
Allah ’ın varlığının ve birliğinin delilleri nelerdir?Allah inancı insanda fıtrî (yaratılıştan) olduğu icin, normal şartlarda cevreden olumsuz bir şekilde etkilenmemiş bir kişinin Allah ’ın varlığını ve birliğini kabullenmesi gerekir. Bu sebeple Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de Allah TeĂ‚lĂ‚ ’dan bahseden Ă‚yetlerin coğu, O ’nun sıfatlarını konu edinmiştir.
ALLAHIN VARLIĞININ VE BİRLİĞİNİN DELİLLERİ Allah ’ın var oluşu konusu, Kur ’an ’da insan icin bilinmesi tabii, zorunlu ve apacık bir gercek olarak kabul edilmiştir. İslĂ‚m akaidine gore Allah birdir ve tektir. Bu bir oluş, sayı yonuyle bir “bir”lik değildir. Cunku sayı bolunebilir ve katlanabilir. Allah boyle olmaktan yucedir. O ’nun bir oluşu, zĂ‚tında, sıfatlarında, isimlerinde ve fiillerinde, rab oluşunda ve hĂ‚kimiyetinde eşi ve benzeri olmayışı yonundendir. İhlĂ‚s sûresinde Allah ’ın bir olduğu, hicbir şeye muhtac olmadığı, doğurmadığı ve doğurulmadığı, O ’nun hicbir denginin bulunmadığı ifade edilirken, KĂ‚firûn sûresinde de ibadetin ancak Allah ’a yapılacağı, Hz. Peygamber ’in, kĂ‚firlerin taptıklarına onceden tapmadığı gibi, sonra da tapmayacağı ısrarla vurgulanmaktadır. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in pek cok sûresinde Allah ’ın birliğini, eşi ve benzerinin bulunmadığını vurgulayan pek cok Ă‚yet vardır:
“Allah evlĂ‚t edinmemiştir. O ’nunla beraber hicbir ilah da yoktur. Aksi takdirde her ilah kendi yarattığını sevk ve idare eder ve onlardan biri mutlaka diğerine ustunluk sağlardı. Allah onların yakıştırdıkları şeylerden munezzehtir.” (el- Mu ’minûn 23/91) “Eğer yerde ve gokte Allah ’tan başka ilahlar bulunsaydı yer ve gok kesinlikle bozulup gitmişti…” (el-EnbiyĂ‚ 21/22) Evrendeki duzen Allah ’ın birliğinin en acık delilidir.
Şu ucsuz bucaksız kĂ‚inatta akılları hayret ve acze duşuren bir nizam ve Ă‚henk olduğu Ă‚şikĂ‚rdır. Bu nizam ve Ă‚henk, kĂ‚inĂ‚t yaratıldığından beri son derece mukemmel, ince ve hassas hesapların ebedî dengesi icerisinde, hic şaşmadan devam edip gitmektedir.
Bir meyve bahcesinin sahibi, bir sabah kalktığında fidanların bĂ‚zılarının duzensiz bir şekilde devrilmiş bulunduğunu gorse, bunu bir fırtınanın veya tabiî bir Ă‚fetin neticesi olarak kabullenebilir. Ancak ağacların devrilişinde bir hesap ve duzen olsa, meselĂ‚ her uc veya beş ağactan biri sırayla devrilmiş bulunsa, bunun tabiî bir Ă‚fetle meydana geldiğini kabul edemez. Anlar ki, bu hasara, hesaba muktedir bir varlık sebep olmuştur. O hĂ‚lde duşunmelidir ki, beş-on ağacın devrilmesinden ibaret bir hĂ‚disenin, şuuru olmayan sebeplere bağlanmasını kabul edemeyen idrĂ‚kler, kĂ‚inattaki bunca hesĂ‚bî inceliğe rağmen onun tesĂ‚dufen veya kendi kendine var olduğunu iddiĂ‚ etmesi ne abes bir gaflettir![1]
ŞĂ‚ir Necip Fazıl, boyle bir gaflete suruklenenlere şoyle seslenir:
Yon yon sarılmışım ne yana baksam,
Sarılan olur da saran olmaz mı?
Kim bu yuzu cizen sanatkÂr ressam;
Gecip de aynaya soran olmaz mı?
Fıtratı bozulmamış her sĂ‚lim akıl, kĂ‚inattaki sebepler zincirini şuurlu bir şekilde fark eder ve hepsinin bir musebbibu ’l-esbĂ‚ba, yani butun sebeplerin asıl sebebi olan CenĂ‚b-ı Hakk ’a vardığını idrĂ‚k ile îmĂ‚n eder. Ancak bu hususta şeytan, beşer tefekkurunu yanıltmak icin her koşe başında insanoğluna binbir hîle ve tuzak kurmuştur. Dolayısıyla, sĂ‚lim bir kafayla duşunup insafla hareket ederek şeytanın tuzaklarından kurtulmak îcĂ‚b eder.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de:
“Kulları icinde ancak ilim sahibi olanlar Allah ’tan (lĂ‚yıkıyla) korkarlar.” buyrulur. (FĂ‚tır, 28)
Bu sebeple AllĂ‚h ’ın azamet ve kudretini lĂ‚yıkıyla kavramak, her şeyden once bir ilim işidir. Bu gercek dolayısıyladır ki makro ve mikro Ă‚lemlerin incelikleri uzerinde calışan Ă‚limler, muşĂ‚hede ettikleri dehşet verici nizam ve kĂ‚nunlar sebebiyle Yaratıcı ’nın varlığını ve kudretini herkesten daha mukemmel bir şekilde idrĂ‚k ederler.
Bunun bir misĂ‚lini Hint Ă‚limlerinden Doktor İnĂ‚yetullah el-Maşrikî şoyle anlatır:
1909 yılında yağmurlu bir Pazar gunu Cambridge Universitesi profesorlerinden meşhur astronomi Ă‚limi Sir James Jones ’i gordum. İncil ve şemsiyesi koltuğunun altında olduğu hĂ‚lde kiliseye gidiyordu. Ona yaklaşarak selĂ‚m verdim, cevap vermedi. Tekrar selĂ‚m verince:
“–Benden ne istiyorsun?” dedi.
“–İki şey istiyorum beyefendi! Birincisi, yağmurun bu şiddetine rağmen şemsiyeniz neden koltuğunuzun altında duruyor?” dedim.
Gulumseyerek derhĂ‚l şemsiyesini actı. Devamla dedim ki:
“–İkincisi de, sizin gibi dunya capında soz sahibi olan bir Ă‚limi kiliseye gitmeye sevk eden şey ne olabilir?”
Sir James, bu suĂ‚lim karşısında kısa bir sure durakladıktan sonra:
“–Bugun bize gel de akşam cayını birlikte icelim!” dedi.
Akşam evine gittiğimde, bana semĂ‚vî cisimlerin yaratılışından, onlardaki muthiş sistemlerden, aralarındaki korkunc uzaklık ve farklardan, bu cisimlerin mĂ‚cerĂ‚larından, mihverlerinden, cekimlerinden, akıllara durgunluk veren ışık tufanlarından vs. bahseden bir konferans vermeye başladı ki, o anda kalbimin AllĂ‚h ’ın azamet ve heybetinden titrediğini hissediyordum. Sir James ’in ise Allah korkusuyla sacları diken diken olmuş, gozlerinden yaşlar boşanmış ve elleri tir tir titriyordu. Bir ara durdu ve sozlerine şoyle devĂ‚m etti:
“−İnĂ‚yetullah dostum! AllĂ‚h ’ın yaratmış olduğu butun bu guzelliklere ve ihtişĂ‚ma goz attığımda, AllĂ‚h ’ın celĂ‚linden vucûdum titremeye başlar. CenĂ‚b-ı Hakk ’ın huzûrunda eğilerek O ’na: «AllĂ‚h ’ım Sen buyuksun!» dediğimde, vucûdumdaki her bir hucrenin bu sozumu tasdik ettiğini hissederim. İşte o zaman ben, buyuk bir huzur ve saĂ‚det duyarım ve bu saĂ‚detimin, diğer insanların saĂ‚detinden bin defa daha ustun olduğunu bilirim.”
Bunun uzerine ben de kendisine, o anda hatırıma gelen şu Ă‚yet-i kerîmeyi okudum:
“Kulları icinde ancak ilim sahibi olanlar Allah ’tan (lĂ‚yıkıyla) korkarlar.” (FĂ‚tır, 28)
Sir James, Ă‚yet-i kerîmeyi işitince birdenbire haykırdı:
“–Ne diyorsun, «Kulları icinden ancak Ă‚limler, Allah ’tan (gereğince) korkarlar.» oyle mi? Bu cok muthiş, aynı zamanda cok garip ve acĂ‚yip bir şey!.. Benim elli yıllık uzun araştırma ve tecrubelerim neticesinde keşfettiğim bir şey, Hazret-i Muhammed ’in onceden haber verdiği şeyler arasında mı bulunuyor? Bu Ă‚yet hakîkaten Kur ’Ă‚n ’da var mı? Eğer oyleyse, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in Allah tarafından vahyedilmiş bir kitap olduğuna şĂ‚hitlik ettiğimi bir tarafa yaz!.. Hazret-i Muhammed ummî idi, okuma-yazma bilmiyordu. Bu yuzden O ’nun bu sırrı kendi kendine keşfetmesi mumkun değildir. O hĂ‚lde bu sırrı O ’na bildiren CenĂ‚b-ı Allah ’tır.” (Vahiduddin Han, İslĂ‚m Meydan Okuyor, s. 251-253)
Boyle musbet ilimlerle meşgul olan nice gayr-i muslim ilim erbĂ‚bı musluman olmuş ve niceleri de îmĂ‚n etmese bile kendilerini hakkı teslîm etmek mecbûriyetinde hissetmişlerdir. Bu hĂ‚l, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in bir mûcizesidir. Allah TeĂ‚lĂ‚ buyurur:
“(Habîbim!) Gercek ilim erbĂ‚bı, Rabb ’inden Sana indirilen ilĂ‚hî vahyin tamĂ‚men hakîkatten ibaret olduğunu ve Hamîd olan AllĂ‚h ’ın yoluna ilettiğini elbette goreceklerdir.” (es-Sebe ’, 6)
“İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde Ă‚yetlerimizi gostereceğiz ki, onun (Kur ’Ă‚n ’ın) hak olduğu kendilerine iyice belli olsun! Rabb ’inin her şeye şĂ‚hid olması yetmez mi?..” (Fussilet, 53)
KĂ‚inĂ‚ta ibret nazarıyla bakan her goz, onda bu Ă‚yet-i kerîmelerin sayısız tezĂ‚hur sahnelerini seyreder:
KUDRET-İ İLAHİYYE MİSALLERİ Dunyada sadece insanlar ve hayvanlar mevcut olsaydı, havadaki butun oksijeni kullanıp karbondioksite cevirirler ve bir muddet sonra oksijenin azalmasına mukàbil gittikce artan karbondioksit ile zehirlenip yok olurlardı. Ancak bu Ă‚lemi var eden kudret bir de bitkileri yaratmış ve onlara da karbondioksiti kullanıp oksijene donuşturme kĂ‚biliyeti vermek sûretiyle Ă‚lemde bir denge ve devam edip giden bir akış meydana getirmiştir.
Diğer taraftan CenĂ‚b-ı Hak, dunyanın dortte ucunu su ile doldurmuştur. Dortte birinin buyuk kısmını da bitki yetiştirme kĂ‚biliyeti olmayan kayalıklar veya coller olarak yaratmıştır. Geride kalan cok az bir kısmı topraktır. Ancak o ne yuce bir kudrettir ki, bu toprağı, ebedî bir değişim ve hĂ‚lden hĂ‚le geciş ile butun canlıları doyuracak gıdĂ‚ların kaynağı kılmıştır. Şoyle ki:
Bir hayvan turunu ele alalım. Bu turden ne kadar canlı gelmiş ve gelecek ise hepsi dunyaya bir anda gonderilmiş olsa idi, dunya mekĂ‚n olarak sadece o ture kĂ‚fî gelmeyeceği gibi, gıdĂ‚lar da onlara yetmezdi. Ancak Allah TeĂ‚lĂ‚, onları zaman sırrı ile mekĂ‚ndakinden daha geniş bir şekilde yayıp bir teselsul kanunu ile yaratmaktadır. Butun canlılar icin aynı nukte gecerlidir. Dolayısıyla Dunya, zaman ve mekĂ‚n sırrı ile, normal kapasitesinin trilyonlarca katı fazlasına sahne olabilmektedir. Yani varlıkların Ă‚lemimizde yer alışları da bir denge ile tahdîde tĂ‚bîdir.
MeselĂ‚ bir cınar ağacı, her yıl milyonlarca tohum uretir. Bunların etrafa dağılması icin tuyden Ă‚deta birer paraşutleri bulunur. Bu tohumlar ruzgĂ‚r vĂ‚sıtasıyla cok uzak mekĂ‚nlara ulaşır. Eğer bir tek cınar ağacına Ă‚it butun tohumlar yeni bir cınar olsaydı, kısa bir zaman sonra Dunya ’nın her tarafı cınarların istilĂ‚sına uğrardı. Yani koca Dunya bir tek ağaca dar gelirdi. Diğer butun varlıklar icin de bu misĂ‚li şumullendirmek mumkundur. Bu da kĂ‚inatta kolay kolay akıl sır erdirilemeyecek bir Ă‚henk ve dengenin mevcûdiyetini gosterir.
Boylesine mukemmel, girift ve cok ince bir hesap mekanizmasının varlığı, Yaratcı ’sının varlık ve birliğine, kudret ve azametine ulvî bir nişĂ‚nedir. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“O, semĂ‚yı yukseltti ve mîzĂ‚nı (olcu ve dengeyi) koydu.” (er-RahmĂ‚n, 7)
“O ki, birbiri ile Ă‚henktar yedi goğu yaratmıştır. RahmĂ‚n olan AllĂ‚h ’ın yaratışında hicbir uygunsuzluk goremezsin. Gozunu cevir de bir bak, bir bozukluk gorebiliyor musun? Sonra gozunu, tekrar tekrar cevir bak; goz (aradığı bozukluğu bulmaktan) Ă‚ciz ve bitkin hĂ‚lde sana donecektir.” (el-Mulk, 3-4)
Ayrıca CenĂ‚b-ı Hak, butun bu canlılara oyle husûsiyetler vermiştir ki, benzer gıdĂ‚larla beslenenler dahî farklı mahsuller meydana getirmekte ve bunlar da hayatı butunuyle mumkun kılacak şekilde birbirlerini tamamlamaktadır. MeselĂ‚ yeşil bir dut yaprağını sığır veya koyun yese, ondan et, sut ve yun hĂ‚sıl ettiği hĂ‚lde, kucucuk bir kurtcuk olan ipek boceği aynı yapraktan ipek istihsĂ‚l etmektedir. Aynı şeyi bir cins geyik yese, ondan misk yapar. Arının cicek tozlarından bal yapabilmesi, kĂ‚inattaki en mukemmel varlık olan insanın iktidĂ‚rı hĂ‚ricindedir. Ciceklerin topraktan bulup cıkardığı renkler, kokular ve hayat kudretini hĂ‚iz yapraklar, hicbir kimyagerin muktedir olamayacağı hĂ‚rika keyfiyetlerdir. Hayvan, otu et ve sut yaparken, insan bir kimya laboratuvarında tonlarca ottan bir gram et veya sut îmĂ‚l etmeye muktedir değildir.
Akl-ı selîm sahibi bir insan bu kĂ‚inĂ‚tta nereye yonelse, AllĂ‚h ’ın varlık ve azametini seyreder. Peygamber gondermek, onların diliyle, ilmiyle, ahlĂ‚kıyla beşeriyeti kemĂ‚le erdirmek, aralarından Ă‚limler yetiştirmek gibi tecellîler, hep ilĂ‚hî lûtfun eseridir. Diğer taraftan insana binbir istifadeler takdîm ederek hizmet eden butun ilimlerin neticesi de, nihĂ‚yet AllĂ‚h ’ın varlık ve azametini gosterip beşere aczini tattırmak ve bulunduğu kulluk makamını idrĂ‚ke yardımcı olmaktır. İnsan kendisine ve kĂ‚inĂ‚ta insafla bakınca derhĂ‚l anlar ki, zĂ‚hir olan ilĂ‚hî kudret ve saltanat karşısında îmĂ‚n etmemek ne kadar gulunc ve tuhaf olur!
Gokyuzunde siyah ve beyaz delikler mevcuttur. CenĂ‚b-ı Hak, musbet ilmin yeni keşfettiği bu boşluklara şoyle yemîn etmektedir:
“Hayır! Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, bilirseniz bu, gercekten buyuk bir yemindir.” (el-VĂ‚kıa, 75-76)
Bugunku ilmin henuz tespit edebildiği şu hakîkat ne kadar dehşet verici bir ihtişamla karşı karşıya olduğumuzu gosterir. Yıldızların doğduğu yere beyaz delik; olduğu yere de kara delik adı verilir. Beyaz deliklerden kucuk bir cisim cıkmakta ve Ă‚nî bir genişlemeyle govdesinin trilyonlarca katı buyuyerek dev bir yıldız kutlesini meydana getirmektedir. Diğer taraftan dunyamızdan kat kat buyuk nice dev yıldızlar da, vakti gelince kara deliklerin icine girip olmektedir. Bu itibarla bizim semĂ‚mızı aydınlatan Guneş de bir gun:
“Guneş durulup ışığı kalmadığı zaman...”[2] Ă‚yetinde buyrulan gerceği yaşayacaktır.
O gun onun omru de sona erecektir. O gun elbette ki kıyĂ‚met gunu olacaktır. Oradan otesi!..
İnsan icin, derhĂ‚l secdeye kapanıp AllĂ‚h ’a sığınmaktan başka bir cĂ‚re yok!
ElhĂ‚sıl goren gozler idrĂ‚k eder ki, ilĂ‚hî saltanat karşısında bu dunya, fezĂ‚da yuzen milyarlarca, trilyonlarca tozdan sadece bir tanesidir. Dağlar, ovalar, okyanuslar ve insan da bu tozun icerisindedir. İşte bu acziyetiyle insan, kulluğu dışında sadece bir hicten ibĂ‚rettir!..
Okyanuslardan bir damla kabîlinden verdiğimiz bu misĂ‚ller; HĂ‚kim, KĂ‚dir, Kayyûm, RezzĂ‚k… bir varlığın mevcûdiyetini kabul etmenin mantıkî bir zarûret olduğunu ifĂ‚deye kĂ‚fîdir. Fakat bu hakîkati gormek icin basardan ziyĂ‚de basîretin, yani baş gozlerinden ziyĂ‚de gonul gozlerinin acık olması lĂ‚zımdır. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Hic yeryuzunde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette duşunecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gercek şu ki, gozler kor olmaz; lĂ‚kin goğusler icindeki kalpler kor olur.” (el-Hac, 46)
HER ŞEY HAREKET VE DEĞİŞİM HALİNDE Duşunecek olursak, şu gorduğumuz Ă‚lemde her şey değişiyor. Bir sûretten diğer bir sûrete geciyor. MeselĂ‚ nutfe alekaya, aleka mudğaya, mudğa et ve kemiğe donuşuyor. Bu tur tahavvulĂ‚t/değişim, yıldızlarda, gezegenlerde, madenlerde, bitkilerde, yani her şeyde oluyor.
Atomun icinde muazzam bir hareket var. Elektronlar cok ince bir hesapla ve akla hayĂ‚le sığmayacak bir hızla donuyorlar. Cekirdek elemanları olan proton ve notronlar ise, cok daha kucuk bir hacme sıkıştıklarından, hızları da elektronlara nisbetle fevkalĂ‚de yuksektir. Oyle ki saniyede yaklaşık 60.000 kilometreyi aşan bir hızla donerler.
Bir milimetre kare kabul ettiğimiz bir toplu iğne başında yaklaşık 100 trilyon atom olduğunu hatırlarsak, kĂ‚inĂ‚ttaki hareketleri idĂ‚re eden Yuce ZĂ‚t ’ın kudretini tam olarak anlamanın imkĂ‚nsız olduğunu daha iyi idrĂ‚k ederiz.
İşte butun bu hareket ve değişimin meydana gelmesi icin hakîkî bir muessire ihtiyac vardır. O da HallĂ‚k-ı MuteĂ‚l olan Allah TeĂ‚lĂ‚ ’dır. Zira aklı hayrete duşuren şu hĂ‚rikulĂ‚de hĂ‚llerin herhangi bir muessir olmadan meydana gelmesi veya şuursuz bir fĂ‚ilden zuhûr etmesi, kesinlikle mumkun değildir.
Bunları tefekkur ettiğimizde, eserden muessire intikal edebilmek icin bir zerrenin bile kĂ‚fî olduğunu goruruz. ŞĂ‚ir bunu ne guzel ifĂ‚de eder:
Varlığın bilme ne hĂ‚cet kure-i Ă‚lem ile,
Yeter isbĂ‚tına halk ettiği bir zerre bile. (ŞinĂ‚sî

AYNI MADDEDEN FARKLI EDERLER VUCUDA GELİYOR Cevremizde gorduğumuz farklı varlıkların aslı hep aynıdır. Hepsi de maddeden vucûda gelmiştir. Farklı unsurlar hep aynı mĂ‚hiyetin parcalarıdır. MeselĂ‚ gok cisimleri de hep aynı maddeden meydana gelirler. Ancak her birinin kendine mahsus bir huviyeti, vaziyeti, miktarı ve omru vardır. Bir kısmı soğuk, bir kısmı son derece sıcaktır…
Azot, karbon, oksijen, hidrojen gibi elementlerden bitkiler ve hayvanlar meydana geliyor. HĂ‚lbuki bu maddelerle hayat arasında ve hele ilim, irĂ‚de, kudret, işitme, gorme gibi sıfatlar arasında aslĂ‚ bir munĂ‚sebet yoktur.
İşte butun bunlar, ilĂ‚hî sanat hĂ‚rikalarıdır. KĂ‚inĂ‚tta gorduğumuz bu kadar farklı ve mukemmel varlık, yuce kudret sahibi bir sanatkĂ‚rın eseridir. Bu kadar sanat hĂ‚rikasını meydana getiren bir varlığın sonradan olanlara benzemesi mumkun değildir. O, VĂ‚cibu ’l-Vucûd olan, yani varlığı zarûrî, kendinden ve ezelî olan CenĂ‚b-ı Hak ’tır.
HER ŞEY BİR GAYE İLE YARATILMIŞ Şu Ă‚lemde her şeyin bir hikmet ve fayda icin yaratıldığı acıkca goruluyor.
- Guneş ve Ay ’ın ışığıyla Dunya uzerindeki mahlûkĂ‚t aydınlanıp neşv u nemĂ‚ buluyor. Dunya ve Ay ’ın Guneş etrafında donmesiyle vakitler meydana geliyor. Yer ’in donuşuyle mevsimler, seneler, gun ve geceler; Ay ’ın donuşuyle aylar husûle geliyor.
- Devamlı teneffus ettiğimiz hava, akciğere giderek kanı temizliyor. Vucûdumuzun her şeyden cok ona ihtiyacı olduğu icin hava son derece kolay ve cok bulunuyor.
- RuzgĂ‚rlar bulutları sevk ederek ihtiyac olan yere yağmur goturuyor. Yine ruzgĂ‚rlar, bitkileri ve ağacları aşılıyor, sıcaklığı ayarlıyor, havayı temizliyor…
- Aynı şekilde denizlerin faydaları da saymakla bitmez…
Butun bunların ve burada saymakla bitiremeyeceğimiz daha nice hususların, insan hayatındaki ehemmiyeti mĂ‚lûmdur. Dolayısıyla bunları ibret nazarıyla seyredip tefekkur eden bir insan şu neticeye varır ki, butun eşyĂ‚nın yaratılışında buyuk bir hikmet ve gĂ‚ye bulunmaktadır. Bunu tesĂ‚duf olarak kabullenmek ise, akıl, iz ’an ve insafın iptali demektir. Bunlar, ilim, hikmet, kudret ve azamet sahibi bir ZĂ‚t ’ın eseridir. O da Allah TeĂ‚lĂ‚ Hazretleridir.
HĂ‚sılı akl-ı selîm sahibi olup da tefekkur eden bir insanın Rabb ’ini bulması, O ’na ve bu ilĂ‚hî ihtişam ve azamete hayran olması gĂ‚yet kolaydır. Bu, selîm aklın ve berrak bir vicdĂ‚nın en tabiî neticesidir. Bir insan, kĂ‚inĂ‚tta ve kendisinde olup bitenleri hakkıyla tefekkur etse, kĂ‚fir ise îmĂ‚na kavuşur, mu ’min ise îmĂ‚nına seviye kazandırır; mĂ‚rifet ve muhabbet basamaklarında yol almaya başlar.
Dipnotlar:
[1] Bkz. İsmĂ‚il Fennî Ertuğrul, Îman Hakîkatleri Etrafında Suallere Cevaplar, İstanbul, 1978, s, 21-22.
[2] el-Tekvîr, 1.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Din İslam, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan