
Peygamber Efendimiz ’in diğer Peygamberlerden bir farkı var mıdır?Peygamber Efendimiz ’in hayĂ‚tı, gecmiş Peygamberlere nasîb olmayan hayĂ‚l otesi şeref tecellîleri ile doludur.
Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz ’den gayri butun Peygamberlerin vazîfeleri, belli bir zaman ve mekĂ‚n ile sınırlıdır. Bundan dolayı, onlardan bize zengin bir davranışlar manzûmesi intikĂ‚l etmemiştir. HĂ‚lbuki Hazret-i Peygamber, bi ’setinden, yĂ‚ni peygamber olarak gonderilişinden kıyĂ‚mete kadar butun zaman ve mekĂ‚nları irşĂ‚da memur kılınmıştır. Bunun icindir ki O ’nun butun davranışları en cuz ’î ve mahrem teferruĂ‚tına kadar sahih bir rivĂ‚yet silsilesiyle gunumuze kadar intikal ettiği gibi, kıyĂ‚mete kadar da intikal edecektir. ZîrĂ‚ Hak TeĂ‚lĂ‚, O ’na tahsis edilmiş olan “Ă‚hirzaman”ın butun insanlarına O ’nun bir “usve-i hasene”, yĂ‚ni mukemmel bir ornek şahsiyet olmasını murĂ‚d etmiştir.
PEYGAMBERİMİZİN SALAHİYET VE VAZİFELERİ Hazret-i MûsĂ‚ (a.s.) birtakım hukumler getirmişti. Hazret-i DĂ‚vud (a.s.) AllĂ‚h ’a duĂ‚ ve munĂ‚cĂ‚tları tegannî etmekle temĂ‚yuz etmişti. Hazret-i ÎsĂ‚ (a.s.) insanlara mekĂ‚rim-i ahlĂ‚kı (guzel ahlĂ‚kı) ve zuhdu oğretmek icin gonderilmişti. İslĂ‚m Peygamberi Hazret-i Muhammed MustafĂ‚ (s.a.v.) ise, bunların cumlesini getirdi: Hukumler koydu. Nefsi tezkiye edip berrak bir kalp ile AllĂ‚h ’a duĂ‚yı oğretti. En guzel ahlĂ‚kı bildirdi ve yaşayışı ile numûne oldu. FĂ‚nî dunyĂ‚nın yaldızlı suslerine aldanmamayı tavsiye buyurdu. Kısaca, butun Peygamberlerin salĂ‚hiyet ve vazîfelerinin tamĂ‚mı O ’nda bir araya geldi. Nesep ve edep asĂ‚leti, cemĂ‚l ve kemĂ‚l saĂ‚deti, hep O ’nda toplanmıştı.
KUR ’AN ’DA HAYATI UZERİNE YEMİN EDİLEN TEK PEYGAMBER CenĂ‚b-ı Hak, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de hicbir Peygamber uzerine yemin etmezken, Hicr Sûresi ’nin 72. Ă‚yetinde «Le-amruke» buyurarak Resûlullah ’ın hayĂ‚tı uzerine yemin etmiştir.
Mutasavvıf şĂ‚ir Şeyh GĂ‚lib bu hakîkati ne guzel ifĂ‚de eder:
SultĂ‚n-ı rusul, şĂ‚h-ı mumeccedsin Efendim,
BîcĂ‚relere devlet-i sermedsin Efendim,
DîvĂ‚n-ı İlĂ‚hî ’de ser-Ă‚medsin Efendim,
Menşûr-i “le-amruk”le mueyyedsin Efendim,
Sen Ahmed u Mahmûd u Muhammed ’sin Efendim,
Hak ’tan bize sultĂ‚n-ı mueyyedsin Efendim…
“Peygamberlerin sultanı, şĂ‚nı yuce bir pĂ‚dişahsın Efendim! CĂ‚resizlere ebedî bir devlet ve devĂ‚sın Efendim! Mahşerin dehşetli gunlerinde, ummetinin başında bir hĂ‚mîsin Efendim! ŞĂ‚nın uzerine CenĂ‚b-ı Hakk ’ın; «Sen ’in omrune yemin olsun!» diyerek and ictiği kasemle te ’yîd edilmiş bir Peygamber ’sin Efendim! Sen; Ahmed, Mahmûd, Muhammed ’sin Efendim! CenĂ‚b-ı Hakk ’ın te ’yîdine mazhar kılarak bize lutfettiği yuce bir sultansın Efendim!”
KUR ’AN ’DA PEYGAMBERLERE HİTAP ŞEKİLLERİ Resûl-i Ekrem Efendimiz ’in diğer Peygamberlerde bulunmayan husûsiyetlerinden bir diğeri de, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de onlara “YĂ‚!” nidĂ‚sı ile, yĂ‚ni; “Ey Âdem, ey Nûh, ey İbrĂ‚hîm, ey MûsĂ‚, ey DĂ‚vûd, ey ÎsĂ‚, ey ZekeriyyĂ‚, ey YahyĂ‚!” gibi ismen hitĂ‚b edildiği hĂ‚lde, Hazret-i Peygamber ’e hicbir defĂ‚ ismiyle hitĂ‚b edilmeyip, ancak; “Ey Nebî, ey Resûl, ey Muzzemmil, ey Muddessir!” diye sıfatlarıyla hitĂ‚b olunmasıdır.
Bu hususta Hak TeĂ‚lĂ‚ şoyle buyurur:
“(Ey mu ’minler!) Peygamber ’i, kendi aranızda birbirinizi cağırır gibi cağırmayın!..” (en-Nûr, 63)
İbn-i Abbas (r.a.) bu Ă‚yet-i kerîme hakkında şu îzahta bulunmuştur:
“İnsanlar, Allah Resûlu ’ne; «YĂ‚ Muhammed, ey Ebû ’l-KĂ‚sım» diye hitĂ‚b ediyorlardı. Allah TeĂ‚lĂ‚, Nebîsi ’nin şerefini yuceltmek icin onları boyle hitĂ‚b etmekten nehyetti. Bundan sonra insanlar; «YĂ‚ NebiyyallĂ‚h, yĂ‚ ResûlallĂ‚h!» diye hitĂ‚b ettiler.” (Ebû Nuaym, DelĂ‚il, I, 46)
Demek ki Rabbimiz ’in Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de Peygamber Efendimiz ’e ismen değil de yuce sıfatlarıyla hitĂ‚b etmesi, O ’na karşı gerekli olan hurmet ve edebi tĂ‚lim etmekte ve bu hususta bir olcu bildirmektedir.
Ayrıca Allah, sadece Peygamber Efendimiz ’e “Habîbim” diye hitĂ‚b etmiştir.[1]
PEYGAMBERLERİN İMAMI Yine Efendimiz ’in Mescid-i AksĂ‚ ’da butun Peygamberlere imamlık yapmasıyla[2] ruchĂ‚niyeti, yĂ‚ni ustunluk ve ayrıcalığı sĂ‚bit olmuştur.
Mîrac da, Peygamberler arasında yalnız O ’na nasîb olmuştur. MûsĂ‚ ’daki (a.s.); “Beni aslĂ‚ goremezsin!”[3] sırrı, O ’na lutfedilen Mîrac esnĂ‚sında; “O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hattĂ‚ daha da yakın oldu.”[4] şeklinde tecellî etmiştir.
ALLAH ’A EN COK YAKLAŞTIRAN İBADET İnsanı AllĂ‚h ’a en cok yaklaştıran ibĂ‚det olan namaz, O ’nun ummetine bu Mîrac ’ın ulvî bir hediyesi olarak ikrĂ‚m edilmiştir.
[1] Bkz. Tirmizî, MenĂ‚kıb, 1/3616; DĂ‚rimî, Mukaddime, 8; Ahmed, VI, 241; Heysemî, IX, 29.
[2] Bkz. Muslim, ÎmĂ‚n, 278; NesĂ‚î, SalĂ‚t, 1/448.
[3] “لَنْ تَرٰين۪ي : Beni aslĂ‚ goremezsin!” (el-A ’rĂ‚f, 143): MûsĂ‚ (a.s.), Tûr-i SînĂ‚ ’da Allah TeĂ‚lĂ‚ ile mukĂ‚leme (konuşma) icin bir hazırlık safhasına tĂ‚bî tutuldu. Kendisine otuz gun oruc tutturuldu, buna on gun daha ilĂ‚ve edilerek kırka tamamlandı. Bu hĂ‚l, nefsĂ‚nî hayattan tecerrud ettirilerek AllĂ‚h ile yapılacak mukĂ‚lemeye bir hazırlık idi. CenĂ‚b-ı Hak, MûsĂ‚ (a.s.) ile dil veya ses gibi maddî bir vĂ‚sıtayla değil, ezeldeki kelĂ‚m sıfatı ile konuştu. Hazret-i MûsĂ‚ ’nın (a.s.) yanında şĂ‚hit olarak getirilen yetmiş kişi ve CebrĂ‚îl (a.s.), bu ilĂ‚hî kelĂ‚mı duymadılar ve hissetmediler. MûsĂ‚ (a.s.), bu ilĂ‚hî tecellînin karşısında kendisinden gecti. DunyĂ‚da mı, Ă‚hirette mi olduğunu unutarak Ă‚deta zaman ve mekĂ‚nın dışına cıktı. Buyuk bir aşk, vecd ve istiğrak ile kendisinde CenĂ‚b-ı Hakk ’ın zĂ‚tını gormeye dĂ‚ir şiddetli bir arzu uyandı. Buna mukĂ‚bil CenĂ‚b-ı Hak ’tan; “Len terĂ‚nî” fermĂ‚n-ı ilĂ‚hîsi tecellî etti. MûsĂ‚ (a.s.), zĂ‚t-ı ilĂ‚hîyi muşĂ‚hede icin gayr-i irĂ‚dî olarak ısrĂ‚rına devĂ‚m edince, CenĂ‚b-ı Hak, dağa nazar etmesini, şĂ‚yet dağ yerinde durabilirse, zĂ‚tını muşĂ‚hede edebileceğini bildirdi. RivĂ‚yetlere gore sayısız hicapların arkasın­dan CenĂ‚b-ı Hakk ’ın zĂ‚tından bir nûr, sızıntı hĂ‚linde dağa aksedince dağ infilĂ‚k etti. Bu dehşetli manzara karşısında MûsĂ‚ (a.s.) bayıldı. Ayıldığında haddi aştığı icin CenĂ‚b-ı Hakk ’ı tesbîh ederek istiğfarda bulundu.
Bu Kur ’Ă‚nî kıssadan şu netîceleri cıkarabiliriz: Bu kĂ‚inatta AllĂ‚h ’ın zĂ‚t tecellîsine tahammul edebilecek bir mekĂ‚n mevcut değildir. Bu keyfiyet, dağın, zerrenin zerresi bir tecellîye tahammul edemeyerek berhavĂ‚ olmasıyla sĂ‚bittir. CenĂ‚b-ı Hak, zĂ‚tı bakımından gĂ‚ibdir. O ancak sıfat tecellîleri ve fiilleri itibĂ‚rıyla bilinebilir. Bu sebepledir ki, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de mu ’minler vasfedilirken; “Onlar gayba îmĂ‚n ederler.” (el-Bakara, 3) beyĂ‚n-ı ilĂ‚hîsi vĂ‚rid olmuştur.
Diğer bir hakîkat ise CenĂ‚b-ı Hakk ’ın zĂ‚t tecellîsini telĂ‚kkîye insan idrĂ‚kinin tahammul edemeyeceğidir. Bu hakikat de MûsĂ‚ ’nın (a.s.) duşup bayılmasıyla sĂ‚bittir. Buna gore Ă‚lemimizde “zĂ‚t tecellîsi” yoktur. Bu gercek, zĂ‚t tecellîsinin zuhûrundaki şiddet ve insanlarla cinlerin idrĂ‚kindeki kifĂ‚yetsizlik sebebiyledir.
[4] “فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰى : O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hattĂ‚ daha da yakın oldu.” (en-Necm, 9): Hazret-i Peygamber Mîrac gecesi, CebrĂ‚îl (a.s.) dĂ‚hil, hicbir mahlûkun hudûdunu aşamadığı Sidre-i MuntehĂ‚ ’nın otesine gecirildi. CenĂ‚b-ı Hak ile arasında, kullarca telĂ‚kkîsi muhĂ‚l ve mahrem olan bir vuslat meydana geldi.
Bunlar, Hazret-i MûsĂ‚ (a.s.) ile Hazret-i Peygamber ’in muhĂ‚tab oldukları iki buyuk tecellînin bizim idrĂ‚k seviyemize indirilmiş bir ifĂ‚desinden ibĂ‚rettir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Rahmet Peygamberi, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan