
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, zamanın Âhret saÂdeti icin en kıymetli sermÂye olduğundan bahsediyor.
OMUR, METRAJI BELLİ OLMAYAN BİR MAKARA GİBİDİR
Zaman, Âhiret saadetine nÂil olabilmek icin en kıymetli bir sermaye olmuş oluyor.
CenÂb-ı Hak da îkaz ediyor. Bu zamanı iyi değerlendirmek, cunku buna cok pişman olunacak. Kabirde pişman olunacak, Âhirette pişman olunacak, cunku kazanma kaybetme yok.
CenÂb-ı Hak:
فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ
(“Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yonel.” [el-İnşirah, 7-8]) buyuruyor. Yani bir hayır işini yaptın, ondan sonra arada boşluk yapma, başka bir hayır işine…
Ticaret ehli isek, hayırlı bir ticaret. Muallim isek, oğretmen isek, imam isek, o şekilde bir, ummet-i Muhammed ’e faydalı olacak bir istikamette bulunmak…
VelhÂsıl en kıymetli şey; zaman. İsrafın en beteri de zamanın israfı olmuş oluyor. En cok pişman olacağımız da zamanın israfı.
Gecen zamanı geri almak mumkun değil. Hayat da bir sefere mahsus. Yani tekrarı da yok. Tekrar donup gelmek isteyenler var, oldu. Cehennem ’den CenÂb-ı Hak bir manzara bildiriyor. CenÂb-ı Hak onlara iki tane soru soruyor…
VelhÂsıl her an hayat kasetimizi dolduruyoruz. Kıyamet gunu kasetimiz acılacak.
اِقْرَاْ كِتَابَكَ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا buyrulacak.
“Kitabını oku. Bugun sana hesap sorucu olacak kendi nefsin yeter.” (el-İsrÂ, 14)
O gun hesap sorucu olarak, gozler konuşacak. Bu gozleri nerede harcadın? Allah sana ÂmÂlık vermedi. Cunku her AllÂh ’ın verdiği lûtfun bir mukÂbili olacak. Gozunu nerde kullandın? Hangi ekranlar uzerinde dolaştırdın, musbet-menfî?
Kulağını nerde kullandın?
Dilini nerde kullandın?
VelhÂsıl bunların hepsi… Bugun bir ağzımız konuşuyor; orada butun uzuvlar orada konuşacak. Yani kendimiz kendimizin şahidi olacağız.
Yani insanlar, olumden korkarlar. Depremden, zelzeleden korkarlar. HÂlbuki esas korkulacak olan, kendi gunahlarımız. O gunahlarımızla gideceğiz obur tarafa.
Omur nedir omur? Uzerinde metrajı yazılmayan bir makara gibi. Kimsenin son nefesinden haberi yok. An gelecek, o makara gibi bir kopacak, son nefes olacak. Ondan sonra bitmeyen dÂimî bir hayat başlayacak.
Nasıl dunyaya bir, farkında olmadan geldik. Bir annenin karnından dunyaya geldik. Dunyaya gelmeden evvel dunyayı bilmiyorduk. Ne var ne yok; kuş, ağac, vesÂire, toprak… Hicbir şey bilmiyorduk.
Şimdi buradan bir mezar Âlemine gececeğiz. O mezar Âleminden de Efendimiz dunyevî intibÂlarla bildiriyor. Fakat tabi ne gibi şartlarla, ne gibi bir gurbet hayatı olacak, bilemiyoruz. Eş, dost, vesÂire, mal, mulk hepsine bir veda olacak son nefeste. Bir kabir hayatı başlayacak.
Orada da Rasûlullah Efendimiz;
“…Ya Cennet bahcelerinden bir bahce veyahut da Cehennem cukurlarından bir cukur…” buyuruyor. (Tirmizî, KıyÂmet, 26)
Yine bu kabir hayatı hakkında cok manzaralar, Rasûlullah Efendimiz bildiriyor. MeselÂ; sÂlih bir insan vefat eder diyor, hesapları verir diyor, rahatca diyor, KirÂmen KÂtibîn ’in sorularına. Ona iki pencere acılır, bir Cennet ’ten, bir Cehennem ’den. Ona denir ki; “Sen dunyada iken Cennet ’i tercih ettin.”
Obur fÂsığa da, ona zor bir şey verir, mezar hayatı ona cok zordur. Hatta cirkin bir siluet gorur. Daha da cok urperir.
“–Sen kimsin?” der.
“–Ben senin dunyadaki yaptığın, yanlış, kotu işlerim. Allah burada tecessum ettirdi.” der.
Ona da bir pencere acılır, Cehennem ’den bir pencere.
