
İslam'a aklımızla mı yoksa kalbimizle mi inanmalıyız? İslam'da felsefenin yeri nedir? "İslam Felsefesi" tabiriyle neyi anlamalıyız? İşte bu soruların cevapları...“İslÂm ’da felsefenin yeri nedir? Felsefenin hakîkate ulaşmada en muhim vÂsıta olarak gorduğu «akıl»la nereye kadar gidilebilir? Akıl terazisi butun hakîkatleri tartabilecek kudrette midir? Aklın tıkandığı noktadan sonra nasıl yol alınabilir?” gibi sualler, tarihte olduğu gibi bugun de zihinleri meşgul etmektedir.
İSLAM'DA FELSEFENİN YERİ
Evvel şunu ifÂde etmeliyiz ki felsefe akla dayanır. İslÂm ise hem tabiî hudûdu icinde akla, hem de nakle (KurʼÂn ve Sunnetʼe) istinÂd eder. Sonsuz ilim sahibi Yaratıcımızʼın tebliğ ettiği hakîkatlere istinÂd eden bir tefekkur sistemi ile, beşerî zaaflarla mÂlûl ve gucu sınırlı bir akla dayanan felsefe arasında, mevzu ve gÂye itibÂriyle benzerlik olsa da, metod, vÂsıta, tefekkur ve tahayyul gucu bakımından buyuk farklar mevcuttur.
Buna rağmen, yaygın olan “İslÂm Felsefesi” tÂbiriyle; İslÂm Âleminde, İslÂm tefekkuru icinde yetişmiş mutefekkirlerin veya tefekkurunde felsefeye ağırlık vermiş olanların goruşleri kastedilir.[1] BÂzen de İslÂm felsefesi tÂbiriyle, dînin mucerred hakîkatleri anlatılmak istenir. Yoksa bu tÂbir, İslÂmʼın felsefeye musÂid olduğu mÂnÂsına gelmez.
Mesel İslÂm da -belli olcude- rasyonalist, yani akılcıdır. İslÂm, akla buyuk değer verir. Oyle ki onu, Allah katında mes ’ûl sayılmanın iki temel şartından biri sayar. Bu şartların biri, bÂliğ olmak, yani bulûğa ermek; diğeri ise Âkil olmak, yani haramı helÂli, gunahı sevÂbı, yanlışı doğruyu birbirinden ayırt edebilecek seviyede aklî melekelerin gelişmiş olmasıdır. Bu sebeple cocuklar ve mecnunlar, İslÂm nazarında amellerinden mes ’ûl sayılmazlar.
ŞARTLANDIRILMAMIŞ OLAN "SELÎM AKIL"
Akla bu derecede ehemmiyet veren İslÂm, muʼminleri her vesîleyle, hayat ve kÂinÂtın hakîkatlerini ve ilÂhî beyanların hikmetlerini tefekkure teşvik eder. Bu ise ancak, birtakım menfîliklerle şartlandırılmamış olan “selîm akıl”la yapılabilir.
Bununla birlikte İslÂm ’da, aklın hakîkatleri kavrayış kÂbili­yeti­nin sınırsız olmadığı acıkca beyÂn edilmiştir. Zira CenÂb-ı Hak, yarattığı hicbir varlığa hudutsuz bir kudret lûtfetme­miştir.
Butun mahlûkÂtın ilÂhî bir lûtuf olarak sahip olduğu tÂkat­ler hudutludur. Akıl da sahibine, hakîkate ulaşma hususunda sı­nırlı bir imkÂn sağlayabilir. Hayat ve kÂinÂtın ihtiv ettiği hakî­katler ise, aklın bu salÂhiyet dairesine mahsus olmayıp sonsuzdur. Bu gercek de aklın, hakîkatleri kÂmil mÂnÂda idrÂk etmekte “lÂzım”, fakat “kifÂyetsiz” olduğunu gosterir. Bu sebepledir ki İslÂm Âlimleri aklı, “akl-ı nÂkıs” veya “akl-ı cuzʼî” olarak ifÂde etmişlerdir.
AKLEN DEĞİL KALBEN TASDİK
Yine bundan dolayıdır ki îman; “dil ile ikrarla birlikte -aklen değil- kalben tasdik” neticesinde gercekleşir. Bu İslÂmî esas bile, ulaşılmak istenen hedefe sadece akıl vÂsıtasıyla varıla­mayıp onun tukendiği anda başlayacak olan kalbî bir faaliyetle, yani “teslîmiyet” ve “on kabul” ile ulaşılabileceğini gosterir.
Zira beşerî akıl, ne kadar yuksek bir seviyede olursa olsun, onunla elde edilebilecek gercekler, ilmi sonsuz olan Yaratıcı­mızʼın bildirdikleri karşısında, bir “hic” mesÂbesinde­dir.
Âyet-i kerîmede buyrulduğu uzere;
“…AllÂh ’ın ilmi her şeyi kuşatmıştır…” (el-A‘rÂf, 89)
Beşerin ilmi ise, yarın başına ne geleceğinden bile habersiz­dir!..
Bu bakımdan akıl, kendisini yaratan Rabbinin ilÂhî beyan­ları istikÂmetinde kullanıldığı takdirde, var oluş gÂyesini gercek­leş­tirmiş olur.
[1] Bkz. Kadir Mısıroğlu, İslÂm Dunya Goruşu, sf. 32-33, Sebil Yayınevi, İstanbul 2008.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İslam Nazarında Akıl ve Felsefe, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan