
Bedeli odenmeyen bir şeye sahiplik iddiÂsında bulunmak, abesle iştigaldir. Îman sahibi olmak da onun uğrunda her turlu bedeli odemeyi goze almak demektir.Âmentu esasları, AllÂh ’a îmanla başlar. CenÂb-ı Hak, Kur ’Ân-ı Kerîm ’inde AllÂh ’a îmÂnın nasıl bir sadÂkat ve teslîmiyet ile tatbik edilmesi gerektiğinin zirve numûnelerini bildirmektedir.
FİRAVUN ’UN SİHİRBAZLARIMesel Firavun ’un sihirbazları…
Gordukleri apacık mûcizeler karşısında AllÂh ’a îmanla şereflendiler. Tanrılık iddiasında bulunan zÂlim Firavun, kendi sihirbazlarının Hazret-i Mûs ’ya ve Rabb ’ine îman etmeleri uzerine aşırı bir şekilde ofkelendi ve îmanlarından vazgeciremeyince de onların ellerini ve kollarını caprazlama kestirdi. Hurma dallarına astırdı.
Fakat o bahtiyarlar, Firavun ’un bu tahammul ustu eziyetlerine maruz kaldıklarında asl yılmadılar ve;
“–Senin zulmun dunyaya Âittir, sen hukmunde ve davranışlarında serbestsin, nasıl olsa bizler Rabb ’imize donduruleceğiz!” diyerek îman cesaretiyle meydan okudular. ZÂlim Firavun ’dan asl merhamet dilenmediler. İslÂm şahsiyet ve vakÂrını korudular. Yalnızca AllÂh ’a guvenip sığındılar. Şehît olmadan once de:
“…Y Rabbî! Uzerimize sabır yağdır; canımızı Musluman olarak al!” (el-A ’rÂf, 126) diyerek CenÂb-ı Hakk ’a iltic ettiler.
Yani onlar, îmÂn ile şereflendikten sonra, ne Firavun ’un dunyevî saltanatına meylettiler ne de onun tehditlerine aldırdılar. Onları endişelendiren asıl mesele; beşerî bir acziyet ve zaaf gostermeden, îmandan bir tÂviz vermeden, “Âmentu billÂh”ı hakkıyla yaşamak ve Rab ’lerine selîm bir kalp ile kavuşabilmekti. Bu sebeple CenÂb-ı Hakk ’a ilticÂlarında;
“–Aman y Rabbî! Bizi bu iptilÂdan kurtar, bu seferlik bizi affet, canımızı bağışla!” diye dunyevî bir telÂş icine duşmek yerine; “–Y Rabbî! Uzerimize sabır yağdır ve canımızı Musluman olarak al.” dediler. Neticede de şehÂdetin lÂhûtî hazzı icerisinde Rab ’lerine kavuştular.
Yine Îsevîliğin ilk yayıldığı donemlerde Romalılar, Yunanlılar ve putperestlerle birleşip ehl-i îmÂnı arenalarda ve sirklerde aslanlara parcalatıyorlardı. O mu ’minler ise, aslanların dişleri arasında hayatta kalmanın değil, bilÂkis îmanlarını kurtarmanın mucÂdelesini veriyorlardı. Cunku onlar, bu ağır zulme sabredip Allah indindeki yuce mukÂfÂtı tercih ediyorlardı. Îman lezzeti, butun ıztırapları tesirsiz hÂle getiriyordu.
HABİB-İ NECCAR KISSASIYÂsîn-i Şerîf ’in 13 ile 27 ’nci Âyet-i kerîmeleri arasında anlatılan Habîb-i NeccÂr kıssası da, bu hususta cÂlib-i dikkattir. Habîb-i Neccar, îman ile şereflenmesi ve halkı irşÃ‚da calışmasından dolayı kavmi tarafından taşlanarak şehîd edilmişti. O, olduruleceğini hissettiği anda bile bir tÂvize yonelmedi. Îman kuvvetiyle sabrettiği bu ağır imtihan, kalbinde herhangi bir zaaf catlağı meydana getirmedi. Bu dunyaya Âit perdelerin kapandığı son nefesinde, gideceği Âleme Âit pencereler acılıp nÂil olacağı ilÂhî lutuflar kendisine gosterilince de, Kur ’Ânî ifÂdeyle:
“…Âh keşke kavmim, Rabb ’imin beni bağışlayıp ikramlara gark ettiğini bilseydi!” dedi. (YÂsîn, 26-27) Yani kendisini şehîd eden kavminin, gafletine ve zavallılığına acıdı.
ASHAB-I UHDUD KİMDİR?Yine zÂlimler, îmanlarını suc sayarak AshÂb-ı Uhdûd ’u da ici ateş dolu hendeklere atıyorlardı. O sÂdık mu ’minler, bu zulme rağmen inanclarından vazgecmediler ve dÂvÂları uğruna korkusuzca olume yuruyerek îmanlarının bedelini Hak TeÂl ’ya minnetle odediler. Zira Allah ’tan hakkıyla korkanlar, başka hicbir şeyden korkmazlar.
Bu hususta İslÂm tarihi sayısız misallerle doludur.
Kaynak: Dr. Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan