurta tavuktan.
Hurriyet olmazsa İslam ’ın insanını inşa etmek zordur, İslam ’ın insanı inşa edilmemişse hurriyete kavuşmak zordur.
Bu iki kuşatılmışlığı da yaşıyoruz Muslumanlar olarak.
Belki bir diriliğimiz var:
Kendi dunyamızı inşa edememiş olmamızın farkındayız. Acılarımızın farkındayız. “Bir zamanlar biz de millet hem nasıl milletmişiz” diyebilecek bir hasreti yureklerimizde barındırıyoruz. “Hayret veriyorsun bana sen boyle değildin” diyerek yureklere yuklenen sesler bulunuyor. Senin olmadığın dunyada insanlık insani değerlerden kopuş gibi bir buyuk facia yaşıyor, “Sen gel ki İslam gelsin, insanlık gelsin” diyebilecek bir ozguvenle bağlantımız suruyor.
Mesele şu:
İslam dunyası, Muslumanlar, insan unsurlarının ozgul ağırlığını yukseltmek zorundalar. Birim insana yuklenen ozgul ağırlık, cağı taşıyabilecek bir kıvamda olmalı, dersem, neler anlaşılır bilmem, ama cağın bu nitelikte insana ihtiyac duyduğunu bilmemiz lazım.
Turkiye ’yi duşunelim:
Bu sene 17 milyon cocuk-genc, ilk - orta oğretime başlıyor Turkiye ’de...
5 milyon genc de universite eğitimi alıyor. Lisans, yuksek lisans, doktora seviyesinde.
Eğitim cağında 22 milyon insan demek bu.
Turkiye ’nin geleceğinin tohumu bu nesilde saklı.
Soralım kendimize:
Bu neslin kacta kacına dair bir kurgumuz, hayalimiz, yatırımımız var?
Dunya artık kuresel bir dunyadır.
TOPLUMLAR VE SAHİP OLDUĞU DEĞERLER
Kendi değerlerinizi, kendi insanınızda coğaltabildiğiniz gibi, başka toplumların insanında da coğaltabilirsiniz.
Tıpkı başka toplumların kendi kultur ve değerlerini, bizim insanımızda, cocuklarımızda coğalttığı gibi. Amerika ’da ne kadar bizim değerimiz dolaşıyor, bizde ne kadar Amerikan – Batı kultur değerleri dolaşıyor?
Bu soru artılarımız – eksilerimiz adına urkutucu değil mi?
Ozgul ağırlık deyince, insan unsurumuzun curumuş alanlarını da dikkate almamız gerekiyor. Kişiliklerimizde dolaşan gayrı insani davranış kodları bir anlamda ozgul ağırlığımızı duşuren curumuş bolgelerimizdir.
Sembol insanlarımız olsun insanlığın onune koyduğumuz ve sergilediği guzelliklerle coğalan, sembol muesseselerimiz olsun, sembol bildirilerimiz olsun, cozumlerimiz olsun insani bunalımlara cıkış yolu acan...
Bunların hepsi insanla.
İslam ’ın insan icin hayati gereklilik olduğuna inanıyorsak, bunun ana taşıyıcısının insan olduğunu bilmemiz lazım.
Bunun icin İslam insanının ve toplumunun alıcı olmaktan ziyade verici, donuşen olmaktan ziyade donuşturucu, edilgen olmaktan ziyade etkileyici, nesne olmaktan ziyade ozne olması gerekiyor.
Buyuk zamanlar kaybedildi. Buyuk mesafeler acıldı.
Nukleer serpintiler gibi, yureklerimize kadar işleyen bir kultur radyoaktivitesi iklimlerimizi işgal etmiş durumda.
Z nesli, Y nesli gibi hep yeni genclik kutlelerini tanımlama niteliğindeki calışmalar, anne-babalarla cocuklar arasındaki mesafenin, anne-babalar aleyhine acıldığı sonucuna varıyor.
Acıkcası, yeni kuşakların yureklerinin calınması diye bir vakıadan soz ediliyor.
Bir sure sonra, birbirinin kultur dilini anlamayan anne-baba-cocuklar hadisesi gelip herkesin gundemine oturabilir.
Her birimizde kac kultur yaşıyor, kişiliğimizin neresi Amerika, neresi Rusya, neresi Medine?
İNSAN KALİTESİ
İnsan kalitesi.
İslam dunyasının en can alıcı sorunu.
Birim insanımızın ozgul ağırlığı.
Hem islami kişilik değerleri yonunden hem, dunyanın insani cercevede tasarrufuna imkan sağlayan ilimler yonunden ozgul ağırlığı yukseltilmiş insan.
O insana yatırım.
Gundemine insana yatırımı almayan butun yapılar, geleceği kaybetmeye mahkumdur.
Kainat insana musahhar kılınmıştır.
Bizatihi insan insana, kendine musahhar kılınmıştır.
Afakta Allah ’ın ayetleri vardır, evet, ama enfuste de Allah ’ın ayetleri vardır. İnsan kainatı Allah icin değerlendirme cabası icinde olmalıdır, ama oncelikle kendisinde meknuz bulunan hazineleri ortaya cıkarmak icin gayret etmekle yukumludur.
“Hoşca bak zÂtına kim zub­de-i Âlemsin sen
Merdum-i dîde-i ekvÂn olan Âdemsin sen “
Kainatın goz bebeği olmak.
Kendimize ve doğan her insana boyle “Hoşca” bakabilmek ve potansiyellerimizi boyle bir itina ile geliştirmek.
İmtihanımız bu.
Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, Sayı: 332
İslam ve İhsan