
MÂnevi hastalıklara dûcÂr olan kalbler, mutlaka tedÂvîye muhtactır ve mÂnevî bir eğitime girmek mec­bûriyetindedirler. Bunların tedÂvîsi icin bÂzı hususlara dikkat etmek zarûrîdir. Bunların bir kısmı şoyledir:Kalbler, mÂnevî durumlarına gore beş kısma ayrılır:
Muhurlu ve Kilitli Kalbler Hasta Kalbler GÂfil Kalbler ZÂkir Kalbler Diri Kalbler MÂnevi hastalıklara dûcÂr olan kalbler, mutlaka tedÂvîye muhtactır ve mÂnevî bir eğitime girmek mec­bûriyetindedirler. Bunların tedÂvîsi icin bÂzı hususlara dikkat etmek zarûrîdir. Bunların bir kısmı şoyledir:
HELÂL GID İbÂdetlerimizi vucûdumuzun guc ve kuvvetiyle yapabilmekteyiz. HelÂl gıdÂ, bunyeye feyz ve rûhÂniyet verirken haram ve şupheli gıdÂlar ise kasvet verir. Tasavvuf erbÂbı, kalbî hayÂtın inkişÃ‚fı icin iki husûsa dikkat cekerek:
“Yerken ağzınıza girene, konuşurken ağzınızdan cıkana dikkat edin, bu hususta titiz davranın!” buyurur­lar. Ab­dul­k­dir Gey­l­nî -kud­di­se sir­ruh- da, lok­ma­nın kalb tas­fi­ye­sin­de­ki ehem­mi­ye­ti­ne şoy­le dik­kat ce­ker:
“Bak ev­l­dım! Ha­ram ye­mek kal­bi ol­du­rur. Lok­ma var­dır, kal­bi­ni nûr­lan­dı­rır; lok­ma var­dır, onu ka­ran­lı­ğa bo­ğar. Yi­ne lok­ma var­dır, se­ni dun­y ile meş­gul eder; lok­ma var­dır, uk­b ile meş­gul eder. Lok­ma var­dır, se­ni her iki dun­y­nın da z­hidi ya­par, gonlunu dun­y ve Âhi­re­tin H­lı­k ’ına yo­nel­tir. Ha­ram ye­mek, se­ni dun­y ile meş­gul eder ve mÂsı­yet­le­ri sa­na se­vim­li gos­te­rir. Mu­bah ye­mek, se­ni Âhi­ret­le meş­gul eder ve tÂatleri sana sevdirir. He­lÂl ye­mek ise kal­bi­ni Mev­l ’ya yak­laş­tı­rır. Yiyeceklerin keyfiyeti ve te­si­ri an­cak m­ri­fe­tul­lÂh ile bi­li­ne­bi­lir. M­ri­fe­tul­lÂh ise kalb­de olur, ki­tap ve def­ter­de de­ğil. M­ri­fet-i il­hi­yye, H­lık ’tan kal­be ih­sÂn edi­lir; mah­lûk­tan de­ğil. Bu ise tev­hîd-i il­hî­yi tas­dîk ve il­hî ah­kÂm­la amel et­tik­ten son­ra ta­hak­kuk eder.”
HelÂl nîmetleri kullanırken de dengeyi iyi muhÂfaza etmek, isrÂfa gitmemek gerekir. Âyet-i kerîmede:
“Bir de, akrabÂya, yoksula ve yolcuya hakkını ver! Gereksiz yere de sacıp savurma! Zîr boylesine sacıp savuranlar, şeytanların arkadaşlarıdırlar. Şeytan ise, Rabbine karşı cok nankordur.” (el-İsrÂ, 26-27) buyrulmaktadır. Bir hadîs-i şerîfte de:
“Canının cektiği ve arzu ettiğin her şeyi yemen, şuphesiz israftır!” (İbn-i MÂce, Et ’ime, 51) îkÂzı yapılmaktadır.
HelÂl olmak şartıyla misÂfire ikrÂmda comert davranmak tavsiye edilmiş ve bunun israf olmayacağı bildirilmiştir.
KUR ’ÂN-I KERÎM ’İ TEFEKKURLE OKUMAK Kur ’Ân-ı Kerîm ’i tefekkurle okumak, yÂni emir ve nehiylerin hikmetini duşunmek, kıssalardan ibret almak lÂzımdır. Kalblerimiz ne kadar temizlenmiş ise, Kur ’Ân-ı Kerîm ’in feyzi, bizleri o kadar tesiri altına alır. Kur ’Ân-ı Kerîm ’in kalbdeki mÂnevî hastalıklara şif olduğunu Âyet-i kerîme şoyle beyÂn etmektedir:
“Biz Kur ’Ân ’dan, oyle bir şey indiriyoruz ki o, mu ’minler icin şif ve rahmettir; zÂlimlerin ise yalnızca ziyÂnını artırır.” (el-İsrÂ, 82)
Ebû Zer -radıyallÂhu anh- diyor ki:
“–YÂ RasûlallÂh! Bana oğutte bulun.” dedim.
“–Sana takvÂyı tavsiye ederim, zîr takv her işin başıdır.” buyurdu.
Ben tekrar:
“–YÂ RasûlallÂh! Bana biraz daha oğutte bulun.” dedim.
Efendimiz:
“–Kur ’Ân okumaya ve AllÂh ’ı zikretmeye bak, cunku Kur ’Ân yeryuzunde senin icin bir nûr, gokyuzunde de bir azıktır.” buyurdu. (İbn-i HibbÂn, Sahîh, II, 78)
RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- diğer bir hadîs-i şerîflerinde şoyle buyurmuşlardır:
“Kur ’Ân ’ı okuyup ona sÂhip cıkan kimseye (Âhirette): «Oku ve yuksel, dunyada nasıl ağır ağır okuyor idiysen oyle oku! Zîr senin makÂmın, okuduğun en son Âyetin seviyesindedir.» denilir.” (Ebû DÂvûd, Vitr, 20)
İBÂDETLERİ HUŞÛ İLE ED ETMEK Kalbin hastalıklardan temizlenebilmesi icin ibÂdetleri huşû ile yapmaya gayret etmek îcÂb eder. Zîr CenÂb-ı Hak huşû­suz bir ibÂdeti istememekte ve şoyle buyurmaktadır:
“Vay o namaz kılanların hÂline ki onlar namazlarından gÂfildirler.” (el-MÂûn, 4-5)
Mufessir Elmalılı Hamdi Yazır, bu Âyetin tefsîrinde şoyle demektedir:
“–Onlar namazın ehemmiyetinden gaflet edip, onu gereği gibi ciddî bir vazîfe olarak yapmazlar,
–Kılınıp kılınmadığına aldırmazlar,
–Vaktine dikkat etmezler, vaktin gecip gecmediğine aldırmayıp tehir ederler,
–Namazın terkinden muteessir olmazlar,
–Kıldıkları vakit de, AllÂh icin hÂlis niyetle kılmayıp dunyevî birtakım maksatlar icin kılarlar,
–İnsanlarla beraber bulunduklarında namaz kıldıkları hÂlde, yalnız kaldıklarında kılmazlar; kılsalar bile Hakk ’ın huzûrunda imiş gibi bir huşû ve tÂzim icinde değil, gosterişle kılarlar.” (Hak Dîni Kur ’Ân Dili, IX, 6168)
Mu ’minûn Sûresi ’nde de:
“Muhakkak ki (şu) mu ’minler felÂh bulmuştur: Onlar, namazlarında huşû icindedirler.” (el-Mu ’minûn, 1-2) buyrulmaktadır.
Diğer bir Âyet-i kerîmede ise namazı huşû ile kılmanın nasıl mumkun olabileceği şoyle îzÂh edilmektedir:
“Sabır ve namaz ile AllÂh ’tan yardım isteyin. Şuphesiz ki o, huşû sÂhibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir. Onlar ki kendilerinin hakîkaten Rab ’lerine kavuşacaklarına ve O ’na rucû edeceklerine inanırlar.” (el-Bakara, 45-46)
Huşûu, bÂzıları korku, cekingenlik gibi kalbî fiillerden biri olarak tÂrif etmiş; bÂzıları da onu, gereksiz hareketleri terk etmek ve sukûnet icinde olmak gibi ÂzÂlara Âit fiillerden gostermiştir. Doğrusu huşû, aslı kalbde, tezÂhuru bedende olmak uzere ikisini de icinde bulundurur. Kalbe Âit tarafı, Rabbin azamet ve celÂli karşısında kendi hicliğini gorerek, nefsi, Hakk ’ın emrine baş eğdirmek, son derece yuksek bir edeb, tÂzim ve saygı hissi duymaktır. Dış gorunuşle alÂkalı yonu de, vucut organlarında bu duygunun zuhûruyla bir sÂkinlik meydana gelmesi, namazda gozlerin etrafa değil, onune ve secde mahalline bakmasıdır.
Dikkat edilecek olursa Âyet-i kerîmede, namazı huşû ile kılabilmek icin kişinin, “AllÂh ’a kavuşuyormuşcasına” ve “O ’na donuyormuşcasına” bir hÂlet-i rûhiye icinde bulunmasının luzûmu acıkca belirtilmektedir. YÂni namazın beden ve kalb Âhengi icinde kılınması zarûrîdir. Ancak boyle bir namaz mu ’mini fahşÃ‚ ve munkerden koruyabilir.
BahÂeddîn Nakşibend -kuddise sirruh- ’a sordular:
“–Bir kul, namazda nasıl huşûa erer?”
O da cevÂben:
“–Dort şeyle.” buyurdular:
“HelÂl lokma, Abdest sırasında gafletten uzak durmak, İlk tekbîri alırken kendini huzûr-i ilÂhî ’de bilmek, Namaz dışında da CenÂb-ı Hakk ’ı asl unutmamak.” Nitekim Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“Onlar namazlarında devamlıdırlar.” (el-MeÂric, 23)
İbÂdetlerde huşûu yakalayabilmek ve ibÂdet hÂricinde de sanki namazdaymış gibi mÂnevî bir hÂlet-i rûhiye icinde olabilmek icin diri bir kalble fuzûlî soz ve davranışlardan Âzamî derecede uzak durmak gerekmektedir. Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“Onlar ki, boş ve faydasız şeylerden yuz cevirirler.” (el-Mu ’minûn, 3)
Diğer ibÂdetler de boyledir. Bu hususta CenÂb-ı Hak şoyle buyurur:
“O mu ’minler ki, verdikleri (hayır ve sadakaları), kalbleri her an Rab ’lerine donuyor olmanın haşyetiyle urpererek verirler. (Diğer bir kıraata gore ise): Yaptıkları her işi bu haşyet, korku ve urperme hissiyÂtı icinde yaparlar.” (el-Mu ’minûn, 60)
“Şuphesiz ki AllÂh, kullarının (samîmî

Âyette sadakanın, yÂni infÂkın da, namaz gibi riyÂdan uzak ve huşû icinde verilmesi istenmektedir. Bu incelik, hadîs-i şerîfte “sağ elin verdiğinden sol elin haberdÂr olmaması” (BuhÂrî, Ezan, 36) şeklinde ifÂde buyrulmuştur.
ZİKRULLÂH ’A DEVÂM ETMEK Kur ’Ân-ı Kerîm ’de 250 kusur yerde “zikir” kelimesi gecer. Zikir, kulun Rabbini cokca anması ve O ’nu unutmamasıdır. Âyet-i kerîmelerde AllÂh TeÂl ’nın sabah-akşam, ayakta, otururken ve yatarken, hÂsılı devamlı ve cok cok zikredilmesi emredilmektedir. Bu ilÂhî beyanların bir kısmı şoyledir:
“Ey îmÂn edenler! AllÂh ’ı cok cok zikredin ve O ’nu sabah-akşam tesbîh edin.” (el-AhzÂb, 41-42)
“(O gercek akıl sÂhibi) mu ’minler, ayaktayken, otururken ve yanları uzerinde yatarken AllÂh ’ı dÂim zikrederler...” (Âl-i İmrÂn, 191)
RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ise, “hic kimsenin bulunmadığı tenh yerlerde AllÂh ’ı zikrederek, icin icin gozyaşı doken”lerin, kıyÂmet gunu hicbir golgenin bulunmadığı bir anda CenÂb-ı Hakk ’ın arşının golgesi altında golgeleneceğini mujdelemektedir.[1]
Kalbin tasfiye edilip mÂnen yukselebilmesi icin AllÂh ’ı zikre devÂm etmek buyuk ehemmiyet arz etmektedir. Mu ’minler zikrin ehemmiyetini kıyÂmette daha iyi anlayacaklardır. Nitekim cennete giren mu ’minler hakkında Rasûl-i Ekrem -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle buyurmaktadır:
“Cennet halkı, başka bir şey icin değil, sÂdece dunyÂda AllÂh ’ı zikretmeksizin gecirmiş oldukları vakitlere hasret ve nedÂmet duyacaktır!” (Heysemî, X, 73-74)
GECELERİ İHY ETMEK Gece, duny boyuna ve endÂmına gore bicilmiş bir huzur ve nîmet elbisesidir. Madden ve mÂnen gizlenmek isteyenler icin de, mukemmel bir ortudur. Nitekim gecenin bu vasfı Nebe ’ Sûresi ’nde:
“Biz geceyi bir elbise yaptık.” (en-Nebe ’, 10) buyrularak beyÂn edilmektedir. Gercekten gecenin, sıhhî, ictimÂî, ahlÂkî ve bediî bir libÂs olduğu muhakkaktır. İnsanın kendi ic dunyÂsına donebil­mesi ve gunduzun maddî-mÂnevî sıkletlerini (ağırlıklarını) atabilmesi, ancak gecenin sukûnetine burunmesiyle mumkundur. Cunku gunduzler, gecenin sıhhî ve rûhî istirahatini vermekten uzaktır. Gecelerin nîmetini bilmeyenler icin gunduzun hayrını duşunmek mumkun değildir. Gecenin sû-i istîmÂli ve boş şeylerle gecirilmesi, sabahın selÂmetini ve hakîkatini zÂyî etmekten başka bir şey değildir.
Kalb eh­li icin ge­ce­nin su­kû­ne­tin­den da­ha fe­yiz­li bir za­man ola­maz. Ge­ce­le­ri -bel­li mik­tar­da- uya­nık ge­ci­re­rek onun feyz ve be­re­k­tın­dan is­ti­f­de et­mek îcÂb eder. Bu hu­sus­ta Âyet-i ke­rî­me­ler­de şoy­le buyrulur:
“(O mut­ta­kî kim­se­ler, ge­ce­le­ri na­maz kıl­mak ve is­tiğ­fÂr et­mek icin) yan­la­rı­nı (tat­lı) ya­tak­la­rın­dan kal­dı­rır­lar. Rab­le­ri­ne, az­bın­dan kor­ka­rak ve rah­me­ti­ni uma­rak du eder­ler, yal­va­rır­lar. Ken­di­le­ri­ne ver­di­ği­miz rı­zık­lar­dan da ha­yır yol­la­rı­na in­fÂk eder­ler. Yaptıklarına karşılık olarak, onlar icin nice sevindirici ve goz kamaştırıcı nîmetlerin saklı olduğunu hic kimse bilmez.” (es-Sec­de, 16-17)
“Ge­ce­nin bir kıs­mın­da O ’na sec­de et! Ge­ce­nin uzun bir bo­lu­mun­de de O ’nu tes­bîh et!” (el-İn­sÂn, 26)
Gecenin ilÂhî ve mÂnevî manzaralarını muşÃ‚hede edebilmek icin, onu g­yeli kullanmak mecbûriyeti vardır.
“(Gercekten takv sÂhibi olanlar) gecenin az bir kısmında uyurlar. Seher va­kitlerinde hep istiğfÂr ederler.” (ez-ZÂriyÂt, 17-18)
“Gecenin bir kısmında da uyanıp sana has bir ilÂve olmak uzere namaz kıl! Umulur ki Rabbin seni makÂm-ı mahmûda (şefaat makamına) ulaştırır.” (el-İsrÂ, 79)
Teheccud namazı bu Âyet-i kerîme ile Peygamber Efendimiz ’e farz, biz ummetine ise sunnet-i muekkede kılınmıştır. CenÂb-ı Hak bu muhim sunneti devÂm ettirenleri şoyle methetmektedir:
“(O Rah­mÂn ’ın kul­la­rı ki,) Rab­ ’le­ri­nin hu­zû­run­da kı­y­ma du­ra­rak ve sec­de­le­re ka­pa­na­rak ge­ce­le­ri­ni ih­y eder­ler.” (el-Fur­kÂn, 64)
Di­ğer bir Âyet-i ke­rî­me­de Ce­nÂb-ı Hak şoy­le bu­yu­rur:
“(Ey Ra­sû­lum!) Al­lÂh, (ge­ce na­ma­za) kalk­tı­ğın va­kit se­ni ve sec­de eden­ler ara­sın­da dolaşmanı go­ru­yor.” (eş-ŞuarÂ, 218-219)
Bu Âyet-i ke­rî­menin tefsîrinde K­dî Bey­z­vî di­yor ki:
“Um­met icin beş va­kit na­maz farz olup da ge­ce na­ma­zı sun­net h­li­ne ge­lin­ce, Ra­sûl-i Ek­rem -sal­lÂl­l­hu aley­hi ve sel­lem-, as­h­bın ah­v­li­ni mu­şÃ‚­he­de sa­de­din­de ge­ce vak­ti huc­re-i sa­Ã‚det­le­rin­den dı­şa­rı cı­kıp as­h­bın ev­le­ri ara­sın­da do­laş­mış ve o ev­le­ri, Kur ’Ân ti­l­ve­ti, zi­kir ve tes­bîh ses­le­riy­le arı ko­van­la­rı gi­bi uğul­dar bir hÂl­de bul­muş­tu.” (EnvÂru ’t-Tenzîl, IV, 111)
SÂLİHLER VE SÂDIKLARLA BERABER OLMAK Kalbin muhÂfazası, selÂmeti ve inkişÃ‚fı icin sÂlihler ve sÂdıklarla berÂber olmak îcÂb eder. Kalb, yakınında bulunduğu kimselerin mÂnevî tesir alanına girer ve boylece şahsiyet transferi başlar. RûhÂniyet yonunden guclu olanlar, mÂnevî yonden zayıf olanları etkileyerek onlar icin bir ilham kaynağı olurlar. YÂni sÂdıklar ve sÂlihlerin, şefkat, merhamet, rûhî incelik ve meziyetleri, etrafındakilere sirÂyet eder. SahÂbe-i KirÂm ’ın, ummetin en faziletlileri olmasının sebebi de AllÂh Rasûlu ’nun sohbetinde bulu­nup, O ’nun feyzinden nasîb almalarıdır. Ce­nÂb-ı Hak Âyet-i ke­rî­me­de şoy­le bu­yu­rur:
“Ey îmÂn eden­ler! Al­lÂh ’tan it­ti­k edin ve s­dık­lar­la be­r­ber olun!” (et-Tev­be, 119)
Ra­sû­lul­lÂh -sal­lÂl­l­hu aley­hi ve sel­lem- de s­dık­lar­la be­r­ber ol­ma­nın ehemmiyetini şu misÂlle ne gu­zel if­de bu­yu­rur:
“İyi ar­ka­daş­la ko­tu ar­ka­da­şın mis­li, misk ta­şı­yan­la ko­ruk ce­ken in­san­lar gi­bi­dir. Misk s­hi­bi ya sa­na ko­ku­sun­dan ik­rÂm eder ve­ya sen on­dan sa­tın alır­sın.
Ko­ruk ce­ke­ne ge­lin­ce, o, ya se­nin bedenini veya el­bi­se­ni ya­kar, ya­hut da oradan sana pis ko­ku­ sirÂyet eder.” (Bu­h­rî, Bu­yû, 38)
Yine Al­lÂh Ra­sû­lu -sal­lÂl­l­hu aley­hi ve sel­lem-, ha­yat­ta iken olduğu gibi oldukten sonra da s­lih­ler­le be­ra­ber­ olmanın ehemmi­yet­ini:
“Olu­le­ri­ni­zi s­lih in­san­la­rın ara­sı­na def­ne­di­niz.” (Dey­le­mî, Mus­ned, I, 102) hadîs-i şerîfiyle ifÂde buyurmuşlardır.
SÂlihlerle berÂber olanlar, zaman icinde kÂbiliyetleri nisbetinde sÂlihleşirler. FÂsıklarla berÂber olanlar da fÂsıklaşırlar. Bunun icin kalb, -musbet veya menfî- bulunduğu her mÂnevî iklîmin dÂimî bir tesiri altındadır. Cun­ku her uzuv­da bir ir­de bu­lun­ma­sı­na rağ­men, yal­nız kalbde ir­de yok­tur ve kalb, cev­re­sin­den ge­len te­sir­le­rin ken­di­si­ne tel­kîn et­ti­ği is­ti­k­me­te t­bî ol­mak te­m­yu­lunde­dir.
Ni­te­kim Lok­man -aley­his­se­lÂm- ’ın oğ­lu­na yap­tı­ğı şu tavsi­ye­ler de kalbin bu hassÂsiyetine işÃ‚ret ederek sÂlih Âlimlerle beraber bulunmanın ehemmiyetine dik­kat cek­mek­te­dir:
“Yav­rum! Âlim kim­se­ler­le be­r­ber ol ve on­la­rın soh­be­tin­den ay­rıl­ma­ma­ya ca­lış! Zî­r Al­lÂh Te­Ã‚lÂ, yağ­mur­la top­ra­ğı can­lan­dır­dı­ğı gi­bi, hik­met nû­ruy­la da kalb­le­ri can­lan­dı­rır.” (Ah­med b. Han­bel, Zuhd, hd. no: 551)
Sa­hÂbî ha­nım­lar, Ra­sû­lul­lÂh -sal­lÂl­l­hu aley­hi ve sellem- ’i gor­mek­te ge­ci­ken, bu hususta ağır davranan ve O ’nunla uzun za­man go­ruş­me­yen ev­lÂdla­rı­nı îkÂz eder­ler­di. Ni­te­kim Hu­zey­fe -ra­dı­yal­l­hu anh-, bir­kac gun Efen­di­miz -sal­lÂl­l­hu aley­hi ve sel­lem- ’in huzûr-i Âlîlerine cıkmadığı ve sohbetinde bulunmadığı icin an­ne­si tarafından azarlanmıştır. Huzeyfe Hazretleri bu ibretli hÂdiseyi şoyle anlatmaktadır:
An­nem ba­na sor­du:
“–Pey­gam­ber Efen­di­miz ’le en son ne za­man go­ruş­tun?”
Ben de:
“– Bir­kac gun­den be­ri onun­la go­ru­şe­me­dim.” de­dim.
Ba­na cok kız­dı ve beni fe­n bir şe­kil­de azar­la­dı. Ben de:
“–Dur kız­ma! He­men Ra­sû­lul­lÂh -sal­lÂl­l­hu aley­hi ve sel­lem- Efen­di­miz ’in ya­nı­na gide­yim, onun­la be­ra­ber ak­şam na­ma­zı­nı kı­la­yım, son­ra da benim ve senin icin is­tiğ­fÂrda bulunmasını ta­leb ede­yim.” de­dim. (Tir­mi­zî, Me­n­kıb, 30; Ah­med b. Han­bel, Mus­ned, V, 391-2)
Dipnot:
[1] Bkz. BuhÂrî, EzÂn, 36; Muslim, ZekÂt, 91.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş – Kur ’Ân-ı Kerim Işığında Nebiler Silsilesi – 1
İslam ve İhsan