
İnsan hayatı kac donemden oluşur?CenĂ‚b-ı Hak, beşer hayatı icin beş safha takdir buyurmuştur. Bunların birincisi Ă‚lem-i ervĂ‚h, ikincisi ana rahmi, ucuncusu dunya hayatı, dorduncusu berzah/kabir Ă‚lemi, beşincisi ise Cennet veya Cehennem ’le neticelenen ebedî Ă‚hiret hayatıdır.
Bu safhalardan ucuncusu olan dunya hayatı, insan icin bir imtihan Ă‚lemi olarak tanzim edilmiştir. Ebedî saĂ‚det veya azap, beşerin bu Ă‚lemdeki fiil ve davranışlarına bağlı kılınmıştır.
Nitekim Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle buyrulmaktadır:
“O ki, hanginizin (ihsan duygusu icinde) daha guzel amel işleyeceğini denemek icin olum ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak guc sahibidir, cok bağışlayandır.” (el-Mulk, 2)
“Her canlı olumu tadar. Bir imtihan olarak sizi hayırla da şerle de deniyoruz. Ve siz ancak Biz ’e donduruleceksiniz.” (el-EnbiyĂ‚, 35)
LĂ‚kin ne tuhaftır ki, her fĂ‚nî varlığın tazelik ve zindeliğinin zaman değirmeninde dĂ‚imî bir sûrette oğutulduğunu goren insanoğlu, birkac gun misafir olarak bulunduğu şu dunyada yine de kendini aldatır durur. Her gun cenĂ‚ze sahnelerini seyrettiği hĂ‚lde, olumu kendine dĂ‚imĂ‚ uzak gorur. Kendisini, kaybedilmesi her an muhtemel olan fĂ‚nî emĂ‚netlerin dĂ‚imî sahibi zanneder.
HÂlbuki MevlÂn Hazretleri ne guzel buyurur:
“Ey sĂ‚lik; aynadaki son nakşa bak! Bir guzelin ihtiyarlığındaki cirkinliğini ve bir binĂ‚nın harĂ‚be hĂ‚line geleceğini duşun de aynadaki yalana aldanma!..”
Zira insan, rûhuna beden elbisesi giydirilerek bir kapıdan dunyaya dĂ‚hil edildiğinde, o artık bir olum yolcusu demektir.
Olumu bilen, fĂ‚nî dunya lezzetlerine aldanmaz. Bir ebediyet yolcusu olduğunun farkında olan da kısa bir muddet icin konakladığı misafirhĂ‚nenin dekoruna, susune, eşyasına gonul kaptırmaz! Cunku eşya, ondan ayrılmayacak bir sûrette dunya misafirhĂ‚nesine Ă‚ittir.
Butun fĂ‚nî nîmetler bir kişide toplansa ve o, saĂ‚det ve saltanat icinde bin yıl yaşasa ne fayda!.. Sonunda gireceği yer, bu kara toprağın altı, bu yağız yerin dar bir cukuru değil midir?!.
Ne gariptir ki insanoğlu, dĂ‚imĂ‚ bu dunyada daha uzun omurlu olabilmenin, birkac gun daha fazla yaşayabilmenin, hummĂ‚lı bir arayışı icindedir. HĂ‚lbuki kıyĂ‚met gunu hic kimse; “Keşke dunyada daha fazla yaşasaydım!” diye bir hasret ve temennî icerisinde olmayacaktır. Onların tek hasretleri, dunyada gecirdikleri zamanı ne kadar sĂ‚lih amellerle susleyebildikleri hususunda olacaktır. Zira muhim olan, dunyada iken sayılı nefeslerin nasıl tuketildiğidir.
Dışarıdan her ne kadar sessiz bir toprak yığını gibi gorunse de insanoğlunun girecek olduğu kabir, aslında bir mahşer numûnesidir. Hadîs-i şerîfte Ă‚hiret menzillerinin ilki olarak bildirilen kabir,[1] dunyada AllĂ‚h ’ın emirlerine tĂ‚bî olup olmadığımıza gore şekillenecektir. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, bu hakîkati şoyle beyan buyurmuşlardır:
“Kabir, ya Cennet bahcelerinden bir bahce ya da Cehennem cukurlarından bir cukurdur…” (Tirmizî, KıyĂ‚met, 26)
Daha evvel de ifĂ‚de ettiğimiz gibi dunya hayatı, ebedî olan Ă‚hiret yurdunu kazanabilmek icin yegĂ‚ne amel işleme yeridir. Dolayısıyla da hayat, beşikle tabut arasındaki mesafeye sığmayacak kadar ulvî bir hakîkattir.
