Şefaat nedir? Şefaat var mıdır? Kimler şefaat edebilir? Hz. Muhammed ’in (s.a.v.) mahşerdeki şefaatine ne ad verilir? Peygamber Efendimiz kimlere şefaat edecek, kimlere etmeyecek? Şefaat ile ilgili ayet ve hadisler neler? Ahirette Peygamber Efendimizin şefaati...Mahşerde Peygamber Efendimiz ’in -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şefaati şoyle olacak:
Ebû Hureyre -radıyallĂ‚hu anh- şoyle nakleder:
Bir yemek dĂ‚vetinde Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ile beraber bulunuyorduk. Kendisine etin kol tarafı ikram edildi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz etin kol tarafını severdi. Ondan bir lokma kopardıktan sonra şoyle buyurdular:
“–KıyĂ‚met gununde insanların efendisi benim. Bu da neden biliyor musunuz? Allah TeĂ‚lĂ‚, gelmiş-gelecek butun insanları duz bir yere toplayacak. Orası, insanlara bakan kimsenin hepsini gorebileceği, onlara seslenen kişinin hepsine sesini duyurabileceği bir yerdir. Guneş onlara yaklaşacak, insanlar sıkıntıdan ve kederden artık dayanamayacak hĂ‚le gelince (ki diğer bir rivĂ‚yette bu bekleyişin yetmiş sene sureceği haber verilmektedir)[1] birbirlerine:
«–İcinde bulunduğunuz sıkıntıyı, başınıza gelen hĂ‚li gormuyor musunuz? HĂ‚linizi Rabbinize arz ederek size şefaat edecek birini bulmayı duşunmuyor musunuz?» diyecekler.
Bazıları:
«–Babanız Âdem ’e gidiniz!» diyecek. İnsanlar Hazret-i Âdem ’e gidip:
«–Ey Âdem! Sen insanların babasısın. Seni Allah kudret eliyle yarattı. Sana kendi rûhundan ufledi. Meleklere sana secde etmelerini emretti, onlar da secde ettiler. Seni Cennet ’e yerleştirdi. Rabbine varıp bizim icin şefaat et! İcinde bulunduğumuz hĂ‚li, başımıza gelen derdi gormuyor musun?» diyecekler.
O da:
«–Bugun Rabbim cok gazaplı. Ne daha once boylesine gazaplandı ne de bundan sonra boyle gazaplanır. Rabbim o ağaca yaklaşmamı yasakladı, ama ben O ’nu dinlemedim. Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtactır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; Nûh ’a gidin!» diyecek.
Onlar da Hazret-i Nûh ’a giderek:
«–Ey Nûh! Sen yeryuzu halkına gonderilen rasûllerin ilkisin. Allah TeĂ‚lĂ‚ senin icin “Cok şukreden kul”[2] demişti. İcinde bulunduğumuz perişan hĂ‚li gormuyor musun? Başımıza gelenleri gormuyor musun? Rabbinin huzûrunda bize şefaat etmeyecek misin?» diyecekler.
O da:
«–Bugun Rabbim benzeri gorulmedik şekilde gazaplıdır. Ne daha once boylesine gazaplandı ne de bundan sonra boyle gazaplanır. Benim bir duĂ‚m vardı; onu da kavmimin aleyhine kullandım. Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtactır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; İbrahim ’e gidin!» diye karşılık verecek.
Onlar da Hazret-i İbrahim ’e giderek:
«–Sen AllĂ‚h ’ın Peygamberi ’sin, yeryuzu halkı icinde AllĂ‚h ’ın Halîli/dostu sensin. Rabbinin huzûrunda bize şefaat et! İcinde bulunduğumuz perişan hĂ‚li gormuyor musun?» diyecekler.
O da şunları soyleyecek:
«–Bugun Rabbim benzeri gorulmedik şekilde gazaplıdır. Ne daha once boylesine gazaplandı ne de bundan sonra boyle gazaplanır. Ben vaktiyle uc tĂ‚rizli soz soylemiştim. Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtactır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; MûsĂ‚ ’ya gidin!»
Onlar da Hazret-i MûsĂ‚ ’ya gelerek şoyle diyecekler:
«–Ey MûsĂ‚! Sen AllĂ‚h ’ın Rasûlu ’sun. Allah TeĂ‚lĂ‚, peygamberlik vermek ve konuşmak sûretiyle seni diğer insanlardan ustun kılmıştır. Rabbinin huzûrunda bize şefaat et. İcinde bulunduğumuz hĂ‚li gormuyor musun?»
O da:
«–Bugun Rabbim benzeri gorulmedik şekilde gazaplıdır. Ne daha once boylesine gazaplandı ne de bundan sonra boyle gazaplanır. Ben oldurulmesine dĂ‚ir emir almadığım bir adamı hatĂ‚en oldurdum. Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtactır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; ÎsĂ‚ ’ya gidin!» diyecek.
Onlar da Hazret-i ÎsĂ‚ ’ya giderek:
«–Ey ÎsĂ‚! Sen AllĂ‚h ’ın Rasûlu, O ’nun Meryem ’e ilkā ettiği kelimesi ve O ’nun yarattığı bir ruhsun. Sen daha beşikte iken insanlarla konuştun. Rabbinin huzûrunda bize şefaat et! İcinde bulunduğumuz perişan hĂ‚li gormuyor musun?» diyecekler.
Hazret-i ÎsĂ‚ da:
«–Bugun Rabbim benzeri gorulmedik şekilde gazaplıdır. Ne daha once boylesine gazaplandı ne de bundan sonra boyle gazaplanır!» diyecek, ama bir gunah zikretmeyecek. Sonra da, asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtactır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; Muhammed ’e gidin!» diyecek.”
Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz hĂ‚disenin devamını diğer bir rivĂ‚yette şoyle nakletmektedir:
“Onlar da bana gelerek:
«–YĂ‚ Muhammed! Sen AllĂ‚h ’ın Rasûlu ve Son Peygamber ’sin. Allah TeĂ‚lĂ‚, Sen ’in gelmiş ve gecmiş butun gunahlarını bağışlamıştır.[3] Rabbinin huzûrunda bize şefaat et! İcinde bulunduğumuz perişan hĂ‚li gormuyor musun?» diyecekler.
Ben de yuruyup Arş ’ın altına geleceğim, Rabbime secdeye kapanacağım. (Bu secde tam bir hafta surecek.)[4]
Sonra Allah TeĂ‚lĂ‚ daha once kimseye oğretmediği en guzel hamd u senĂ‚ları bana ilham edecek. (Onlarla uzun muddet hamd u senĂ‚da bulunduktan sonra) CenĂ‚b-ı Hak bana:
«–YĂ‚ Muhammed! Secdeden başını kaldır! İste, istediğin Sana verilecek; şefaat et, şefaatin kabul edilecek!» buyuracak.
Ben de başımı secdeden kaldıracağım ve:
«–YĂ‚ Rabbi! Ummetimi bana bağışla! YĂ‚ Rabbi! Ummetimi kurtar! YĂ‚ Rabbi! Ummetimi bağışla!» diye yalvaracağım.
O zaman bana:
«–YĂ‚ Muhammed! Ummetinden hesĂ‚ba cekilmeyecek olanları Cennet kapılarının en sağındaki BĂ‚bu ’l-Eymen ’den iceri al! Onlar başkalarıyla beraber Cennet ’in diğer kapılarından da gireceklerdir!» buyrulacak.
Canımı kudretiyle yaşatan AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, Cennet kapılarının iki kanadı arasındaki mesafe, Mekke ile (Bahreyn ’deki) Hecer veya Mekke ile (Suriye ’deki) BusrĂ‚ arasındaki mesafe kadar geniştir.”[5]
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz başka bir rivĂ‚yette de şoyle buyurmuşlardır:
“…Rabbimden şefaat icin izin isterim. Bana izin verilir. Rabbimin huzûrunda durup O ’na, şimdi bilmediğim şekilde hamd ederim. Bu hamd cumlelerini o vakit Allah TeĂ‚lĂ‚ bana ilham eder. Sonra O ’nun icin secdeye kapanırım. Bana:
«‒Ey Muhammed! Başını kaldır ve soyle, sozun dinlenecek; iste, arzun yerine getirilecek; şefaat et, şefaatin kabul edilecek!» buyrulur.
Ben de:
«‒YĂ‚ Rabbi! Ummetim, ummetim!» derim.
Bana:
«‒Git, kimin kalbinde buğday veya arpa tanesi ağırlığınca îman varsa onu Cehennem ’den cıkar!» buyrulur.
Ben de gider soyleneni yaparım.
Sonra tekrar Rabbimin huzûruna donup O ’na bu hamd cumleleri ile hamd ederim…”
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in ikinci murĂ‚caatında kendisine; “kalbinde hardal tanesi ağırlığınca”, ucuncu murĂ‚caatında ise “bir hardal tanesinden daha da az” miktarda îmĂ‚nı olan kimseleri Cehennem ’den cıkarması soylenecektir. (Bkz. Muslim, ÎmĂ‚n, 326, 322)
Hadîs-i şerîflerde gorulduğu uzere kıyĂ‚met gununun şiddet, eziyet ve korkularından kurtulmak icin butun insanlar bir kurtarıcı arayacaklardır. LĂ‚kin uzandıkları butun dalların birer birer ellerinde kaldığını hayret ve dehşetle seyredeceklerdir. Nihayet umitlerinin tukenmeye başladığı bir sırada, o korkunc meydanda yegĂ‚ne hatırı sayılacak kişinin İki Cihan Serveri -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz olduğunu anlayacaklar ve O ’na muracaat edeceklerdir. Rahmet Peygamberi -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz de onlara şefaat edip bu dehşetli korkulardan kurtulmalarına vesîle olacaktır.
PEYGAMBER EFENDİMİZ ŞEFAAT EDECEK Mİ? Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, peygamberlerin bile kendi nefsinin derdine duştuğu bir zamanda ummetini duşunecek, sozune değer verilecek ve duĂ‚sı kabul edilecek olan yegĂ‚ne Sultan ’dır. Bu sebeple Suleyman Celebi şoyle seslenir:
Merhab ey Âsi ummet melcei
MerhabĂ‚ ey caresizler eşfai
Yani;
“Merhaba ey gunahkĂ‚r ummetin ilticĂ‚ edeceği şefkat sığınağı! Merhaba ey cĂ‚resizlerin en buyuk şefaatcisi!”
PEYGAMBER EFENDİMİZ KİMLERE ŞEFAAT EDECEK, KİMLERE ŞEFAAT ETMEYECEK? Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in kendi ummetine daha husûsî şefaatleri de olacaktır. Nitekim bir defasında şoyle buyurmuşlardır:
“Şefaatim, (oncelikle) ummetimden buyuk gunah işleyenleredir.” (Ebû DĂ‚vûd, Sunnet, 20-21/4739; Tirmizî, KıyĂ‚met, 11/2435-6; İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 37; Ahmed, III, 213)
Bu hadîs-i şerîflerinde Peygamber Efendimiz ’in buyuk gunah işleyenlere şefaat edeceklerini ifĂ‚de buyurmaları, şefaatin yalnız onlara has olduğu mĂ‚nĂ‚sına gelmemektedir. Elbette buyuk gunah işleyenler, şefaate en fazla ihtiyac duyacak olanlardır. Fakat şefaatin pek cok ceşidi vardır. Bu sebeple AllĂ‚h ’ın dilediği herkes, kendi hĂ‚liyle mutenĂ‚sip bir sûrette şefaatten hissedĂ‚r olacaktır.
Ote yandan bu hadîs-i şerîf, bizleri aslĂ‚ rehĂ‚vete sevk etmemeli, kulluk vazifelerimizi ihmĂ‚le sebebiyet vermemelidir. Zira bizim kucuk gorduğumuz, ehemmiyet vermediğimiz, yahut “nasıl olsa affedilir” diye duşunduğumuz bir davranış, Allah katında cok buyuk bir gunah olabilir.
Nitekim Ă‚yet-i kerîmede buyrulur:
“…Hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun onemsiz olduğunu sanıyorsunuz. HĂ‚lbuki bu, Allah katında cok buyuk (bir suc)tur.” (en-Nûr, 15)
Bir hadîs-i şerîfte de, ac bırakmak sûretiyle bir kedinin olumune sebep olan kadının Cehennem ’e dûcĂ‚r olduğu bildirilmiştir.[6]
Tabiî ki bunun aksi de mumkundur. Yani kucuk olarak gorduğumuz bir hayır, belki CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚ ve rahmetine ermemize vesîle olabilir. Nitekim Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“Vaktiyle bir adam yolda giderken cok susadı. Bir kuyu buldu, icine indi, su icti ve dışarı cıktı. Bir de ne gorsun; bir kopek, dili bir karış dışarıda soluyor ve susuzluktan nemli toprağı yalayıp duruyor. Adam kendi kendine:
«−Bu kopek de tıpkı benim gibi pek susamış!» deyip bir vicdan muhĂ‚sebesi yaptı. Hemen kuyuya indi, ayakkabısını su ile doldurdu, onu ağzına alarak yukarıya cıktı ve kopeği suladı. Adamın bu hareketinden Allah TeĂ‚lĂ‚ hoşnud oldu ve onu bağışladı.”
SahĂ‚bîler:
“−Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! Bizim icin hayvanlardan dolayı da sevap var mı?” dediler. Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“−Her canlı sebebiyle sevap vardır.” buyurdu. (BuhĂ‚rî, Şurb, 9; Muslim, SelĂ‚m, 153)
Yine Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuşlardır:
“Adamın biri, yol uzerinde bir ağac dalı gordu ve «AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, bunu Muslumanları rahatsız etmemesi icin buradan kaldıracağım.» dedi (kaldırdı ve) bu yuzden Cennet ’e konuldu.” (Muslim, Birr, 128)
Dolayısıyla, elimizden geldiği kadar butun gunahlardan sakınmalı ve buyuk-kucuk demeden her hayrı îfĂ‚ya gayret gostermeliyiz.
MAKAM-I MAHMUD - LivĂ‚u ’l-Hamd (Hamd Sancağı) CenĂ‚b-ı Hakk ’ın;
“…Rabbinin Sen ’i ovguye değer bir makĂ‚ma gondereceğini umabilirsin!” (el-İsrĂ‚, 79) Ă‚yetinde zikrettiği “MakĂ‚m-ı Mahmûd”, buyuk şefaat yetkisidir.
Yukarıdaki hadîs-i şerîfte zikredildiği uzere o makam, sadece Âlemler SultĂ‚nı Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e mahsustur. O zaman Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in elinde LivĂ‚u ’l-Hamd (Hamd Sancağı) bulunacak, Hazret-i Âdem -aleyhisselĂ‚m- da dĂ‚hil olmak uzere butun peygamberler, bu sancağın altında toplanacaklardır.[7]
Şunu da ifĂ‚de etmek lĂ‚zımdır ki, Rasûl-i Ekrem Efendimiz ’den once şefaat etmeleri icin kendilerine başvurulan peygamberlerin, şahsî zellelerinden bahsederek kendilerini şefaat etmeye lĂ‚yık gormemeleri, hem yuksek edep ve tevĂ‚zularının bir gostergesidir, hem de şefaatin derece derece olduğunun, en buyuk şefaat yetkisinin de Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’de bulunduğunun bir ifĂ‚desidir. Daha sonra CenĂ‚b-ı Hakk ’ın izin vermesiyle diğer peygamberler de şefaat edeceklerdir.
Yine Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın kendisine uc makbul duĂ‚ hakkı verdiğini ifĂ‚de buyurmuş, sonra da sozlerine şoyle devam etmişlerdir:
“…Bunun uzerine ben:
«AllĂ‚h ’ım! Ummetimi mağfiret eyle! AllĂ‚h ’ım! Ummetimi mağfiret eyle!» diye duĂ‚ ettim.
Ucuncu isteğimi de butun mahlûkĂ‚tın, hattĂ‚ İbrahim -aleyhisselĂ‚m- ’ın bile bana muhtac olacağı ve benden şefaat dileyeceği gune bıraktım.” (Muslim, MusĂ‚firîn, 273)
KURAN-I KERİM ’E GORE ŞEFAAT VAR MI? - Şefaat İle İlgili Ayetler Butun bu hakîkatlere rağmen bazı kimseler, Allah ’tan başka kimsenin şefaat edemeyeceğini soyleyerek, ne kadar sahih olursa olsun, şefaat konusundaki hadislerden sarf-ı nazar ederek bunları kabule yanaşmamaktadırlar. HĂ‚lbuki bircok Ă‚yette Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın izin verdiklerinin şefaat edebileceği acıkca beyĂ‚n edilmiştir. MeselĂ‚:
“…İzni olmadan O ’nun huzûrunda kim şefaat edebilir?..” (el-Bakara, 255)
“…Onun izni olmadan hicbir şefaatci şefaat edemez…” (Yûnus, 3)
“RahmĂ‚n nezdinde soz ve izin alandan başka hicbirinin şefaate gucu yetmeyecektir.” (Meryem, 87)
“AllĂ‚h ’ın huzûrunda kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” (Sebe ’, 23) Ă‚yetleri bunu gostermektedir.
Ozellikle de;
“O gun RahmĂ‚n ’ın izin verdiği ve sozunden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez.” (TĂ‚hĂ‚, 109) Ă‚yet-i kerîmesi, AllĂ‚h ’ın izniyle şefaatin hak olduğunu gosteren bĂ‚riz bir delildir.
Dipnotlar:
[1] İshak bin RĂ‚hûye, Musned, I, 84/10; Beyhakî, el-Baʻs ve ’n-Nuşûr, I, 336/609.
[2] Bkz. el-İsrĂ‚, 3.
[3] Burada, Fetih Sûresi ’nin 2. Ă‚yetindeki; “Allah Sen ’in gecmiş ve gelecek gunahını bağışlar…” ifĂ‚desine işaret vardır ve bu tĂ‚bir, te ’kid/kuvvetlendirme icin kullanılan bir kalıptır. Yani bu ifĂ‚deyle CenĂ‚b-ı Hak, Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in mĂ‚sum olduğunu, gunahlardan muhafaza edildiğini kastetmektedir.
Ayrıca buradaki “gunah” kelimesi icin şu îzahlar yapılmıştır:
Ÿ Gunahtan kasıt, Peygamber Efendimiz ’in ictihad yaparken evlĂ‚ ve efdal olanı değil de, daha az doğru olanı tercih etmesidir. Bu tercihin normalde gunah olmadığı hĂ‚lde “gunah” diye isimlendirilmesi, Allah Rasûlu ’nun yuksek makam ve mansıbına nazarandır. Cunku denilmiştir ki; “EbrĂ‚r ’ın hasenĂ‚tı, mukarrabînin seyyiĂ‚tı gibidir.” Yani sĂ‚lih ve takvĂ‚ sahibi kimseler icin guzel ve makbul sayılan bazı işler, AllĂ‚h ’a yakınlıkta cok daha ileri seviyede bulunan zevĂ‚t icin bir kusur sayılabilir. Zira onların bulunduğu Hakk ’a yakınlık seviyesi, cok daha yuksek bir fazîlet sergilemelerini gerekli kılar.
Ÿ Bazı ulemĂ‚ da demişlerdir ki, burada gunahın işlenmesi kastedilmeyerek, terkibin butunu, muĂ‚heze olunmamaktan kinĂ‚yedir. Gelecek gunahtan kasıt, Peygamberimiz ’in duĂ‚ ve şefaatiyle affedilecek olan ummetinin bazı gunahlarıdır.
Ÿ Bununla kucuk gunahlar, yani zelleler kastedilmiştir. Zelleler ise, gayr-i irĂ‚dî hatalardır. Bu hatalar ister sehven, isterse kasten olsun, peygamberler hakkında cĂ‚izdir ve bu zelleler onları, kendilerini beğenmekten korur. Ayrıca peygamberlerin beşer olmak hasebiyle hatĂ‚ işleyebilecekleri gerceği, ummetlerinin onları aşırı derecede yucelterek ulûhiyet izĂ‚fe etmelerine de bir mĂ‚nî teşkil eder.
Ÿ Bu ifĂ‚de, ummet-i Muhammed ’i istiğfĂ‚ra teşvik etmek icindir.
Ÿ Bu Ă‚yetin nĂ‚zil olduğu zaman, mekĂ‚n ve ahvĂ‚l goz onune alındığında acıkca anlaşılmaktadır ki, burada bağışlanan gunahlardan maksat, gecmiş 19 sene icerisinde Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in onderliğinde İslĂ‚m ’ın yayılması icin yapılan mucĂ‚deleler, gayretler ve savaşlarda muslumanların yaptığı birtakım hatalardır. Bu hataları hic kimse bilmemektedir. HattĂ‚ insan aklı, bu samimî gayretler icinde bir eksiklik arayıp bulmakta da Ă‚cizdir. LĂ‚kin Allah TeĂ‚lĂ‚ nazarında, en guzel ve en yuce olma olcusune gore bu gayretlerde oyle kusurlar oluyordu ki, bunlardan dolayı muslumanlara, muşriklere karşı kesin bir zafer nasîb olmuyordu.
Dolayısıyla Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın buyruğunda şu denmek istenmektedir:
“Eğer siz, bu hatalarla calışmalarınıza ve cihĂ‚dınıza devam etseydiniz, muşrik Arapları yenmeniz, onları alt etmeniz icin daha uzun zaman gerekirdi. Ama Biz butun bu kusurları ve hataları bağışlayarak, sadece kendi kerem ve lûtfumuzla onları gidererek Hudeybiye ’de size bu fetih ve zafer kapısını actık. Yoksa siz bu zaferi, kendi gayretinizle elde edemezdiniz.”
Burada şu nokta da iyice anlaşılmalıdır ki, bir topluluk, herhangi bir gĂ‚ye uğruna gayret sarf ediyorsa, bu gayretin eksiklikleri, kusurları, hatĂ‚ları, o topluluğun liderine yonelir. Bu, kusur ve hatĂ‚ların, liderin şahsî hatĂ‚ları olduğu mĂ‚nĂ‚sına gelmez. Aslında bu hatĂ‚lar, butun o topluluk tarafından işlenir. BizĂ‚tihî o topluluğun hareketlerinin bir neticesidir. Ama mes ’ûliyet liderde olduğu icin, suclamalar lidere yoneltilir.
Ayrıca şu hususu da ifĂ‚de etmek gerekir ki; Nasr Sûresi Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in vefĂ‚tını haber vermek uzere son gunlerinde nĂ‚zil olmuştur. Bu sûrede CenĂ‚b-ı Hak, Peygamberimiz ’in şahsında butun ummeti, kulluğun bir gereği olarak, bir zafere nĂ‚il olduklarında AllĂ‚h ’ı hamd ile tesbîh etmeye ve farkında olmadan yapmış oldukları hatĂ‚lara karşı da istiğfarda bulunmaya davet etmektedir.
Nitekim Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, son zamanlarında:
“Ben AllĂ‚h ’ı ulûhiyet makĂ‚mına yakışmayan sıfatlardan tenzîh eder ve O ’na hamd ederim. Allah ’tan beni affetmesini diler ve O ’na tevbe ederim.” sozlerini sık sık soyler olmuştu.
Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚-, bu sozu sık sık soylemesinin sebebini sorunca Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“Rabbim bana ummetim icinde bir alĂ‚met goreceğimi bildirdi. Onu gorduğumden bu yana bu tesbîhi cok soylerim. Ben o alĂ‚meti, Mekke ’nin fethine işaret eden;
«AllĂ‚h ’ın yardımı ulaşıp fetih gercekleşince ve insanların grup grup AllĂ‚h ’ın dînine girdiklerini gorduğunde Rabbini hamd ile tesbîh et ve O ’ndan mağfiret dile! Cunku Allah tevbeleri cok cok kabul edendir.” (en-Nasr, 1-3) (meĂ‚lindeki Nasr) Sûresi ’nde gordum.” buyurdu. (Muslim, SalĂ‚t, 220)
Dipnotlar:
[4] Bkz. Ahmed bin Hanbel, Musned, I, 4; İbn-i HibbĂ‚n, Sahîh, XIV, 394; Heysemî, X, 374.
[5] Bkz. BuhĂ‚rî, EnbiyĂ‚ 3, 9, Tefsîr 17/5; Muslim, ÎmĂ‚n, 327, 328; Tirmizî, KıyĂ‚met, 10.
[6] Bkz. BuhĂ‚rî, EnbiyĂ‚, 54.
[7] Bkz. Tirmizî, MenĂ‚kıb, 1/3615, Tefsîr, 18; İbn-i MĂ‚ce, Zuhd 37; Ahmed, I, 281, 295, III, 2, 144.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
ŞEFAAT NASIL OLACAK? ŞEFAATİ NASIL ANLAMALIYIZ?
ŞEFAAT NEDİR? KİMLER ŞEFAAT EDECEK? KİMLERE ŞEFAAT EDİLMEYECEK?