
Gercek bir îman, ilĂ‚hî takdir gereği başa gelen sıkıntılar karşısında şikĂ‚yeti unutmayı, dĂ‚imĂ‚ Rabbine sığınmayı gerekli kılar. Peki gercek iman sahibi nasıl olunur?AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî Hazretleri buyurur:
“AllĂ‚h ’ın hakkınızdaki takdîri olarak başınıza gelenleri otekine-berikine soyleyerek AllĂ‚h ’ı onlara şikĂ‚yet eder duruma duşmeyin. Zira hic şuphe yok ki boyle bir hareket, size daha cok belĂ‚lar getirir.
Siz, AllĂ‚h ’ın mulkunde O ’ndan şikĂ‚yetci olmayın. BilĂ‚kis, sessiz, sĂ‚kin ve mutevĂ‚zı olarak O ’nun huzûrunda durun ve sizin icin neler takdir ettiğini ve neler yapacağını sabırla bekleyin. Şerleri hayra tebdîl etmesine sevinin.”
Gercek bir îman, ilĂ‚hî takdir gereği başa gelen sıkıntılar karşısında şikĂ‚yeti unutmayı, dĂ‚imĂ‚ Rabbine sığınmayı gerekli kılar. Bu itibarla mu ’min, bir musîbetle karşılaştığında kendini keder ve umitsizlik girdabına bırakmaz. BilĂ‚kis ne kadar buyuk bir musîbetle imtihan edilirse edilsin;
حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ
“Allah bize yeter. O ne guzel vekîldir!”[3] diyerek, gonul huzurunu korumasını bilir.
Bunun icin dunya hayatının ilĂ‚hî bir imtihan dershĂ‚nesi olduğu hakîkatini dĂ‚imĂ‚ goz onunde bulundurmak gerekir. Nitekim Ă‚yet-i kerîmelerde buyrulur:
“Andolsun ki sizi biraz korku ve aclıkla, bir de mallar, canlar ve urunlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri mujdele.
Onlar, başlarına bir musîbet gelince; «Biz şuphesiz (her şeyimizle) AllĂ‚h ’a aidiz ve şuphesiz O ’na doneceğiz.» derler.
İşte Rab ’leri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.” (el-Bakara, 155-157)
SABRIN SONU SELAMETTİR Demek ki sabrın sonu selĂ‚mettir. Sabır zordur, lĂ‚kin meyvesi cok tatlıdır. Bu dunyada Allah rızĂ‚sı icin birtakım meşakkatlere, zorluklara, sıkıntılara sabırla tahammul edenler, bunun Allah katındaki mukĂ‚fĂ‚tını bilselerdi, onlara sıkıntı ve zahmet olarak değil; birer nîmet, lezzet ve saĂ‚det nazarıyla bakarlardı.
AshĂ‚b-ı kirĂ‚mdan FedĂ‚le bin Ubeyd -radıyallĂ‚hu anh-, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in talebeleri olan AshĂ‚b-ı Suffe ’nin, icinde bulundukları buyuk mahrûmiyetlere rağmen, sergiledikleri sabır ve gayretin bir misĂ‚lini şoyle nakleder:
“Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ashĂ‚bına namaz kıldırırken, onlardan bazıları, aclığın verdiği tĂ‚katsizlik sebebiyle ayakta duramayarak yere duşerlerdi. Bunlar Suffe AshĂ‚bı idi. Colden gelen bedevîler, onların hĂ‚line hayret ederlerdi. Allah Rasûlu namazı bitirince, aclıktan bayılanların yanına gelir ve onları tesellî ederek:
«Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın katında sizin icin neler hazırlandığını bir bilseydiniz, daha fazla yoksul ve muhtac olmayı isterdiniz.» buyururdu.” (Tirmizî, Zuhd, 39/2368)
Bu itibarla mu ’min, başına gelenler sebebiyle hicbir zaman “uf-of” demeyecek. ŞikĂ‚yeti unutacak. “Bu da Rabbimin bir imtihanıdır.” deyip sabır ve rızĂ‚ ile gonul huzurunu ve metĂ‚netini koruyacak.
Duşunecek ki en cok iptilĂ‚lar; peygamberler, evliyĂ‚ullah ve derecelerine gore sĂ‚lih kulların başından gecmiştir. Fakat en huzurlu insanlar da onlardır. AllĂ‚h ’ın Habîbi, Âlemlere Rahmet, İki Cihan Serveri -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in hayatı, ağır cileler ve buyuk ıztıraplar manzûmesidir. Nitekim Fahr-i KĂ‚inat Efendimiz bu hĂ‚lini:
“…Allah yolunda hic kimsenin gormediği eziyetlere mĂ‚ruz kaldım…” buyurarak ifade etmiştir. (Tirmizî, KıyĂ‚met, 34/2472)
PEYGAMBERİMİZ TAİF'TE TAŞLANDIĞI VAKİT NE YAPTI? LĂ‚kin O ’nun hayatında hicbir zaman bir şikĂ‚yet, feryat ve isyan olmadı. BilĂ‚kis O, CenĂ‚b-ı Hakk ’a tam bir tevekkul, teslîmiyet ve rızĂ‚nın derin gonul huzuru icinde ve şukur hĂ‚linde oldu. HattĂ‚ TĂ‚if ’te taşlandığı zaman dahî;
“AllĂ‚h ’ım! Kuvvetimin azlığını, caresizliğimi, halk nazarında hor ve hakîr gorulmemi Sana arz ediyorum.
Ey merhametlilerin en merhametlisi! Eğer bana karşı gazaplı değilsen, cektiğim mihnet ve belĂ‚lara aldırmam!
İlĂ‚hî! Sen kavmime hidĂ‚yet ver; onlar bilmiyorlar.
İlĂ‚hî! Sen rĂ‚zı oluncaya kadar affını diliyorum!” diye niyazda bulundu. (İbn-i HişĂ‚m, II, 29-30; Heysemî, VI, 35; BuhĂ‚rî, Bed ’ul-Halk, 7)
Rahmetli pederim MûsĂ‚ Efendi de, Medîne-i Munevvere ’de Sami Efendi Hazretleri ’nin ağır bir prostat rahatsızlığı gecirmesine rağmen bir kere olsun “uf-of” demediğini, dĂ‚imĂ‚ derin bir sukûnet icinde bulunduğunu soylemişti. HattĂ‚ onun bu mustesnĂ‚ metĂ‚neti karşısında doktorunun bile hayret ederek;
“–Ben hastayı tedavi etmeye gittiğimi zannediyordum, fakat o beni tedavi etti.” dediğini nakletmişti.
Diğer taraftan bir mu ’min, cile ve musîbetleri, mĂ‚nevî tekĂ‚mulu icin bir ganimet bilmeli, nefsinin hamlıklarının torpulenmesine, dolayısıyla mĂ‚nen terbiye ve tezkiye olmasına vesîle olarak gormelidir.
Zira dert ve cile gormeyen, her isteğine kavuşan bir insanın nefsi iyice palazlanır, Ă‚deta zaptedilmez bir aygıra doner. Kendini buyuk, kudretli ve azametli gordukce de Rabbinin rahmetinden uzak duşer.
Buna mukĂ‚bil cileler altında inleyen insanın nefsi ise Ă‚deta ıslak bir kağıt gibi zayıf olur. Hicliğini, aczini daha iyi anlar. Nefsini bu vasfıyla bilince de Rabbinin azametini daha derinden idrĂ‚k eder.
İstanbul İmam Hatip Mektebi ’ndeki talebelik yıllarımızda, ilmiyle beraber, şahsiyet ve karakterinden de istifade ettiğimiz pek cok kıymetli hocamız olmuştu. Bunlardan biri de, Aksaray Kızılminare Camii ’nin imamı olan Mahmud Bayram Hocamız ’dı. Bu fedakĂ‚r ve gayretli hocamız, buyuk bir vazife aşkıyla İmam Hatip Mektebi ’ne gelir, Arapca dersi verirdi. Derste anlamayan olursa, ikindiden sonra cĂ‚misine davet eder, orada ders tekrarı yapardı. Bize de; “Şayet benim gelemediğim gun olursa, bilin ki vefat etmişimdir; siz cenazeme gelin!” derdi.
Bu fedakĂ‚r hocamızı yıllar sonra evinde ziyaret etmiştik. Bu son ziyaretimizde hoca efendi cok hastaydı, kısmen felc gelmişti. Fakat bizi gorunce sevindi. Kendisiyle bir muddet eski hĂ‚tıraları yĂ‚d ettik. Giderken de ayağa kalktı, zor da olsa yuruyordu. Biz ona o hocalık yıllarındaki cevvĂ‚liyetiyle şimdiki hĂ‚li arasındaki farkı duşunerek şoyle bir bakmıştık… Hoca efendi de herhĂ‚lde bu duşuncemizi sezmiş olacak ki:
“–Oğlum! Benim boyle adım atmakta zorlanmama uzulmeyin.” dedi. “Cunku bu hastalığım bana bir rahmet oldu.” dedi. “Şundan dolayı rahmet oldu ki; artık her adım atışta kac sefer «Allah!» diyorum, «YĂ‚ Rabbi!» diyorum.” dedi.
Yani Mahmud Hocamız, hastalığına uzulmek yerine, CenĂ‚b-ı Hakk ’ı daha cok zikretmesine vesîle olduğu icin şukrediyordu. HĂ‚linde hicbir şikĂ‚yet, sızlanma emĂ‚resi olmadığı gibi, bir de ilĂ‚hî takdîre rızĂ‚, hamd, şukur, tevekkul ve teslîmiyetin derin huzuru seziliyordu. Bu hĂ‚liyle de Ă‚deta Eyyûb -aleyhisselĂ‚m- ’ın yuksek ahlĂ‚kını hatırlatıyor, biz talebelerine son bir ders daha veriyordu.
MĂ‚lum olduğu uzere Allah TeĂ‚lĂ‚, Hazret-i Eyyûb -aleyhisselĂ‚m- ’ı cok ağır imtihanlardan gecirmişti. Onun evvelĂ‚ mallarını elinden aldı. Ardından buyuk bir zelzele ile cocuklarını aldı. Daha sonra da vucûduna ağır bir hastalık verdi.
Eyyûb -aleyhisselĂ‚m- yıllar suren bu hastalığı boyunca hicbir şikĂ‚yet ve feryatta bulunmadı. Hanımı Rahme Hatun ona:
“–Sen bir peygambersin; duĂ‚n makbûldur. DuĂ‚ et de şifaya nĂ‚il ol!” dediğinde Eyyûb -aleyhisselĂ‚m- şu mukĂ‚belede bulundu:
“–Hanım! Allah bana seksen sene sıhhat verdi. Hastalığım ise henuz o kadar olmadı. Ancak birkac senedir muzdaribim. CenĂ‚b-ı Hak ’tan sıhhat istemeye teeddub ederim!..”
İşte o mubĂ‚rek peygamber, ilĂ‚hî imtihanlar karşısında sergilediği mustesnĂ‚ rızĂ‚ hĂ‚li sebebiyle CenĂ‚b-ı Hakkʼın; “نِعْمَ الْعَبْدُ : ne guzel kul”[4] iltifatına mazhar oldu.
Ne zaman ki Eyyûb -aleyhisselĂ‚m- ’ın hastalığı, kulluk vazifelerini gonul huzuruyla yapabilmesine mĂ‚nî olmaya başladı, o zaman CenĂ‚b-ı Hakk ’a niyazda bulundu. O ’nun bu mustesnĂ‚ sabrı ve teslîmiyeti neticesinde Allah TeĂ‚lĂ‚, kendisinden dert ve sıkıntı olarak ne varsa hepsini giderdi ve ona eski hayatını misliyle iĂ‚de etti.
Eyyûb -aleyhisselĂ‚m-, hastalıktan Ă‚fiyete kavuşmuş olarak gecirdiği ilk gecenin sabahında, derin bir “Âh!” cekti. Sebebi sorulunca da dedi ki:
“–Her gece seher vaktinde: «Ey bizim hastamız, nasılsın?» diye bir ses duyardım. Şimdi yine o vakit geldi, fakat; «Ey bizim sıhhatli kulumuz, nasılsın?» diye bir ses duymadım. Bunun icin mahzun oldum…”
Bu hakîkatler sebebiyledir ki Ă‚rif kullar, CenĂ‚b-ı Hak ’tan gelen acı-tatlı butun imtihanları, O ’na yaklaşmaya bir vesîle bilip dĂ‚imĂ‚ hamd, şukur ve rızĂ‚ hĂ‚liyle karşılamışlardır.]
CenĂ‚b-ı Hak; butun hissiyĂ‚t, fikriyat, hĂ‚l ve davranışlarımızı dĂ‚imĂ‚ rızĂ‚sıyla te ’lif eylesin. Hayatın değişen şartları karşısında “hamd, şukur ve rızĂ‚” hĂ‚lini, değişmez vasfımız kılsın. Boylece biz Ă‚ciz kullarını da, sevip rĂ‚zı olduğu kulları arasına lûtf u keremiyle ilhĂ‚k eylesin.
Âmîn!..
Dipnotlar: [1] Ahmed er-RufĂ‚î, HĂ‚letu Ehli ’l-Hakîkati MeallĂ‚h, s. 337. [2] M. SĂ‚mi Ramazanoğlu, Yûnus ve Hûd Sûreleri Tefsîri, s. 145. [3] Âl-i İmrĂ‚n, 173. [4] Bkz. SĂ‚d, 44.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2018 – Aralık, Sayı: 394, Sayfa: 032
İslam ve İhsan
İMAN NEDİR?