Peygamberlerin sıfatları ne anlama gelir? Peygamberlerin sıfatları olmasaydı ne olurdu? Peygamberlerin sıfatları ve peygamberlerin sıfatlarının anlamları...Peygamberlerin sıfatları deyince onlarda bulunması caiz olan sıfatlarla, gerekli ve zorunlu olan sıfatlar anlaşılır.
Kur ’an-ı Kerim ’in pek cok yerinde vurgulandığı gibi peygamberler de insandır. Onlar da diğer insanlar gibi oturup kalkar, yiyip icerler, gezerler, evlenip coluk cocuk sahibi olurlar, hastalanır ve olurler. Bu gibi hususlara peygamberler hakkında duşunulmesi caiz olan ozellikler denir. Peygamberler bu gibi konularda diğer insanlar gibidirler. Fakat onlar alelÂde bir insan olmayıp, Allah ’a guzel kulluk etmede her hÂl ve hareketiyle insanlar icin bir ornek olduklarının bilinci icinde yaşarlar. Bu sebeple fakirken ve sıkıntıdayken bile Allah ’a şukrederler. Haset etmek, gıybet yapmak vb. kotu huylardan hicbiri onlarda bulunmaz.
PEYGAMBERLERİN SIFATLARI VE ANLAMLARI NELERDİR? Her peygamberde insan olmanın da otesinde birtakım sıfatların bulunması gerekli ve zorunludur. Bunlara vacip sıfatlar denir. Bu sıfatlar şunlardır:
1- SIDK
Sıdk, doğru olmak demektir.
Peygamberlerin Sıdk Sıfatı Olmasaydı Ne Olurdu?
Her peygamber doğru sozlu ve durust bir insandır. Onlar asla yalan soylemezler. Eğer soyleyecek olsalardı, kendilerine inanan halkın guven duygusunu kaybederlerdi. O zaman da peygamber gondermedeki gÂye, gercekleşmemiş olurdu. Sıdkın zıddı olan yalan soylemek (kizb), peygamberler hakkında duşunulemez. Butun peygamberler, peygamberlikten once de sonra da yalan soylememişlerdir.
Hakiki doğruluğu ve durustluğu insanlara yaşayarak oğretenler peygamberlerdir. Doğrulukta kalbin ve dilin durustluğu cok muhimdir. Vucut bir ulkeye benzetilirse kalp, bu ulkenin hukumdarı yerindedir. Kalp doğru ve iyi olursa vucudun diğer kısımları da istikÂmet uzere olur. Dil ise kalbin tercumanıdır. Onun doğruluğu ve eğriliği diğer organlara da tesir eder. Nitekim bir hadis-i şerifte:
“İnsan sabahlayınca, butun organları dile başvurur ve (Âdeta ona yalvararak) şoyle derler; «Bizim haklarımızı korumakta AllÂh ’dan kork. Biz ancak senin soyleyeceklerinle ceza goruruz. Biz, sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan cıkarsan biz de sana uyar, senin gibi oluruz.»” buyrulmuştur. (Tirmizî, Zuhd, 61)
Bir başka hadiste de Efendimiz şoyle buyurmuştur:
“Kalbi durust olmadıkca kulun îmÂnı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkca da kalbi doğru olmaz.” (İbn-i Hanbel, III, 198)
Şu hadise Efendimiz‘in zirve seviyede doğruluk ve durustluğe ve ustun bir karaktere sahip olduğunu Allah Resûlu, dÂvetini ilk acıkladığı gunlerde Saf Tepesi ’nde yuksek bir kayanın uzerinden Kureyşlilere şoyle seslendi:
“–Ey Kureyş cemÂati! Ben size, şu dağın eteğinde veya şu vÂdide duşman atlıları var; hemen size saldıracak, mallarınızı gasp edecek dersem, bana inanır mısınız?”
Onlar da hic duşunmeden:
“–Evet inanırız! Cunku şimdiye kadar seni hep doğru olarak bulduk. Senin yalan soylediğini hic işitmedik!” dediler. (BuhÂrî, Tefsîr, 26)
2- EMANET
Emanet, guvenilir olmak demektir. Peygamberlerin hepsi emin ve guvenilir kişilerdir. Emanete asla hainlik etmezler. Bu konuda Kur ’an ’da şoyle buyrulur: “Bir peygamber icin emanete hıyanet yaraşmaz...”[1] Emanet sıfatının zıddı olan hıyanet, onlar hakkında duşunulmesi imkÂnsız olan bir sıfattır.
Peygamberlerin Sıdk Sıfatı Olmasaydı Ne Olurdu?
Peygamberlerin emanet sıfatı olmasaydı peygamberlere guven duyulmaz, soylediklerine de itibar edilmezdi.
Butun peygamberler son derece emin, guvenilir, durust ve mumtaz şahsiyetlerdir. Ehl-i iman olmayanlar bile onlara sonsuz bir guven duyarlar. Peygamberlerin emanet sıfatı, onların her hususta emin ve guvenilir olmalarıyla birlikte, daha ziyade vahiy uzerinde emin olmalarını, Allah ’ın emir ve yasaklarını insanlara değiştirmeden, artırıp eksiltmeden tebliğ etmelerini ifade eder.
Allah TeÂl peygamberlik şerefini ve vazifesini duşuk karakterlilere ve hainlere değil, ancak her bakımdan guvenilir olan emîn kullarına verir. Âyet-i kerimelerde peygamberlerin ummetlerine:
“Size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve ben sizin icin emîn bir nasihatciyim.” (el-A ’raf, 68)
“Şuphesiz ben, size gonderilen emîn bir peygamberim.” (eş-ŞuarÂ, 107) buyurdukları bildirilmektedir.[2]
Nitekim Hz. Peygamber hakkında soylenen “Muhammedu ’l-Emîn” tabiri, muşriklerin de dillerinden duşmezdi. Nitekim onlar kendi yandaşlarına değil, Resûl-i Ekrem ’e guvenip emanetlerini teslim ederlerdi. Hatta hicret edeceği zaman bile, Hz. Peygamber ’in yanında muşriklerin birtakım emanetleri vardı. Peygamber Efendimiz, olum tehlikesine rağmen Hz. Ali ’yi Mekke ’de bırakıp onları sÂhiplerine teslim ettirmişti.
El-Emîn vasfı, Hz. Peygamber ’in Âdeta ikinci bir ismi olmuştur. Nitekim Fahr-i KÂinÂt Efendimiz 25 yaşına geldiğinde Mekke ’de sÂdece el-Emîn (en guvenilir kişi) ismiyle cağrılıyordu.[3]
3- İSMET
İsmet; gunah işlememek, gunahtan korunmuş olmak demektir. Peygamberler hayatlarının hicbir doneminde şirk ve kufur sayılan bir gunahı işlemedikleri gibi ozellikle peygamberlikten sonra kasten gunah işlememişlerdir. İnsan olmaları sebebiyle gunah derecesinde olmayan birtakım ufak tefek hataları bulunabilir. Ancak onların bu hatası Yuce Allah ’ın kendilerini uyarmasıyla derhal duzeltilir. Peygamberlerin bu tip kucuk hatalarına “zelle” denilir. İsmetin karşıtı olan masiyet (gunah işlemek) onlar hakkında asla duşunulemez..
Peygamberler, gizli ve acık her turlu Allah ’a isyandan ve gunah işlemekten uzaktırlar. Bu sebeple onlar, peygamberliklerinden once de sonra da şirk ve inkÂr bataklığına duşmekten korunmuşlardır.
Peygamberlerin İsmet Sıfatı Olmasaydı Ne Olurdu?
Peygamberler ismet sıfatına sahip olmasalardı, verdikleri haberlerin doğruluğuna guvenilmezdi. Bu durum ise onların, Allah ’ın yeryuzundeki şÃ‚hidi olma ozelliklerine golge duşururdu.
Ehl-i sunnete gore peygamberler asla buyuk gunah işlemezler. Sehven ve birtakım hikmetlere dayalı olarak “zelle” yani kucuk hatalar işlemeleri mumkunse de hataları uzere kalmazlar, derhÂl Âyetle ikaz ve tashih edilirler.
Bu “zelle” dediğimiz irade dışı beşerî hatalar; peygamberlerin de bir kul olarak acziyeti tatmaları ve beşer olduklarının unutulmayarak kendilerine ilahlık sıfatları verilmesinin onune gecilmesi hikmetine dayanır.
Peygamberler, ornek alınabilmesi mumkun olacak davranışlar sergilemek durumundadırlar. Aksi hÂlde insanlar, “Peygamberlerin emrettiklerini yapmaya bizim gucumuz yetmez.” diyerek ilÂhî emir ve yasakları yerine getirme hususunda pek cok mazeret uretirlerdi. Bu hakikati goz onunde bulundurmayarak, peygamberlerin meleklerden olması gerektiğini duşunen kendini bilmezlere Kur ’Ân-ı Kerîm ’de şoyle cevap vermiştir:
(Ey Resûlum! Onlara) de ki: Eğer yeryuzunde huzur icinde yerleşip dolaşanlar (insan değil de) melekler olsaydı, şuphesiz Biz de onlara gokten peygamber olarak bir melek gonderirdik.” (el-İsrÂ, 95)
“Biz onları (peygamberleri), yemek yemez birer ceset (melek) olarak yaratmadık. Onlar (bu dunyÂda) ebedî de değillerdir.” (el-EnbiyÂ, 8)
4- FETANET
Fetanet; peygamberlerin, insanlar icinde bilhassa akıl, zek ve feraset bakımından en ust derecede olmalarıdır. Onlar, kuvvetli bir hÂfıza, yuksek bir idrak, guclu bir mantık ve ikna kabiliyetine sahiptirler. Her peygamberin, nubuvvet gorevini eksiksiz bir şekilde yerine getirebilmesi icin Fetanet sahibi olmaya ihtiyacı vardır.
Fetanet, kuru bir akıl ve mantık değil, dehÂnın da otesinde bir idrak seviyesidir. Kalbe bağlı aklın, feraset ve basiretin topyekûn bir ifadesidir.
Peygamberlerin Fetanet Sıfatı Olmasaydı Ne Olurdu?
Eğer peygamberler Fetanet sahibi olmasalardı dini, insanlara karşı kuvvetli delillerle anlatamaz, onları ikna edemezlerdi.
Peygamberler, en kapalı ve zor problemleri bile kolayca cozerler. En girift konuları bile acıklarken basit ve ozlu konuştukları icin, her zek seviyesinden insanlar onları anlamakta zorluk cekmez.
Bu sıfat, butun peygamberlerde farklı farklı ortaya cıkmıştır. Mesela Allah Resulu, KÂbe tamir edilirken Hacer-i Esved ’i yerine koyma meselesinde doğan buyuk anlaşmazlığı esnasında eşsiz bir basiret ve feraset orneği sergilemiştir. Problemi kolayca cozerek, kabileler arasında cıkabilecek muhtemel bir savaşın onune gecmiştir. Yine O ’nun barış antlaşmalarında, bilhassa Hudeybiye ’de ortaya koyduğu feraset, Mekke ’nin kan dokulmeksizin fethedişi hicbir insanın ulaşamayacağı bir zek ve basiret orneğidir.
5- TEBLİĞ
Tebliğ; peygamberler, ilÂhî emirleri dosdoğru olarak, emredildikleri şekilde insanlara bildirirler. Onların tebliğlerinde, kendilerinden ne bir ilÂve ne de bir eksiltme vardır. Tebliğ, peygamberlerin muşterek sıfatlarından ve en muhim gorevi olduğu Âyet-i kerimede şoyle ifade edilir:
“Ey peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan Allah ’ın elciliğini tebliğ etmemiş olursun.”[4] Mealindeki ayet, bu sıfattan soz etmektedir.
Kur ’an ’da pek cok ayet-i kerimede Peygamberlerin onemli bir ozelliği olan tebliğ gorevlerini yaparken dunyalık hicbir şeye talip olmadıkları ve vazifelerini sırf Allah ’ın rızası icin yaptıkları şu ayetle bildirilmektedir:
“Buna (Allah ’a kulluk ve itaat cağrıma) karşılık sizden hicbir ucret istemiyorum. Benim ucretim (ve mukÂfatım) ancak Âlemlerin Rabbi olan Allah ’a aittir.” (Şuara suresi, 109, 127, 145, 164, 180. ayetler, Sebe suresi 46. ayet ve Zumer 86. ayette de aynı bu şekilde gecer.)
Peygamberlerin Tebliğ Sıfatı Olmasaydı Ne Olurdu?
Peygamberlerin tebliğ sıfatı olmasaydı, peygamberlerin gonderilişi de mÂnÂsız ve abes olurdu.
Peygamberler, tebliğ vazifelerini yerine getirirken, ceşitli sıkıntılarla karşılaşmışlardır. Fakat hicbir zaman davalarından vazgecmemiş, hatta kucuk bir taviz bile vermemişlerdir. Onların hayatları bu hususta ibretli hÂdiselerle doludur.
Peygamber Efendimiz, İslÂm ’a dÂvet ederken en yakınlarından başlamış, zaman ve mekÂna gore davranmış, muhatabının ruh halini, idrak seviyesini gozetmiş, tedriciliğe riayet etmişlerdir. Dini tebliğ hizmetinde buldukları her fırsatı değerlendirmişler, hicbir zaman zorlaştırmamışlar, daima kolaylaştırmış, hep mujdelemiş, asla nefret ettirmemişlerdir. Son nefeslerine kadar bu hizmete devam etmişlerdir.
Butun omrunu İslÂm ’ı tebliğe hasreden Resul-i Ekrem Efendimiz, Veda Hutbesinde de ashabına hitaben:
“Tebliğ vazifemi yaptım mı?” diye sormuş, onlardan olumlu cevap alınca da:
“Allah ’ım şÃ‚hit ol!..” buyurarak, vazifesini yapmış olmanın gonul huzurunu ve hazzını yaşamıştır.
[1] Âli İmrÂn sûresi, 161. ayet
[2] Ayrıca bkz. eş-ŞuarÂ, 125, 143, 162, 178; ed-DuhÂn, 18.
[3] İbn-i Sa ’d, I, 121, 156.
[4] MÂide sûresi, 67. ayet
Kaynak: İslam Akaidi, Erkam Yayınları


İslam ve İhsan