“–Sen dunyadayken Cehennem ’i tercih ettin.” denir.” (Bkz. İbn-i MÂce, Zuhd, 32. Ayrıca bkz. BuhÂrî, CenÂiz, 68, 87; Muslim, Cennet, 70)
VelhÂsıl bu zaman cok kıymetli. Yani omur hızla gidiyor.
CenÂb-ı Hak “وَالْفَجْرِ” (“Fecre andolsun.” [el-Fecr, 1]) buyuruyor. Yani zamana, her gun bir sayfa acılıyor.
İNSANLARIN ALDANDIĞI İKİ NİMET
“İki nîmet vardır; insanların coğu bu nîmetleri, bu nîmetlerde aldanmıştır.” buyruluyor.
Birincisi “sıhhat”.
İnsan ancak hasta olduğu zaman sıhhatin ne olduğunu anlıyor. Dişi ağrıdığı zaman dişin ne olduğunu anlıyor.
Bir de; “gecen boş zaman”. (Bkz. BuhÂrî, Rikāk, 1)
Boş zaman da… Boş vakitte ne oluyor? Dedikoduya dalıyor, yanlış şeylere dalıyor. Boş boş sozlerle zamanı geciriyor.
Efendimiz, Muaz -radıyallÂhu anh- ’ı şoyle bir tuttu, bir de salladı:
“–Bak Muaz dedi, bu duayı her gun yap dedi. Her namazdan sonra yap dedi.
اَللّٰهُمَّ اَعِنِّى عَلٰى ذِكْرِكَ وَشُكْرِكَ وَحُسْنِ عِبَادَتِكَ
(“AllÂhʼım! Senʼi zikretmek, Sana şukretmek ve Sana guzelce kulluk etmek icin bana yardım et.” [Bkz. Ebû DÂvûd, Vitr, 26])
Demek ki insan, CenÂb-ı Hakk ’ı unutmayacak. Unutmazsa, besmele cekerek kimse bir celme takmaz. Ağzından ağır bir soz cıkmaz.
Demek ki CenÂb-ı Hak ’la bir beraberlik, zikretmek. Zaten bir mu ’min her gorduğu şeyde CenÂb-ı Hakk ’ı hatırlayacak. Hepsi CenÂb-ı Hakk ’ın lûtfu. Hepsini yine yaratan, CenÂb-ı Hak. EvlÂdını gorduğu zaman da CenÂb-ı Hakk ’ı hatırlayacak. Onu CenÂb-ı Hak verdi, kendisinin bir dahli yoktu.
ŞUKUR NEDİR? NASIL YAPILIR?
İkincisi, şukretmek… CenÂb-ı Hak şukur istiyor, teşekkur istiyor.
Yine bir, İnsan Sûresi ’nde buyruluyor, CenÂb-ı Hak insana hitap ediyor:
“…İster (diyor) şukredici ol, istersen nankor ol.” buyuruyor. (Bkz. el-İnsÂn, 3)
En zor şey, şukurdur. Şukur, lÂfzıyla beraber fiilî olacak. Şukretmek, AllÂh ’ın sonsuz nîmetleri karşısında gafletten kendini muhafaza ederek daima hamd ve şukur hÂlinde bulunabilmek…
Dilin şukru; ya susmak yahut da hayır soylemek. Efendimiz;
“Ya sus diyor, veyahut da hayır soyle.” diyor. (Bkz. Muslim, ÎmÂn, 77)
Efendimiz sukût ettiği zaman da, semÂya bakardı. İlÂhî azamet. Toprağa bakardı. O bir toprak terkibinden neler cıkıyor?! AllÂh ’ın ceşit, ceşit hediyeleri… Kışın ayrı, yazın ayrı, sonbaharda ayrı, ilkbaharda ayrı. Toprağın durumuna gore, toprakla tohumun anlaşması lÂzım. Ona gore sebzeler, meyveler CenÂb-ı Hak veriyor.
Hep hikmet, ibret…
Demek ki dilin şukru; ya susmak veyahut da hayır soylemek. Sustuğun zaman da tefekkur etmek.
Gozun şukru:
Gozlerimizi haramdan, yanlış ekranlardan koruyabilmek. Cunku her yanlış ekrana bakış, kalbimize bir zarar verir. RuhÂniyetimize zarar verir. Gozumuzu dÂim rûhÂnî vitrinlere cevireceğiz. “Aman y Rabbi!” diyeceğiz.
Her gozumuzun gorduğu şeyde, CenÂb-ı Hakk ’ın azametini duşuneceğiz. Bir toprak terkibinden neler-neler cıkıyor?! Hep insana... Gorduğumuz mahlûkat, hayvanat; CenÂb-ı Hak hepsini bizim icin yarattı. En vahşisinden en uysalına kadar. İbret almak… El-Musavvir, el-BÂrî sıfatlarının tecellîsi…
Kulağın şukru:
Dedikodu, gıybet, tecessus, soz taşıma gibi sozleri dinlememek. Kulağımızı Kur ’Ân-ı Kerîm, sohbetler, ezanlar, faydalı tilÂvetler gibi rûhÂnî sadÂlarla rûhÂnîleştirmek.
HÂlin şukru:
CenÂb-ı Hak, ne hÂldeyiz, O ’na bir şukur hÂlinde bulunmak.
لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا الله (Gaybı Allahʼtan başkası bilemez.)
CenÂb-ı Hak Suleyman -aleyhisselÂm- ’a buyuk bir varlık verdi, saltanat verdi. Butun mahlûkat, insanlar birleşse oyle bir saltanatı bir kişiye verse, oyle bir saltanat elde edilemez.
CenÂb-ı Hak ne buyuruyor Suleyman -aleyhisselÂm- hakkında; “نِعْمَ الْعَبْدُ” “…o ne guzel bir kuldu…” buyuruyor. (SÂd, 30)
Dunya kalbinde yoktu. Kalbini dunyaya kasa yapmadı. Daima CenÂb-ı Hakk ’a bir istikamet hÂlinde idi. “Ben fakirim, bana fakirlerle beraber olmak duşer.” diyordu.
CenÂb-ı Hak “نِعْمَ الْعَبْدُ” “o (Suleyman) ne guzel bir kuldu” buyuruyor.
Yani varlık onu zedelemedi. Demek ki varlık zehirlemeyecek. İşte bazı kişileri, -Allah korusun- Âyet gelecek aşağıda, varlık zehirliyor. “عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌ” buyuruyor CenÂb-ı Hak. “Kazanmıştır, boşuna!” (el-ĞÂşiye, 3) buyuruyor CenÂb-ı Hak. Omrunu ziyan etmiştir…
Yine yoklukta insan, Eyyûb -aleyhisselÂm- ’a bakacak. Nasıl varlıktan yokluğa duştu? Hep şukur hÂlindeydi, sabır hÂlinde. CenÂb-ı Hak “نِعْمَ الْعَبْدُ” diyor, “…o ne guzel kuldu (Eyyûb)…” buyuruyor. (SÂd, 44)
Kalbin şukru:
Verdiği nîmetleri daima teşekkur edÂsı ile… Besmele ile başlayacaksın, nîmeti duşuneceksin -en berrak, en guzel şey- bitirdiğin zaman hamdele ile bitireceksin. Bu kalbin şukru. Kalbe yanlış şeyler girmesinden koruyacaksın. Kalp CenÂb-ı Hak ’la beraber olacak. Kalp bir, ilÂhî azameti tefekkur hÂlinde olacak.
CenÂb-ı Hak:
“…Bilesiniz (diyor) kalpler ancak AllÂh ’ı anmakla huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28)
اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
En cok cileler, peygamberlerin başından gecer. En mesut insanlar da peygamberlerdir. Cunku kalp, CenÂb-ı Hak ’la beraberdir.
Onun icin CenÂb-ı Hak Âyette;
“…İster şukret, ister nankor ol.” (Bkz. el-İnsÂn, 3) buyuruyor. Yani ikisinin karşılığında, şukrun karşılığında mukÂfat, Allah korusun, nankorluğun karşılığında ceza var.
İKİ ŞEYİ UNUTMA
İki şeyi unutma buyruluyor:
“Birincisi, CenÂb-ı Hakk ’ı unutmayacaksın” saÂdet icin. Unutmazsan yanlış hÂllerden kendini korursun. Her şeyde, her mekÂnda, her zamanda, ilÂhî azameti duşunebilmek, CenÂb-ı Hakk ’ı unutmamak. Nîmetlerini tefekkur edebilmek.
“Olumu ve Âhireti unutma!”
Efendimiz ’in sık sık yaptığı du vardı:
اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَمِنْ عَذَابِ النَّارِ
“YÂ Rabbi, kabir azÂbından ve Âhiret azÂbından Sana sığınırım…” diyor Efendimiz. (BuhÂrî, CenÂiz, 88; Muslim, MesÂcid, 128-134)
Zeyneb VÂlidemiz ’i Efendimiz, vefat ettiği, gomduğu zaman rengi sapsarı oldu.
“–YÂ RÂsûlÂllah, ne hÂl oldu?” denince;
“–Zeyneb ’i kabir sıktı, sonra kabir acıldı, Zeynep ferahladı.” (Bkz. İbn-i Esîr, Usdu ’l-GÂbe, VII, 131)
Tabi bu sıkma nasıl bir sıkma, o tarafını bilmiyoruz. Yani işin mÂnevî tarafını bilmiyoruz.
Yine Sa‘d -radıyallÂhu anh-, o da sÂlih bir sahÂbî idi. Onu da kabir sıktı da sıktı buyuruyor Efendimiz, sonra acıldı buyuruyor. (Bkz. TaberÂnî, el-Muʻcemu ’l-Kebîr, X, 334; Heysemî, III, 46)
Demek ki CenÂb-ı Hakk ’a kulluğa hazırlanmak… Ve hepimiz Âhiret talebesiyiz. Âhiret talebesi. Kitabımız da, ders kitabımız da Kur ’Ân-ı Kerîm ve Sunnet-i Seniyyeler.
CenÂb-ı Hak îkaz ediyor:
“Ey îmÂn edenler! Allah ’tan korkun. Herkes yarına ne hazırladığına baksın...” (el-Haşr, 18)
Yarın; olum ve kıyamet. Orada telÂfi etme yok, kazanma yok, bitti. Son nefeste bitiyor. Butun antenler kesiliyor. Hatt Allah dostlarından biri buyuruyor ki:
“Dunyanın diyor, bir gunu diyor, saÂdetle gecmiş, CenÂb-ı Hak ’la bir gun diyor, Âhiretin bin senesinden daha hayırlıdır diyor. Cunku Âhirette kazanmak, kaybetmek yok.” diyor.
Dunyaya dalanlar, Âhireti unutanlar. CenÂb-ı Hak, onlara da yine Haşr Sûresi ’nde;
“AllÂh ’ı unutan, AllÂh ’ın da kendilerini unutturduğu kişiler gibi olmayın (buyuruyor). Onlar yoldan cıkan kimselerdir.” (el-Haşr, 19) buyuruyor.
Demek ki yoldan cıkaran en buyuk engel, nefsÂnî arzu; “kibir”le başlıyor. En tehlikelisi bu! Cunku kibrin ucu Cehennem ’de. Cehennem ’de bu uc varken, Cennet ’e girmek cok zor.
Onun icin evliyÂullahta, baktığımız zaman, ilk merhalede benliği, enÂniyeti, kibri onlerler. Aziz Mahmud HudÂyî ’ye ciğer sattırıldı. HÂlid-i BağdÂdî Hazretleri ’ne helÂların temizliği verildi ki, ilimde zirvedeyken. Yunus Emre ’nin başı eşiğe kondu. Ondan sonra dergÂha alındı.
Demek ki en buyuk engel, kul “ben” demeyecek. Ne diyecek? “Y Rabbi, Sen!” diyecek. Seni yaratan Allah. O zaman “ben” demeyeceksin. “Y Rabbi, Sen y Rabbi!” diyeceksin.
CenÂb-ı Hak;
“İbadurrahman (yani RahmÂn ’ın rahmetinin tecellî ettiği kullar) yeryuzunde mutevÂzı olarak dolaşırlar...” (el-FurkÂn, 63)
Hiclik halinde… Tamamen “YÂ Rabbi!” diyerek.
“…CÂhiller gelip sataştığı zaman da, onlara «selÂm» derler.” (el-FurkÂn, 63)
Geceleri de seherlerde; “سُجَّدًا وَقِيَامًا” “secde ve kıyam hÂlinde olurlar” geceleri. (Bkz. el-FurkÂn, 64) O havanın loş karanlığında CenÂb-ı Hakk ’a iltic hÂlinde olurlar.
Cunku o seherler cok muhim. O seherden gunduze gireceksin. Gunduze gonul Âlemini doldurarak gireceksin. Ki nefsÂnî arzulara gunduz bir mukÂvemet gostereceksin. Nasıl gece gunduzu, gunduz de geceyi birbirini takip ediyor, aynı şekilde seherlerde kalbini gunduze hazırlayacaksın.
Zikirle, salevÂt-ı şerîfe ile, istiğfarla, olumu duşunmek ile, birtakım merkezlerin zikri ile, o şekilde gunduzleri bir huzurlu bir gunduze gireceksin.
Gunduz bitecek, bir muhasebe hÂlinde olacaksın.
حَاسِبُوا اَنْفُسَكُمْ قَبْلَ اَنْ تُحَاسَبُوا
(Hesaba cekilmeden evvel kendinizi hesaba cekin.)
Bana AllÂh ’ın verdiği bu gunde ben gunumu nasıl gecirdim? Ne kadar Allah rızÂsı icin gayret ettim? Ne kadar nefsime uydum?
Bir geceye giriş var. Gece de bir olum tatbikatı sanki. Uyuyorsun, dunyayla irtibatın kesiliyor. Hicbir alÂkan kalmıyor dunyadan.
Yine seherlerde kalkıyorsun, “اَلْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ” sanki “olumden sonra tekrar bir diriliş”...
Her şey bir ibret kÂinatta…
İslam ve İhsan