
Gercekte inandıkları ve bunu sozlu olarak dile getirdikleri hÂlde bir kısım insan hayatlarına inanclarını yansıtamazlar. Bu durum ne gibi tehlikelere yol acar? İmanı yavaş yavaş yok eden tehlikeye dikkat!Gercekte inandıkları ve bunu sozlu olarak dile getirdikleri hÂlde bir kısım insan hayatlarına inanclarını yansıtamazlar. Bunun bircok nedeni olabilir: İhmal, boşverme, gormezden gelme… Bunlar insanların tembellik ve kayıtsızlığından ileri gelir. İnancı yeterince kalbinde yer etmemiş olan insan, erteleme yoluna gider. İhmal dediğimiz işte bu inancın gereğinin yerine getirilmesinin ertelenmesidir. Bu hÂl insanda yerleşince umursamazlığa donuşur. Donup yerine getirme iradesini ortaya koyamadığından boşverme yoluna gider. Sonunda inancını gormezden gelme, hatırlatacak kişilerden ve yerlerden uzak durma psikolojisi insanı kaplar. Butun bunlar insanın Allah ’a karşı samimiyetindeki eksiklikten ileri gelmektedir. Bu samimiyet eksikliği zaman icinde inanclarda aşınmaya yol acar ve bu yol ibadetsizlikle birlikte inancslızlığa kadar gider... İş bu imanı yok eden en buyuk tehlikedir.
DİN SAMİMİYETTİRDin samimiyettir. Bu samimiyetin birinci onceliği Allah ’a karşı samimi olmaktır. Allah ’a karşı samimi olmak, kişinin Allah ’a ve O'nun koyduğu kÂinat duzenine herhangi bir zorunluluk icabı değil, kendinden bir yonelişle uyması demektir. Sozgelimi kişi, kış geldiğinde uşumemek icin kalın elbise, yazın da bunalmamak icin ince elbise giyer. Buna kendisini kış ve yaz şartları zorlar. Boyle davranmamak, kişiyi birtakım hastalıklarla yuz yuze getirebilir. Aynı davranışı kişi, Allah rızası icin de yapabilir. Orneğin şoyle duşunebilir: “Bu beden Allah ’ın bana bir emanetidir. Emaneti sağlam ve sağlıklı bir şekilde korumam gerekir. Bedeni sağlıklı tutmanın yolu da, Allah ’ın dunyaya koyduğu şartlara uymakla olur. Oyleyse tabiatta var olan şartlara uymam, aslında Allah ’ın rızasına gore hareket etmem demektir.” Buna Allah ’ın kÂinata koyduğu kanunlara uygun yaşamak denir.
VERİLEN NİMETLERİN KIYMETİNİ BİLİYOR MUYUZ?Ote yandan Allah Teala, koyduğu duzenin ve verdiği nimetlerin kıymetinin bilinip bilinmediğini sınamak ister. Bunun icin de kÂinata koyduğu kanunlar dışında insana ibadet turunden birtakım odevler yukler. Bu odevler, sadece kulun kulluğunu olcmek icindir. Diğer bir ifade ile kulun Allah ’a karşı samimiyetinin testten gecirilmesidir. Nitekim Allah Teala kullarına şoyle seslenir: “Muhakkak ki, ben Allah ’ım. Benden başka tanrı yoktur. Bana ibadet et ve beni hatırlamak icin namaz kıl.” (TÂhÂ, 20/14.) Sonraki ayette ise Allah ’ın kıyamet gunu insanlara inanclarındaki samimiyeti gostereceği ve kimin imtihanı kazanıp kimin kazanmadığını ilan edeceği bildirilir. Ayetin devamında da, Allah ’ın olum vakti ile kıyamet saatini gizlediği haber verilir. (bk. TÂhÂ, 20/15-16.) Oyleyse insanlar samimi bir şekilde, dini sadece Allah ’a has kılarak inanır ve guzel işler yaparsa imtihanı başarı ile atlatmış olurlar. (bk. Zumer, 39/11,14.) Allah ’ın insanlardan istediği de budur. Yuce Allah bu isteğini gonderdiği peygamberler vasıtasıyla kullarına bildirmiş ve bu doğrultuda yaşayan kullarına mukÂfat vaat etmiştir. Bu yuzden peygamber gondermesi Allah ’ın kullarına rahmeti ve şefkatinin tezahurudur. Nitekim son peygamber olan Hz. Muhammed (s.a.s.) icin Kur ’an ’da “Seni ancak Âlemlere rahmet olasın diye gonderdik.” (EnbiyÂ, 21/107.) buyurulması bunun en acık delilidir.
SAMİMİYET EKSİKLİĞİ İBADETSİZLİĞE GOTURURGercekte inandıkları ve bunu sozlu olarak dile getirdikleri hÂlde bir kısım insan hayatlarına inanclarını yansıtamazlar. Bunun bircok nedeni olabilir: İhmal, boşverme, gormezden gelme… Bunlar insanların tembellik ve kayıtsızlığından ileri gelir. İnancı yeterince kalbinde yer etmemiş olan insan, erteleme yoluna gider. İhmal dediğimiz işte bu inancın gereğinin yerine getirilmesinin ertelenmesidir. Bu hÂl insanda yerleşince umursamazlığa donuşur. Donup yerine getirme iradesini ortaya koyamadığından boşverme yoluna gider. Sonunda inancını gormezden gelme, hatırlatacak kişilerden ve yerlerden uzak durma psikolojisi insanı kaplar. Butun bunlar insanın Allah ’a karşı samimiyetindeki eksiklikten ileri gelmektedir. Bu samimiyet eksikliği zaman icinde inanclarda aşınmaya yol acar.
Bu aslında adım adım insanın inanc noktasında bir boşluğa doğru kaymasıdır. Fakat bu kasıtlı bir tercih olmadığından dolayı mazur gorulebilir. En azından boylesi bir hÂl icinde olan kişiye inancsız denemez. Kur ’an ’da inancı ifade eden “iman” kelimesi ile dinin pratik tarafını ifade eden “amel” kavramının ayrı ayrı zikredildiği bir gercektir. Ancak vahyin butunluğu cercevesinden bakıldığında iman ile amelin ayrılmaz bir butunu ifade ettiği de bir gercektir. Cunku amel imanın tezahuru, iman da amelin dayanağıdır. Bunu, bir bakımdan insanın ruh-beden butunluğu gibi değerlendirmek de mumkundur. Nasıl ki, ruh-beden butunluğunun bozulması, insanın olumu yani hayatının sona ermesi anlamına geliyorsa, Kur ’an ’daki iman-amel ilişkisi de boylesi bir butunluğu ifade etmektedir. Amelsiz bir iman duşunmek, inancsızlık değilse de inanca karşı acık bir kayıtsızlığa doğru kaymaktır.
Eskiler “Gozden ırak olan gonulden de ırak olur.” demişlerdir. İbadetten uzak duran insan gozden kaybolmuş veya Allah ile irtibatını zayıflatmış demektir. Yuce Allah Kur ’an ’da “Beni hatırlayın ki, ben de sizi hatırlayayım…” (Bakara, 2/152.) buyurmaktadır. Bu hatırlama ise Yuce Allah ’ın Hz. Peygamber (s.a.s.) vasıtasıyla bildirdiği ibadetlerle gercekleşir. Cunku insanın Rabbi ile irtibatının en guclu olduğu anlar ibadetle gecen zamanlardır. Yuce Allah rahmeti ve şefkati gereği insanın butun zamanını ibadete hasretmesini istemiyor ancak belli zaman dilimlerinde hatırlanmasını da gerekli goruyor. Bunu yapmayan insan, gozden ıraklaşarak gonulden de cıkma rampasına girmiş demektir. Bu ıraklaşmanın bilincli bir tercihe donuşmesi ise kronik inancsızlığın başlangıcı anlamına gelir.
BİLİNCLİ İBADETSİZLİK DEİZMİN BAŞLANGICIDIRTarihten gunumuze bazı insanların, inandığı hÂlde inanmamış gibi yaşamayı arzuladıkları bir gercektir. Modern zamanlar bu durumun en cok gorulduğu ve yaşandığı bir donemin adıdır. Bu arzu, yukarıda olduğu gibi tembellik ve kayıtsızlığın değil, bilincli bir tercihin urunudur. Bir başka deyişle bu, aslında taammuden inancın gereğini yapmama hÂlidir. Eskiden bir kısım Batınî/Haşhaşî, dinin namaz, oruc ve zekÂt gibi vecibelerini kendilerince yorumlayarak bu ibadetleri yapma sorumluluğundan kurtulduklarını duşunurdu. Bugunun insanı ise ozellikle ibadetlerin modern hayat icinde yerine getirilmesinin zorluğunu dile getirmektedir. Hatta acıkca “ibadetsiz bir din olması” arzusunu dışa vurmaktadır. Cunku onlara gore ibadetler hayatı kısıtlamakta, gunduz calışmayı ve gece eğlenceyi bolmektedir. Dolayısıyla onlara gore ibadet, ozgurluk icin bir tehlike ve tehdit unsuru olmaktadır. Oyleyse dinin pratikleri olan ibadetler, insanın hayatını minimum duzeyde işgal etmeli, hatta mumkunse butunuyle hayattan cekilmelidir. Bu yuzden reform hareketleri ile Hristiyanlık modern hayatın gereklerine gore yeniden dizayn edilmiştir. Bu hareket sonucta deizm denilen Tanrı ’nın dunya ile alakasını kesmek suretiyle ilahi mudahaleye kapalı bir dunya kurmak duşuncesine goturmuştur.
XIX. yuzyıldan beri İslam ile ilgili de benzer talepler bulunmaktadır. Nitekim Abdullah Cevdet gibi bazı modern zaman aydınları, ictihadı bir reform aracı gibi kullanmaya kalkışmışlar ve bu yolla İslam ’da reform denemelerinde bulunmuşlardır. Cunku dinin vecibeleri ve ahlaki ilkelerinin, gunah ve sevap karşılığına bağlanması, bu şekilde duşunen kişileri rahatsız etmektedir. Bu kişiler her ne kadar Allah ’a ve dine inandıklarını sozlu olarak dile getirseler de ibadetleri yerine getirmek soz konusu olduğunda tercihlerini aksi yonde kullanmaktadırlar. Namaz kılmayı, iş kaybı veya iş akışını aksatıcı bulurken oruc tutmanın, verimliliği azalttığını duşunurler. ZekÂtı ise bazı insanlara haksız ve emeksiz kazanc sağlama yolu olarak gorurler. Ozellikle ibadetleri işlerine geldiği şekilde yorumlayıp kendilerine gore birtakım onerilerde bulunurlar. Onlara gore namaz kılmak, boş vakitleri değerlendirmektir. Cunku eskiden insanlar gunumuzdeki kadar yoğun calışmıyorlardı. Bu yuzden namaz kılmaya, oruc tutmaya vakit bulabiliyorlardı. Yoğun bir calışma uğraşısı icerisinde bulunan bugunun insanının ibadete ayıracak vakti yoktur. Zamanın değişmesi dinin değişmesini beraberinde getirir. Modern hayat yenilik demektir. Eskiler ve eski alışkanlıklar geride bırakılmalı ve terk edilmelidir.
Bu duşunce bicimi, bilincli ve kasıtlı bir tercih olması dolayısıyla inancsızlığa doğru bir kayışın gostergesidir. Cunku din bolunme ve parcalanma kabul etmez. Boylesi iddia ile ortaya cıkanlar Kur ’an ’da şoyle tasvir edilir: “Şimdi siz ey muminler bunların size inanacaklarını mı bekliyorsunuz? Onlardan bir kısmı var ki, Allah ’ın kelamını dinlerler, gercekte ne olduğunu kavradıktan sonra donup onu bile bile değiştirirler.” (Bakara, 2/75.)
Hak olsun batıl olsun dunya tarihinde ibadet yonu bulunmayan bir din bulmak mumkun değildir. Her dinin mutlaka ibadetleri vardır. Zaten Batı ’da gelişen ve insan tabiatına uygun din diye ortaya atılan ‘doğal din ’ fikri yurumemiştir. ‘İnsanlık dini ’ ismi verilen pozitivist dinin de yaşama şansı olmamıştır. KÂinata ve insana karışmayan bir tanrı inancını oneren ‘deist ’ din anlayışının kısa zevklere cevap vermesinin otesinde uzun omurlu olması beklenmez. Zaten vahiysiz, peygambersiz ve kitapsız bir dini insanların kabul etmesi ve surdurmesi soz konusu olmaz. Bu tur bir anlayış belki kısa vadeli arzularının yerine gelmesine veya gundelik zevklerin sarhoşluğuna vesile olabilir ama uzun vadede bu tur modern saldırı ve reform onerilerine direnen dinin hayatta kalacağı ve yaşayacağı acıktır.
DEİZMİN SON DURAĞI ATEİZMDİRİbadetin terkinin zaman icinde ibadetsiz bir din anlayışına goturmesi, insanın inancına karşı da umursamaz bir tavır almasına yol acması kacınılmazdır. Her ne kadar bir tanrıya inandığını soylese bile bu tanrının İslam ’ın veya muesses dinlerin Tanrı ’sı olmadığı acıktır. Bu anlayışta hicbir işe karışmayan, koşesine cekilmiş, modern zamanların deyimi ile “emekliye ayrılmış bir tanrı” soz konusudur. Bu tanrının insan bakımından bir değeri ve saygınlığı da soz konusu değildir veya varsa bile bunun zaman icinde yok olup gitmesi kacınılmazdır. Nietzsche ’nin cıkıp “tanrı oldu” demesi işte boylesi bir tanrının olum fermanının verilmesidir. Bu tanrıyı kendileri zihinlerinde yarattılar sonra da olum fermanını yazdılar. Cunku Nietzsche ’nin “oldu” dediği tanrı, İslam ’ın veya muesses dinlerin Tanrı ’sı değil, modern zaman insanının zihninde oluşturduğu muhayyel bir tanrıdır.
“Peygamberleri onlara dediler ki: Gokleri ve yeri yaratan Allah hakkında bir şuphe mi var? Gunahlarınızı bağışlamak icin sizi cağırıyor ve size ecel vaktinize kadar muhlet veriyor.” (İbrahim, 14/10.) “Deki ey Peygamber: Gokleri ve yeri yaratan Allah ’tan başka tanrı mı edineyim? O Allah, herkese yiyeceğini veren ama kendisi yiyeceğe ihtiyacı olmayandır. Yine onlara de ki: Musluman olanların ilki olmam ve Allah ’a ortak koşanlardan olmamam bana emredildi.” (En ’Âm, 6/14.)
Kaynak: Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ | Din İşleri Yuksek Kurulu Uyesi - diyanetdergi
NEDEN İBADET EDERİZ?
İBADETE TEŞVİK İslam ve İhsan