
KÂinatta var olan her zerre, dÂim CenÂb-ı Hakk ’a itaat hÂlinde. Guneş bu itaat cercevesinde doğup batıyor. Gunler bu itaatle uzayıp kısalıyor. Toprak bu itaati sebebiyle bağrına emanet edilen tohumu buyutuyor. Mesela bir balık, bu itaate başkaldırarak suyun dışında yaşamaya calışmıyor. Zira suyun dışı, kendisi icin bir olum okyanusu. Yani butun mevcudat AllÂh ’a olan bu itaatleri dolayısıyla hayatlarından memnun ve huzur icerisinde.
Peki, insan ne ile huzur bulacak?
Âyet-i kerîmede Rabbimiz insanın ne icin yaratıldığını şoyle bildiriyor:
“Ben cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (ez-ZÂriyÂt, 56)
Yani insan Rabbine “kul” olabildiği olcude huzurlu, rahat ve mes ’ûd. Aksi mumkun değil!..
AllÂh ’a muhabbetin en buyuk alÂmeti, O ’na itaattir. “Muhabbet, fedakÂrlığı, fedakÂrlık da itaati gerektirir.” dustûrunca, Rabbini seven bir mu ’min, dÂim O ’na itaat hÂlinde olur. İtaat ve teslîmiyet ile yapılan az bir ibadet, itaatsiz ve teslîmiyetsiz yapılan dağlar kadar ibadetten Hak katında daha makbûldur. Zira CenÂb-ı Hak Âyet-i kerîmede; “اَكْثَرُ عَمَلًا / daha cok amel” değil “اَحْسَنُ عَمَلًا / daha guzel amel” buyuruyor. (el-Mulk, 2) Yani amelimizde keyfiyet olarak CenÂb-ı Hakk ’a ihlÂs ve sadÂkat uzere bir itaat ve teslîmiyet istiyor. Cunku kulluk, ita­at ve teslîmiyetle başlar. Nitekim şeytan, yuce dergÂhtan ibadet eksikliği sebebiyle değil, itaat ve teslîmiyet noksanlığından dolayı kovulmuştur.
ALLAHI BİLMENİN VE ONA İTAAT ETMENİN YOLU
CenÂb-ı Hak kulundan dÂim hamd, şukur ve rız hÂli arzu etmektedir. Zira imtihan Âlemi olan bu dunyada kişiye ihsan edilen her nîmet ve başa gelen her musibet, bir nevî saf altının diğer madenlerden ayrılması icin yuksek ateşe tÂbî tutulması gibi bir tecellîdir.
Şeyh SÂdî-i ŞîrÂzî şoyle der:
“Hak TeÂl ’nın lûtuf ve ihsan buyurduğu bahta ve rızka kanaat etmeyen kimse AllÂh ’ı bilmemiş ve O ’na itaat etmemiş olur.”
Bir hadîs-i kudsîde şoyle buyrulmuştur:
“Bazı mu ’min kullarımı ancak zenginlik sağlam (bir musluman) eyler (onun îmÂnını korur); onu fakir etsem, bu durum onu ifsÂd eder.
Bazı mu ’min kullarımı da fakirlik sağlam tutar (îmÂnını korur); ona rızkı bol versem bu durum onu ifsÂd eder.
Bazı mu ’min kullarım, kullukta bir derece ister. Fakat Ben ucba girmesin, boylece kendini beğenmesi onu ifsÂd etmesin, diye bu isteğini ona vermem.
Bazı mu ’min kullarımın îmÂnını ancak sıhhat sağlam tutar; onu hasta etsem bu durum onu ifsÂd eder.
(Ravî dedi ki: Zannediyorum şunu da dedi

Bazı mu ’min kullarımın îmÂnını ancak hastalık korur; onu sıhhatli etsem bu durum onu ifsÂd eder.
Ben kullarımın işlerini, kalplerine dair ilmimle tedbir ederim; Ben her şeyi bilen ve her şeyden haberdÂr olanım.” (Beyhakî, el-Esm ve ’s-Sıfat, s. 122)
ALLAH'A İTAAT PEYGAMBER'E İTAATLE OLUR
Kulluk pÂyesini kazanabilmek, Peygamberler SultÂnı Efendimiz ’in mubarek hayatını kendi hayatımıza nakşedebilmekle mumkundur. Cunku O ’nun hayatı, AllÂh ’a vÂsıl olabilmek icin takip edilecek yegÂne yoldur. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“AllÂh ’a itaat edin; Peygamber ’e de itaat edin… Eğer O ’na itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş (hidÂyete ermiş) olursunuz.” (en-Nûr, 54)
Dolayısıyla O ’nsuz gidilen her yolun sonu ucurum, alınan her kararın neticesi hicran ve O ’ndan uzaklaşan her gonlun Âkıbeti acı bir husrandır.
AllÂh ’ı seven, AllÂh ’ın da kendisini sevmesini isteyen; KÂinÂtın Fahr-i Ebedîsiʼne muhabbetle itaat etmelidir. Cunku O ’na itaat, hakîkatte CenÂb-ı Hakk ’a itaattir. Nitekim Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“Kim Rasûl ’e itaat ederse, AllÂh ’a itaat etmiş olur…” (en-NisÂ, 80)
Yine Âyet-i kerîmede bildirildiği uzere, CenÂb-ı Hakk ’ın sevgisini kazanabilmek de, ancak AllÂhʼın Sevgili Rasûluʼne muhabbetle itaat sÂyesindedir:
“(Rasûlum!) De ki: Eğer AllÂh ’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve gunahlarınızı bağışlasın…” (Âl-i İmrÂn, 31)
CenÂb-ı Hakk ’ın ilÂhî rahmetine nÂil olmak, ancak Kur ’Ân-ı Kerîm ve Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e tÂbî olmakla mumkundur. Nitekim şoyle buyrulmuştur:
“…Rahmetim her şeyi kuşatır. Onu takv sahiplerine, zekÂtı verenlere ve Âyetlerimize inananlara yazacağım. Onlar ki yanlarında Tevrat ve İncil ’de yazılı buldukları o Rasûl ’e, o ummî Peygamber ’e ittib ederler. O Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kotulukten meneder, onlara temiz şeyleri helÂl, pis şeyleri haram kılar, sırtlarından ağır yuklerini ve uzerlerindeki bağları, zincirleri indirir atar. O ’na îmÂn eden, O ’na saygı gosteren, O ’na yardımcı olan ve O ’nun nubuvvetiyle beraber indirilen nûru takip eyleyen kimseler, işte felÂha erenler onlardır.” (el-A ’rÂf, 156-157)
ASHÂB-I KİRÂM İLE EFENDİMİZ ARASINDAKİ CEREYAN HATTI
Merhum Mehmed Âkif ’in “Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!” diyerek tarif ettiği cÂhiliye insanını ashÂb-ı kirÂm mevkiine yukselten hakikat, onların Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e olan sonsuz sevgi, bağlılık ve itaatleridir. Onlar, iki kalp arasında bir cereyan hattı olan muhabbeti cok iyi kullandılar. Boylece Allah Rasûlu ’ne tam bir teslîmiyetle îtirazsız boyun eğdiler. Butun ummete, hidÂyet semÂsının yıldızları oldular.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Biz her peygamberi -AllÂh ’ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi icin gonderdik…” (en-NisÂ, 64)
Bu keyfiyet, Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’de bir zirve teşkîl etmiş olduğundan O ’nun hakkında şoyle buyrulmuştur:
“Andolsun ki, sizden AllÂh ’a ve Âhiret gunune kavuşmayı uman ve AllÂh ’ı cok zikreden (mu ’min)ler icin Rasûlullah ’ta usve-i hasene (en mukemmel bir ornek) vardır.” (el-AhzÂb, 21)
Bir kimse, İmÂm-ı ŞÃ‚fiî ’ye rivÂyet ettiği bir hadis ile amel edip etmediğini sormuştu. İmÂm-ı ŞÃ‚fiî g titreyip sarsıldı ve ona şoyle cevap verdi:
“Be adam!
Rasûlullah ’tan hadis nakledip de gereğince hukmetmezsem bu yer beni taşır mı, bu gokyuzu beni altında barındırır mı? Elbette onunla amel ediyorum! O ’nun her sunneti, benim icin doyumsuz bir lezzettir, başım-gozum ustunedir!” (Beyhakî, MenÂkıbu ’ş-ŞÃ‚fiî, I, 475)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Şebnem Dergisi, Sayı: 133
İslam ve İhsan