HAYAT NEDİR? Şayet bir insanın idrĂ‚kinde zuhûr eden “Hayat nedir?” suĂ‚line, sadece toprağın rutubeti ve mezar taşlarının katılığı nihĂ‚î cevap olarak yukseliyorsa, boyle gĂ‚filĂ‚ne bir hayattan daha acı ne olabilir? Boyle bir hayat; cocuklukta oyun, genclikte şehvet, erginlikte gaflet, ihtiyarlıkta elden gidenlere hasret ve binbir turlu nedĂ‚met cırpınışından ibĂ‚rettir.
Hayat ve hĂ‚disĂ‚tı îman ufkundan seyredebilen Ă‚rif mu ’minler ise, olumun ardındaki hakîkî hayatın da farkında olarak omurlerini buyuk bir dikkat, rikkat ve hassĂ‚siyetle yaşarlar. Dolayısıyla ebediyet yolculuğuna ciddiyetle hazırlanabilmek icin, insanda gercek bir îman şuurunun teşekkul etmesi zarûrîdir.
Zira her insanın fĂ‚nî hayatta işlediği sevap ve gunahları, kıyĂ‚met ekranında seyredeceği muhakkaktır. MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri der ki:
“Sen aklını başına al da, omrunu, şu icinde bulunduğun bugun say. Bak bakalım, bugunu hangi sevdĂ‚larla harcıyorsun.”
“KĂ‚h cuzdanını para ile doldurmak kaygısı, kĂ‚h yemek-icmek endişesi ile bu fĂ‚nî omur gecip gitmede, verilen her nefes de eksilmede...”
“Peki, sende ne var, sen ne elde ettin? Denizin dibinden nasıl bir inci cıkardın? İşte bu, olum gununde kesinlik kazanacaktır.”
Hic şuphesiz ki olum, herkesin başına gelecek en cetin istikbal gerceğidir. Olumun urkutucu ağırlığını kelimelerin zayıf omuzları taşıyamaz! Olumler, sessiz ve kelimesiz derslerdir ki; duygulu ve hassas gonullere en fasih sozlerden daha tesirli bir ibret, hikmet ve hakîkat sergiler. Olum, lisĂ‚n-ı hĂ‚liyle, derin bir sukûta ne muazzam mĂ‚nĂ‚lar gommuştur. Tabiî ki duyabilen, gorebilen ve hissedebilenler icin…
Şu kıssa bu hakîkati ne guzel ifĂ‚de etmektedir:
Hasan-ı Basrî Hazretleri bir cenĂ‚zeye katılmıştı. Orada yaşlı bir zĂ‚t gordu. Defin işlemleri bittikten sonra ona:
“–Ey ihtiyar! Sana Allah icin soruyorum; ne dersin, acaba vefĂ‚t eden bu zĂ‚t, şu anda dunyaya geri donup sĂ‚lih amellerini artırmayı ve gecmiş gunahlarına istiğfĂ‚r etmeyi duşunuyor mudur?” diye sordu.
O zÂt da hic tereddut etmeden:
“–Evet, tabiî ki duşunuyordur.” dedi.
Bunun uzerine Hasan-ı Basrî Hazretleri:
“–O hĂ‚lde bize ne oluyor ki bu vefĂ‚t eden kişi gibi duşunmuyoruz?” dedi ve yurudu. Giderken şoyle diyordu:
“Olum, ne muthiş bir nasihat! Kalplerde hayat olsa, ne kadar beliğ ve tesirli bir mevʻiza, lĂ‚kin nidĂ‚ ettiği kimselerde hayat yok!”[2]
OMUR DEDİĞİN.. Omur, sanki metrajı belli olmayan bir makara gibidir ki, nerede kopacağı veya ne zaman biteceği mechuldur. Ecel, sadece ihtiyarların cağrıldığı bir randevu değildir. Her doğan canlı, olume namzettir. Her insan, olebilecek yaştadır. Nitekim bir kabristana gitsek, orada bizden daha kucuk yaşta olmasına rağmen vefĂ‚t etmiş nicelerinin mezarlarıyla karşılaşabiliriz.
Bu yuzden, namazı, haccı emekliliğe bırakmak; tevbeyi, sĂ‚lih amelleri ve kulluğu, geleceği mechul yarınlara ertelemek, buyuk bir husran sebebidir. Zira oyle bir gun gelecek ki, o gunun yarını olmayacak! O gun, hepimiz icin mechul bir gun! CenĂ‚b-ı Hak, o gune her an hazırlıklı olalım diye, onun vaktini mechul bırakmış.
Bu sebeple İslĂ‚m dîni, olum ve “ebediyet yolculuğu”nu aslĂ‚ unutmamayı, bilĂ‚kis sık sık hatırlayıp tefekkur etmeyi ve her an hazır ve uyanık olmayı gercek bir “akıl ve zekĂ‚”nın en buyuk alĂ‚meti saymıştır.
Nitekim bir sahĂ‚bî, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e:
“–Hangi mu ’min daha akıllıdır yĂ‚ RasûlĂ‚llah?” diye sorduğunda, Efendimiz ’den şu cevĂ‚bı almıştır:
“–Olumu cok duşunen ve ona karşı hazırlığını tamamlamakla meşgul olan kimsedir. İşte gercek akıllı insanlar onlardır...” (İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 31)
Ebedî saĂ‚det mujdeleriyle gelen bir olum, ancak Peygamber Efendimiz ’in tĂ‚rif ettiği “akıllı” mu ’minlerin nasîbidir. Zira bu mu ’minler, omur harmanından dĂ‚imĂ‚ hakîkat dĂ‚neleri toplamış, fazîlet bahcesinden saĂ‚det meyveleri dermiş, îman tarlasına hamd, şukur ve rızĂ‚ tohumları ekmişlerdir.
Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in buyurduğu uzere:
“…Esas hayat, ancak Ă‚hiret hayatıdır. (Asıl saĂ‚det, ebediyet saĂ‚detidir!)” (BuhĂ‚rî, CihĂ‚d 33, SalĂ‚t 48, Rikāk 1)
Bizler de dunyaya Ă‚hiret icin geldiğimizi hicbir zaman unutmayalım. Sık sık tefekkur edelim ki; “Bu kadar mahlûkĂ‚tın seyr u seferi nereden nereye? Dunyaya geliş ve Ă‚hirete gidiş; bir taraftan doğumlar, obur taraftan olumlerle bu ibret dolu akış nicin? Dunyaya niye geldik, kimin mulkunde yaşıyoruz, yolculuğumuz nereye? Âkıbetimiz ne olacak? Mahşerdeki hesĂ‚ba hazır mıyız? Âhiretimiz icin bugun ne hazırladık?..”
CenĂ‚b-ı Hak bizi sık sık kıyĂ‚meti tefekkure dĂ‚vet ediyor. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in bilhassa son uc cuzunde hep kıyĂ‚metten haberler veriyor. Yeryuzu ne olacak, semĂ‚vĂ‚t ne olacak, insanlar ne hĂ‚le gelecek?.. İşte bizler de bu hakîkatlerin tefekkurunde derinleşerek takvĂ‚da merhale almaya gayret etmeliyiz.
Yine unutmamalıyız ki hayat sahnesinin son perdesi olan olum, herkesin ebedî Ă‚kıbetini seyredeceği bir ayna gibidir. Oyleyse son nefes aynasını, bugun gunah, gaflet ve mĂ‚siyet lekeleriyle karartmayalım ki olum bize bir felĂ‚ket değil, vuslat sevinci olarak gelsin.
Bu şekilde “olumu guzelleştirebilmek” icin yegĂ‚ne cĂ‚re de:
“Sana yakîn (olum) gelinceye kadar Rabbine kulluk et!” (el-Hicr, 99) fermĂ‚n-ı ilĂ‚hîsine lĂ‚yıkıyla riĂ‚yet etmektir.
O hĂ‚lde Hakkʼa kulluğumuzun seviyesini bir duşunelim:
Yaşadığımız hayat bizi Cennetʼe goturur mu? İşlediğimiz ameller, Mîzan ’da yuzumuzu ak cıkarır mı? Yaptığımız fedakĂ‚rlıklar bizi Sıratʼtan gecirir mi? Alev alev yanan kufur ve fısk u fucur ateşinde iki dunyalarını da yakıp kul eden nicelerinin vebĂ‚li bize sorulduğunda; “‒YĂ‚ Rabbi! Ben elimden geleni yaptım…” diyebilecek derecede bir tebliğ gayretimiz var mı?..
Dipnotlar:
[1] Bkz. Tirmizî, Zuhd, 5/2308; Ahmed, I, 63-64.
[2] İbnu ’l-Cevzî, ÂdĂ‚bu ’l-Haseni ’l-Basrî, thk. Suleyman el-Harş, DĂ‚ru ’n-NevĂ‚dir, 1428, s. 29.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan