Kitaplara iman nedir? Peygamberlere inen suhuf ve kitaplar nelerdir? İlahi kitaplara inanmanın gerekliliği ve sağladığı faydalar...CenĂ‚b-ı Hak, ilk insan ve ilk peygamber Âdem -aleyhisselĂ‚m- ’dan itibĂ‚ren beşeriyete emir ve nehiylerini once suhuflar hĂ‚linde, sonra nesiller coğalıp ictimĂ‚î meseleler arttıkca da kitaplar hĂ‚linde gondermiştir. Suhuf ve kitapların hepsi, kendi donemlerinin hak kitaplarıdır. Dolayısıyla kitaplara îman, onların Allah ’tan indirildiği aslî şeklinedir.
PEYGAMBERLERE İNEN KİTAPLAR VE SAHİFELER RivĂ‚yetlere gore suhufların onu Âdem -aleyhisselĂ‚m- ’a, ellisi Şit -aleyhisselĂ‚m- ’a, otuzu İdris -aleyhisselĂ‚m- ’a, son onu da İbrahim -aleyhisselĂ‚m- ’a gonderilmiştir.[1]
Buyuk kitaplardan TevrĂ‚t MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’a, Zebûr DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- ’a, İncîl ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’a ve son olarak da Kur ’Ă‚n-ı Kerîm Âlemlerin Efendisi Hazret-i Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e nĂ‚zil olmuştur.
İlĂ‚hî kitaplar, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın kullarına gonderdiği bir mektup gibidir. Beşerin hayatını duzenleyen ve ebedî saĂ‚detinin recetesini takdîm eden bu kitaplar CenĂ‚b-ı Hakk ’ın kelĂ‚m sıfatının beşer kelĂ‚mı ve idrĂ‚kine in ’ikĂ‚sıdır. Dolayısıyla her biri verdiği mesajların yanında apayrı bir kelĂ‚m mûcizesidir.
Her gelen suhuf ve kitapta oz, yani îtikàdî meseleler aynıdır. İbĂ‚det ve muĂ‚melĂ‚ta dĂ‚ir hukumlerde toplumun yapısına gore bĂ‚zı farklılıklar olmuştur.
Kitap gondermek, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın uzerine vĂ‚cip değildir. Tamamıyla O ’nun kullarına olan ilĂ‚hî bir lûtuf ve yardımıdır.
Kur'an-ı Kerim İlĂ‚hî kitapların sonuncusu olan Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, onceki butun kitapları neshetmiş, yani hukmunu ortadan kaldırmıştır. Esasen zamanın seyri icinde hem değişen ve gelişen beşerî ihtiyaclar hem de gaflet ve nefsĂ‚niyet erbĂ‚bının o kitaplara mudĂ‚hale ve tahrifleri de bunu gerekli kılmıştır.
SemĂ‚vî kitapların en buyuk husûsiyeti, hic şuphesiz ilĂ‚hî vahye istinĂ‚d etmeleridir. Ancak bugun bu vasıf, sadece Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’e mahsus bir husûsiyet olarak kalmıştır. Zira diğer ilĂ‚hî kitaplar, peygamberlerinden sonra buyuk bir beşerî tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve nihĂ‚yet insanların kaleme aldığı kitaplar huviyetine burunmuştur. ZĂ‚ten Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in gonderilmesinin bir sebebi de bu durum olmuştur. Bununla birlikte «hıtĂ‚muhû misk»[2] kabîlinden son olarak gonderilen Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, ilĂ‚hî kitapların hepsini şĂ‚mil ve hepsinin en mukemmelidir. Son olmak itibĂ‚rıyla da bizzat ilĂ‚hî muhĂ‚faza altındadır.
a- Husûsiyetleri Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed MustafĂ‚ -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e inzĂ‚l edilmiştir. Pekcok yonuyle mûcizedir. Kısım kısım indikce hemen yazıya gecirilmiş ve ezberlenmiştir.
İlk inen Ă‚yetler, “kalem”in ve “yazdığı satırlar”ın medh u senĂ‚sına hasredilmiş ve nuzûl sureci boyunca “yazılmış olan bilgiler” mĂ‚nĂ‚sına gelen “KitĂ‚b” kelimesi uzerinde ısrarla durulmuştur.[3] Bu sebeple Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Kur ’Ă‚n ’ı muhĂ‚faza etmek icin, ezberlenmesinin yanında yazılmasına da buyuk bir ehemmiyet vermiştir.[4]
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in, muslumanların sıkca kıldığı namazlarda okunması şart kılınmış, namaz hĂ‚ricinde okunup dinlenilmesi de ibadet kabul edilmiş ve onu okuyanlar icin her harfine on sevap verileceği mujdelenmiştir.[5] Bunlara ilĂ‚veten Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, butun muslumanların toplandığı Cuma hutbelerinde, sohbet meclislerinde ve birebir goruşmelerde de devamlı okunmuştur.[6] Bu durum onun en guzel şekilde muhĂ‚faza edilerek bizlere tevĂ‚turle nakledilmesini sağlamıştır.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in tilĂ‚vetiyle ibadet ediliyor olması, onun muslumanların hayatı ile ic ice olmasını ve gunluk hayatın her safhasında yer almasını sağlamıştır. Boylece mu ’minler, AllĂ‚h ’ın kelĂ‚mıyla dĂ‚imĂ‚ birlikte olma şerefine nĂ‚il olmuşlardır. Yani Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, muslumanların hayatında dĂ‚imĂ‚ merkezî bir yere sahip olmuştur.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in muhafazası icin yazı ve ezbere ilĂ‚veten ucuncu bir usûl daha tatbik edilerek:
“İyi yetişmiş ve icĂ‚zet almış bir ustad huzûrunda tĂ‚lim gormek” şart koşulmuştur.[7]
Nitekim CenĂ‚b-ı Hak şoyle vaad buyurmuştur:
“O Zikr ’i (Kur ’Ă‚n ’ı) Biz indirdik, onun koruyucusu da elbette Biz ’iz!” (el-Hicr, 9)
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, muhtelif hĂ‚diseler ve ihtiyaclar uzerine kısım kısım inmiştir. Peygamber Efendimiz ’e bir vahiy geldiğinde, onu Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in neresine koyacağı da bildiriliyordu. Efendimiz ’in vefatı yaklaşıp vahiy sona erdiğinde Kur ’Ă‚n-ı Kerîm de, muhteşem bir butunluk ve insicam arz eden bir kitap hĂ‚linde tamamlanmış oldu.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in tertîbi ve mevzûları işleyişi, insanların kaleme aldığı eserlerin hicbirine benzemez. Onun tamamen kendine mahsus bir yapısı vardır. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm sûrelere, sûreler de Ă‚yetlere ayrılarak, okuyup anlaşılması ve ezberlenmesi kolaylaştırılmıştır. Bu kolaylıkta, Kur ’Ă‚n ’ın mûcizevî belĂ‚ğat, fesĂ‚hat ve insicĂ‚mının da tesiri vardır.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in muhtevĂ‚sını oluşturan mevzûlar, başından sonuna kadar yayılmıştır. Bu tertip şekli, tekrarların da katkısıyla Kur ’Ă‚n ’ı okuyan veya dinleyenlerin aynı anda birden cok mevzûyu gozden gecirmeleri, bircok irşad ve îkĂ‚za muhĂ‚tap olmaları ve ceşitlilik arz eden kendi hayatları ile Kur ’Ă‚n ’ın bu yapısı arasında paralellik gormeleri gibi muhtelif yonlerden daha tesirli, eğitici ve faydalıdır.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de farklı uzunluklarda 114 sûre bulunmaktadır. Her sûrenin Ă‚yet sayısı farklıdır.
b- MuhtevĂ‚sı Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, butun asırlara meydan okuyarak bir beyan mûcizesi hĂ‚linde devam etmektedir. Onda bize bir kurtuluş recetesi mĂ‚hiyetinde takdîm edilen temel hususlar kısaca şunlardır:
1. Âmentu (îman esasları), tevhid, AllĂ‚h ’ın isimleri ve sıfatları, AllĂ‚h ’ı lĂ‚yık olduğu şekliyle tanıtmak, Ă‚hiret ahvĂ‚li…
2. Amel-i sĂ‚lihler; ibadetler, muĂ‚melĂ‚t, ahlĂ‚k, insanların fiilleriyle ilgili hukumler, yani onların neleri yapması ve nelerden uzak durması îcĂ‚b ettiği husûsu…
3. İnsanın sûret yapısıyla alĂ‚kalı olarak yaratılış safhaları; dunya hayatı, nihĂ‚yetinde vefĂ‚tı vs… Sîret yapısıyla alĂ‚kalı olarak da nefse Ă‚it ham vasıflar ile rûha Ă‚it kĂ‚mil hasletler ve insanın ham vasıftan kĂ‚mil vasfa yukselebilmesi icin nefs tezkiyesi ile kalp tasfiyesini nasıl gercekleştireceği…
4. KĂ‚inĂ‚t manzûmesi; yedi kat semĂ‚, Guneş, Ay, yıldızlar, bunların yaratılışları ve Ă‚kıbetleri, tabiat hĂ‚diseleri, golgenin uzayıp kısalması, yağmur, gece gunduz deverĂ‚nı, yer ile gok arasında yaşayan varlıklar ve husûsiyetleri…
5. TĂ‚rihî bilgiler; milletlerin musbet ve menfî hĂ‚llerinin dunya ve Ă‚hiretteki durumları, ilĂ‚hî intikam tecellîleri, peygamberler ve kavimlerinin kıssalarındaki sayısız hisseler, gecmişten ibretler, hĂ‚diselerin meydana geliş sebepleri ve neticeleri…
6. Bir taraftan ezel, diğer taraftan ebed iklîmine uzanan engin bir tefekkur ve tezekkur deryĂ‚sı... Tefekkurden tahassuse intikal…
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, kalpte derin duyguların meydana gelmesine vesîle olur. Kalp Ă‚lemi inkişĂ‚f etmiş bir mu ’min Ă‚yet-i kerîmelere bakarken, dipsiz bir kuyuya bakar gibi oyle derinlere dalar ki oradan nice engin mĂ‚nĂ‚lar cıkarır.
İmĂ‚m Suyûtî gibi bĂ‚zı Ă‚limler, insan zihninin ulaştığı ve ulaşacağı her turlu bilginin en azından oz olarak veya işaret yoluyla Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de yer aldığını ifĂ‚de ederler. Zira CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurmuştur:
“Biz bu kitapta hicbir şeyi eksik bırakmadık.” (el-En ’Ă‚m, 38)
“Bu kitabı Sana her şey icin bir acıklama, bir hidĂ‚yet ve rahmet kaynağı ve muslumanlar icin bir mujde olarak indirdik.” (en-Nahl, 89)
Bu sebeple Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, kıyĂ‚mete kadar insanlığın butun ihtiyaclarına cevap verebilecek bir zenginliktedir. Prof. Dr. M. Hamîdullah bu hususta şoyle der:
“Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, zulme uğramış zayıf insanlardan teşekkul eden ilk İslĂ‚m toplumunun ihtiyaclarına cevap verebildiği gibi Atlantik Okyanusu ’ndan Pasifik Okyanusu ’na kadar hĂ‚kimiyet kurduğu ve yeryuzunun tek ve muazzam bir devleti hĂ‚line geldiği devirde de İslĂ‚m cĂ‚miasının butun ahlĂ‚kî ve hukûkî ihtiyaclarını karşılamıştır. İşte bu cĂ‚mia, inanc ve îtikadları, ibadetleri, ictimĂ‚î hayatı, sosyal kanunları ve diğer ihtiyacları ile ilgili butun bilgileri her zaman icin bu kitapta bulabilmiştir.”[8]
c- Mûcize Oluşu CenĂ‚b-ı Hak, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’i hem kendisinin hem de Peygamber Efendimiz ’in doğruluğunu ispat eden bir mûcize kılmıştır. Bu sebeple onun mûcizevî yonleri saymakla bitmez.[9] O, kıyĂ‚mete kadar zamanı geldikce esrĂ‚rını fĂ‚ş etmeye devam edecektir. Bugune kadar idrĂ‚k edilebilen mûcizevî yonlerinin bir kısmı şoyledir:
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in, bir benzerini meydana getirmeleri husûsunda butun insanlara meydan okuması, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’e karşı koyup onunla yarış etmeleri icin bircok sebep olmasına ve buna şiddetle ihtiyac duymalarına rağmen muşriklerin Kur ’Ă‚n ’a nazîre getiremeyişleri, Bilinen edebî şekillerden farklı olması,[10] Hicbir beşerin ulaşamayacağı derecede belĂ‚ğatin zirvesinde olan bir nazım, tertip ve telif guzelliğine sahip olması, Gecmişe ve geleceğe Ă‚it gaybî haberler ihtivĂ‚ etmesi ve bunların doğru cıkması,[11] Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in kalplerde meydana getirdiği derûnî ve mĂ‚nevî tesir. Kur ’Ă‚n ’dan başka hicbir manzum ya da mensur soz, kulağa geldiğinde, korku ve dehşet hĂ‚linde bile olsa, kalbe lezzet ve tatlılık vermez. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’i dinlediğinde ise gonuller huzur duyar ve kalpler acılır.[12] İnsan onun hazzını aldığında derinden sarsılır, icini huşû kaplar, tuyleri diken diken olur ve kalbi heyecanla carpmaya başlar. Kur ’Ă‚n, onun nefsi ile icinde gizlediği koklu inancları arasına girer. Allah Rasûlu ’nun nice duşmanı vardır ki, onu oldurme niyetiyle gelmiş, Kur ’Ă‚n ’ı işitince hic vakit gecirmeden ilk duşuncesinden vazgecmiş, İslĂ‚m ’a girmiş ve duşmanlığı dostluğa, kufru îmĂ‚na donuşmuştur.[13] Ummî bir kimse vĂ‚sıtasıyla tebliğ edilmesi,[14] MĂ‚nĂ‚larının doğruluğu, LĂ‚fızlarındaki fesĂ‚hatin birbirini izlemesi,[15] Kur ’Ă‚n ’ın kendisine has mûsikîsi, Tarihi (nuzûlu, cem ’i vs…), Luzumsuz soz ve kelime bulunmaması, İlmî hakîkatleri ihtivĂ‚ etmesi…[16] İlmî hakîkatlerden bahsetme husûsunda Kur ’Ă‚n-ı Kerîm hep onden gidiyor, ilim onu tasdîk ederek ardından tĂ‚kip ediyor. Astronomi, Emriyoloji, Tıp gibi ilim dallarıyla alĂ‚kalı hususlarda bunun pek cok misĂ‚li mevcuttur. İmĂ‚m Suyûtî ’ye gore, Kur ’Ă‚n ’ın mûcizevî yonleri coktur ve sınırlandırılamaz. Kendisi bu hususta kaleme aldığı uc ciltlik eserinde otuz beş madde zikretmiştir.[17]
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in mûcizevî yonlerini anlamak icin geniş bir ilim, kultur ve belĂ‚ğat kĂ‚biliyetine ihtiyac yoktur. Onu tefekkur ederek okuyan her insan, kulturu ve eğitimi ne olursa olsun, mûcizevî yapısını kolayca fark edebilir.[18] Onun, sonsuz kudret sahibi bir Yaratıcı ’nın kelĂ‚mı olduğunu, bir beşer tarafından soylenemeyeceğini derhĂ‚l anlar.
1. FesĂ‚hat ve BelĂ‚ğati
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in indiği toplum, edebiyĂ‚tın zirvesinde idi. Panayırlarda herkesin huzûrunda belĂ‚ğat ve fesĂ‚hat musĂ‚bakaları yapılırdı. Toplum yediden yetmişe guzel soz ve şiirle meşgul olurdu. Buna rağmen butun edebiyat ustaları, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in belĂ‚ğat, fesĂ‚hat ve hĂ‚rikulĂ‚de nazmı karşısında caresizlikten kıvranmış, sukûtun derinliklerine gomulmek zorunda kalmıştır.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm onlara karşı defalarca meydan okudu, butun yardımcılarını cağırıp Kur ’Ă‚n ’ın Ă‚yetlerine benzeyen bir soz getirmelerini istedi. Bu acık meydan okumaya rağmen, o gururuna duşkun, enĂ‚niyeti uğruna canını, malını ve butun Ă‚ilesini fedĂ‚ eden Araplar cevap veremediler.
Bir gun Mekke muşriklerinden Velîd bin Muğîre Peygamber Efendimiz ’e gelmişti. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ona Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’den bĂ‚zı bolumler okudu. Velîd ’in kalbi biraz İslĂ‚m ’a yumuşamıştı. Onun bu hĂ‚lini haber alan Ebû Cehil, yanına geldi ve:
“–Amca, kavmin sana vermek uzere mal topluyor. Zira sen Muhammed ’e gidip mal istemişsin!” dedi. Velîd:
“–Kureyş beni iyi bilir ki malı en cok olanlardan biriyim.” dedi. Ebû Cehil:
“–O hĂ‚lde Muhammed hakkında oyle bir şey soyle ki senin onu inkĂ‚r ettiğini ve ondan hoşlanmadığını kavmin bilsin!” dedi. Velîd:
“–Ne soyleyeyim? VallĂ‚hi, icinizde şiiri benden iyi bilen kimse yoktur, recezi[19], kasîdeyi benden daha iyi bilen yoktur. VallĂ‚hi onun soyledikleri bunlardan hicbirine benzemiyor. VallĂ‚hi, onun soylediğinde bir tatlılık var, onun apayrı bir lezzeti var, butun sozleri yıkıp geciyor ve hepsinin ustune cıkıyor, hicbir soz onun ustune cıkamıyor!” dedi.
Ebû Cehil ısrar etti:
“–Sen onun aleyhine bir şey soylemedikce kavmin rĂ‚zı olmayacak!” dedi. O da:
“–Bırak beni biraz duşuneyim!” dedi. Sonra da:
“–Bu nakledilen bir sihirdir.” diyebildi. (VĂ‚hidî, EsbĂ‚bu Nuzûl, s. 468)
Onun bu hĂ‚li, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de butun canlılığı ile şoyle tasvir edilir:
“O duşundu, olctu, bicti. Kahrolası, nasıl da olctu bicti! Yine kahrolası, nasıl da olctu bicti! Sonra baktı. Derken suratını astı, kaşlarını cattı. En sonunda kibrini yenemeyip sırt cevirdi: «Bu, nakledilen bir sihirdir. Bu, beşer sozunden başka bir şey değildir.» dedi.” (el-Muddessir, 18-25)
Muslumanların sayısının hızla artması ve Hazret-i Hamza, Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- gibi bahĂ‚dırların İslĂ‚m ’a girmesi uzerine muşrikler iyice telĂ‚şa kapıldılar. Bir toplantı yaparak İslĂ‚m ’ın yukselişine mĂ‚nî olmak icin cĂ‚reler duşunduler:
“−Muhammed ’in durumu iyice ciddîleşti, işlerimizi karıştırdı. Sihirde, kehĂ‚nette, şiirde en Ă‚limimizi ona gonderelim de kendisiyle konuşsun!” dediler.
Bu iş icin Utbe bin Rebîa ’yı secerek Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e gonderdiler. Utbe, muşriklerin daha once yapmış olduğu mal, makam, kadın gibi teklifleri, fazlasıyla tekrar ederek uzun uzun konuştu. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, sozleri bitinceye kadar onu sessizce dinledi. Sonra da kunyesiyle hitĂ‚b ederek:
“−Ebû ’l-Velîd! Soyleyeceklerin bitti mi?” diye sordu. Utbe:
“–Evet!” deyince Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“−Şimdi de sen beni dinle!” buyurdu.
Besmele cekerek Fussilet Sûresi ’ni okumaya başladı. Secde Ă‚yeti olan 37. Ă‚yeti de okuyup secde ettikten sonra:
“−Ey Ebû ’l-Velîd! Okuduklarımı dinledin. Artık işte sen, işte o!” buyurdu.
Utbe kalkıp arkadaşlarının yanına donerken, kendisini goren muşrikler:
“−VallĂ‚hi Ebû ’l-Velîd, gittiğinden cok farklı bir yuzle donuyor. HĂ‚li cok değişmiş?!” dediler. Yanlarına vardığında heyecanla:
“−Ne oldu, anlatsana?” dediler. Utbe:
“−VallĂ‚hi, oyle bir soz dinledim ki şimdiye kadar bir benzerini hic işitmemiştim. O ne şiir, ne sihir, ne de kehĂ‚nettir! Muhammed:
«Eğer yuz cevirirlerse onlara de ki: Ben sizi, Âd ve Semûd ’un başına gelen yıldırıma benzer bir yıldırım ile îkĂ‚z ettim.»[20] dediği zaman, daha fazla okumasın diye elimle ağzını tuttum. Durması icin akrabĂ‚lığımızın hakkını ileri surerek yemin ettim. Zira Muhammed ’in soylediği her şeyin aynen vukû bulduğunu bildiğim icin uzerimize azĂ‚b ineceğinden korktum.
Ey Kureyş cemaati, gelin beni dinleyin! O ’nu kendi işiyle baş başa bırakın, aradan cekilin! Eğer O ’nu Araplar oldururse, başkası vĂ‚sıtasıyla O ’ndan kurtulmuş olursunuz. ŞĂ‚yet O, Araplara hĂ‚kim olursa, O ’nun hĂ‚kimiyeti sizin hĂ‚kimiyetiniz, O ’nun kudret ve şerefi sizin kudret ve şerefiniz demektir. Boylece Muhammed sĂ‚yesinde insanların en mes‘ûdu olursunuz!” dedi.
Kureyşliler:
“−Ebû ’l-Velîd! O seni de diliyle sihirlemiş!” deyince Utbe:
“−Benim fikrim budur. Siz nasıl istiyorsanız oyle yapın!” karşılığını verdi. (İbn-i HişĂ‚m, I, 313-314; İbn-i Kesîr, el-BidĂ‚ye, III, 111-112)
Hicretin 9. senesinde Medîne ’ye her taraftan heyetler gelmeye başlamıştı. Bu esnĂ‚da, Benî Ukayl kabilesinden Ebû Harb bin Huveylid de, Peygamber Efendimiz ’in yanına geldi. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ona Kur ’Ă‚n-ı Kerîm okudu ve İslĂ‚m ’ı anlattı. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ve İslĂ‚m karşısında hayran kalan Ebû Harb:
“–VallĂ‚hi Sen, ya AllĂ‚h ’a, ya da AllĂ‚h ’a kavuşana kavuşmuşsun! Sen oyle sozler soyluyorsun ki, doğrusu, biz onun gibi guzel bir soz hic işitmedik...” dedi.[21]
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm nĂ‚zil olmadan evvel, edebiyat fuarlarında cok şiddetli fesĂ‚hat ve belĂ‚ğat yarışmaları yapılıyordu. Buna rağmen hic kimse; “Bir benzerini hazırlayıp da Kur ’Ă‚n ile mucĂ‚dele edelim.” diyemedi. Bu meşhur edebiyatcılar, inen Ă‚yet-i kerîmelerin Hak ’tan geldiğini vicdĂ‚nen kabul ettikleri hĂ‚lde, sırf nefsĂ‚niyetleri sebebiyle reddediyorlardı. Kur ’Ă‚n ’ın AllĂ‚h ’ın kitĂ‚bı olduğunu kabûl ediyorlar, fakat -hĂ‚şĂ‚- AllĂ‚h ’ın irĂ‚desine ve takdîrine yanlışlık izĂ‚fe ediyorlardı. Onların, nefsĂ‚niyete burunmuş akıllarınca, Kur ’Ă‚n, zengin olmayan, yetim ve oksuz birine değil; ya Mekke ’nin zenginlerinden Velîd bin Muğîre ’ye ya da TĂ‚if ’in zenginlerinden Amr bin Umeyr ’e indirilmeliydi. Nitekim Velîd bin Muğîre şoyle demişti:
“−Kureyş ’in buyuğu ve efendisi olan ben, yahut Sakîf ’in ulusu Amr bin Umeyr dururken, Kur ’Ă‚n Muhammed ’e mi inecek?!..” (İbn-i HişĂ‚m, I, 385. Krş. ez-Zuhruf, 31)
HĂ‚lbuki kulların Hak katındaki kıymeti, ne zenginlikle ne de soylulukladır; ancak takvĂ‚ iledir. Kaldı ki, Hazret-i Muhammed MustafĂ‚ -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, soy cihetiyle de onların en şereflisi idi.
Meşhur Arap şĂ‚irlerinden ve ediplerinden Ebu ’l-AlĂ‚ el-Maarrî, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in mûcizeliği husûsunda şoyle der:
“İlhĂ‚da sapanlar, hidĂ‚yete kavuşanlar, orta hĂ‚lden ayrılanlar ve doğru yolu bulanlar, butun bunların hepsi, Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in getirdiği mûcizevî KitĂ‚b ’ın, her şeyi mağlup ettiğinde ittifak etmişlerdir… CenĂ‚b-ı Hakk ’ın gonderdiği bir Ă‚yet-i kerîme veya onun bir kısmı, her ne zaman en fasih bir sozun arasına konulacak olsa, bu Ă‚yet, karanlığın ortasında parlayan bir yıldız gibi kendini gostermektedir…”
Kur ’Ă‚n ’ın, tesirinden hicbir şey kaybetmeden gunumuze kadar gelen mûcizevî bir kitap olduğuna delil arandığında, tecrube ve muşĂ‚hededen daha acık ve daha bağlayıcı bir delil bulmak mumkun değildir. Zira ilk nĂ‚zil olmaya başladığı gunden zamanımıza kadar, Kur ’Ă‚n ’a meydan okuyabilen kimse cıkmamıştır. Boyle bir şeyi tecrube etmek isteyenler de butun insanlığın huzurunda rezil olarak kıyĂ‚mete kadar kendilerinden ayrılmayacak bir Ă‚r yuklenmişlerdir.[22]
2. Gaybdan Haber Vermesi
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, gayba dĂ‚ir pek cok haberler ve işaretler ihtivĂ‚ eder. Onda gecmişe, hĂ‚le ve geleceğe dĂ‚ir işaretler, bilgiler ve atıflar mevcuttur.[23]
İnsanın ilk yaratılış sahnesini, burada cereyan eden hĂ‚diseleri (Embriyoloji), onceki toplumları, onların hayat hikĂ‚yelerini, kendilerine gonderilen peygamberler ile munĂ‚sebetlerini anlatması, mĂ‚zîye Ă‚it gayb haberleridir.
CenĂ‚b-ı Hakk ’ın zĂ‚t-ı ulûhiyeti, sıfatları, fiilleri, melekler, cinler ve kabir Ă‚lemi, Cennet ve Cehennem ile alĂ‚kalı haberler, bilhassa ehl-i kitĂ‚b, munĂ‚fık ve muşriklerin iclerinden gecirdikleri hîle ve tuzaklar ile psikolojik yapılarını anlatan Ă‚yetler de nuzul zamanıyla alĂ‚kalı gaybî bilgilerdir.
Gayba dĂ‚ir haberlerin en muhimleri ise, gelecekte cereyan edecek hĂ‚diselerin bildirilmesidir. Bu haberlerin, aynen bildirildiği gibi tahakkuk ettiğini tarih de tasdik edince, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in, “AllĂ‚mu ’l-Ğuyûb” yani gaybları tam olarak ve en iyi şekilde bilen Allah TeĂ‚lĂ‚ tarafından indirildiğinde şuphe kalmamıştır. Geleceğe dĂ‚ir gaybî haberlerin bir kısmı şoyledir:
Firavun, ordusuyla Hazret-i MûsĂ‚ ’yı tĂ‚kip ederken deniz yarılmış, MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ve yanındakiler selĂ‚metle karşıya gecmiş, Firavun ve askerleri de boğulmuştu. Firavun, Kızıldeniz ’in girdaplarında boğulmak uzere iken mecbur kalarak îman halkasına tutunmak istedi. Allah TeĂ‚lĂ‚ ona şoyle buyurdu:
“Şimdi mi (îmĂ‚n ediyorsun)?! HĂ‚lbuki sen, bundan evvel isyĂ‚n etmiş, dĂ‚imĂ‚ fesatcılardan olmuştun! (Ey Firavun!) Biz de bugun seni (cansız bir) beden olarak (karada yuksek bir yere atıp bozulmaktan) kurtaracağız ki, arkandan geleceklere bir ibret olasın! (Bununla beraber) insanlardan bircoğu, bizim Ă‚yetlerimizden cidden gĂ‚fildirler.” (Yûnus, 91-92)
Yakın bir zaman once yapılan araştırmalarda Firavun ’un cesedi bulundu. Şu anda bu ceset, secde vaziyetinde Londra ’daki British Museum ’da 94. salonda sergilenmektedir. Uzerinden binlerce sene gecmesine rağmen curumemiş, insanlara ibret olması icin CenĂ‚b-ı Hak tarafından muhĂ‚faza edilmiştir.
Hristiyan olan Rumlar ile mecûsî olan İranlılar arasında bir harp vukû bulmuş ve mecûsîler gĂ‚lip gelmişti. Bundan istifade etmek isteyen muşrikler, muslumanlara:
“–İlĂ‚hî kitap sĂ‚yesinde ustun geleceğinizi sanıyordunuz. İşte mecûsîler, Kitap ehli olan Rumları yendiler.” diyerek onların îman ve azimlerini kırmaya calıştılar. Bunun uzerine Allah TeĂ‚lĂ‚, muşriklere huzun, mu ’minlere surur verecek olan şu Ă‚yet-i kerîmeleri inzĂ‚l buyurdu:
“Elif. LĂ‚m. Mîm. Rumlar yenildi; en yakın yerde. Onlar bu yenilgilerinden sonra gĂ‚lip geleceklerdir, birkac yıl icinde (3 ile 9 yıl arasında). İşler onceden de sonradan da AllĂ‚h ’a Ă‚ittir. O gun mu ’minler AllĂ‚h ’ın yardımıyla sevinirler. O mutlak gĂ‚liptir, merhamet ve ihsan sahibidir.” (er-Rûm, 1-5)
O sırada Rumlar oyle zayıf duşmuşlerdi ki, hic kimse, bellerini kıran bu mağlûbiyetin ardından tekrar gĂ‚lip gelebileceklerine ihtimĂ‚l vermiyordu. Ancak Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, kuvvetli bir te ’kidle şoyle buyuruyordu:
“Bu, AllĂ‚h ’ın vaadidir. Allah vaadinden caymaz; fakat insanların coğu bilmezler.” (er-Rûm, 6)
Nihayet CenĂ‚b-ı Hak, vaadini gercekleştirdi. Tarihcilerin ittifĂ‚kıyla dokuz seneden az bir zaman icinde Rumlar İranlılara gĂ‚lip geldiler. Aynı gun, muslumanlar da Bedir Gazvesi ’nde muşriklere karşı zafer kazanıp sevindiler.[24] Bu da 4. ve 5. Ă‚yet-i kerîmelerde haber verilen ikinci bir mûcizeydi.
Yine Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, Bedir Savaşı ’nda duşman ordusunun mağlup edileceğini[25], bir muddet sonra muslumanların muzaffer olup Mekke ’yi fethedeceğini[26] haber verdi. Bunlar da aynen tahakkuk etti. Buna benzer daha pek cok misal mevcuttur.[27]
Peygamber Efendimiz ’in, kendisi acısından gayb alanına giren bu tur haberleri vahye istinĂ‚d etmeden, onceden haber vermesi imkĂ‚nsızdır. O hĂ‚lde Kur ’Ă‚n-ı Kerîm AllĂ‚h ’ın kelĂ‚mıdır ve butun ifadeleri en doğrudur.
3. İlmî Keşiflere Işık Tutması
Esas maksadı insanı hidĂ‚yete erdirmek olan Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in cok sayıdaki Ă‚yetinde, bilhassa tevhid akìdesine dikkat cekmek uzere tabiat ilimlerinin sahasına giren konularda verdiği ozlu bilgilerin, daha sonra modern ilim tarafından da keşfedilmesi, onun ayrı bir mûcizevî yonunu teşkil etmektedir. Yani Kur ’Ă‚n-ı Kerîm dĂ‚imĂ‚ onde gidiyor, ilim ise onu ardından tĂ‚kip ediyor.
Âyet-i kerîmede, ilmî araştırmalar yapan, AllĂ‚h ’ın tabiata ve ictimĂ‚î hayata koymuş olduğu değişmez kanunları keşfetmeye calışan Ă‚limlerin, neticede Kur ’Ă‚n ’ın vahiy mahsulu bir kitap olduğunu gorecekleri ifade edilir.[28] Diğer bir Ă‚yete gore[29] Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, ileride ortaya cıkacak bĂ‚zı bilgilere işaret ediyor. İnkĂ‚rcılar ise Kur ’Ă‚n ’ın uslûbunu incelemeden ve geleceğe dĂ‚ir verdiği haberlerin gercekleşmesini beklemeden hemen koru korune onu yalanlamaya kalkıyorlar.[30]
İlmî keşiflere ışık tutması, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in kıyĂ‚mete kadar butun zaman ve mekĂ‚nlarda devam edecek ayrı bir mûcizesidir. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in ihtişĂ‚mını, her seferinde yeniden ispat edip durmaktadır. Nitekim surekli artarak devĂ‚m eden ilmî terakkîler, bu bilgileri devamlı teyid ve tasdik etmektedir. MisĂ‚l kabîlinden şunları zikredebiliriz:
Parmak izlerini inceleyen ilim dalı (Daktiloskopi), parmak uclarının omur boyunca hic değişmeden aynı kaldığını; hicbir insanın parmak ucunun bir başkasınınkine benzemediğini ortaya koymuştur. Bu sebeple emniyet ve hukukta en guvenilir huviyet tespiti, parmak iziyle yapılmaktadır. Bu hakîkat, 19. asrın sonlarında keşfedilip kendisinden istifĂ‚de edilmeye başlanmıştır. HĂ‚lbuki Kur ’Ă‚n-ı Kerîm parmak uclarının bu husûsiyetine asırlar oncesinden şoyle dikkat cekmiştir:
“İnsan, Biz ’im, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? Evet, toplarız; onun parmak uclarını (بَنَانَهُ) bile butun incelikleriyle yeniden duzenlemeye gucumuz yeter!” (el-KıyĂ‚me, 3-4)
Tayland, Cayn-Mayn Universitesi Tıp Fakultesi Dekanı Prof. Dr. Tajaket Tajason, azapla alĂ‚kalı bir calışma yapmış ve şu neticelere ulaşmıştı:
AzĂ‚bın uzun muddet devĂ‚m edebilmesi icin, deriler ateşte yanıp hissiyat yok olduğunda, onlara yeniden aynı kĂ‚biliyeti kazandırmak gerekir. Cunku azap, deriler uzerinde gercekleştiği icin, deriler yana yana icindeki sinirler tahriş olur ve devre dışı kalır ki bu, azĂ‚bın artık hissedilmemesi demektir. Zira beyin, idĂ‚re ettiği hissetme işini deri vĂ‚sıtasıyla yapmaktadır.
Bu ilmî neticelere varan Tajason ’a bir gun şu Ă‚yet-i kerîme gosterildi:
“Şuphesiz Ă‚yetlerimizi inkĂ‚r edenleri yarın ateşe atacağız! Onların derileri yandıkca, başka derilerle değiştiririz ki, azĂ‚bı tatsınlar! Allah dĂ‚imĂ‚ ustun ve Hakîm ’dir.” (en-NisĂ‚, 56)
Âyet-i kerîme, Tajason ’a şok tesiri yaptı. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in bir beşer kelĂ‚mı olamayacağını îtirĂ‚f etti. Memleketine donduğunde yaptığı ilk konferansında talebelerinden beş kişi îmĂ‚n etti. NihĂ‚yet kendisi de Riyad ’da yapılan sekizinci tıp kongresinde kelime-i şehĂ‚det getirdikten sonra sevincle; “Ben de musluman oldum!” diye haykırdı ve bundan sonraki omrunu Kur ’Ă‚n ’a adadı.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de 14 asır evvel şoyle buyrulmuştur:
“…Ne yerde ne gokte zerre (atom) ağırlığınca bir şey Rabb ’inden uzak (ve gizli) kalmaz. Bundan daha kucuğu ve daha buyuğu yoktur ki apacık kitapta (levh-i mahfuzda) bulunmasın!” (Yûnus, 61)
Âyet-i kerîmede atomdan daha kucuk varlıklardan bahsedilmektedir. HĂ‚lbuki atomun parcalanabileceği, daha yakın zamanda keşfedilmiştir. Daha once atomun, maddenin parcalanamayan en kucuk parcası olduğu zannediliyordu.
Buyuk İslam mutefekkiri MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri de (1207 – 1273) asırlar evvel bu hakîkati şoyle haber vermiştir:
“Bir zerreyi (atomu) kesersen, icinde bir guneş ve guneş etrafında donen gezegenler bulursun!”
MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri ’nin MecĂ‚lis-i Seb‘a, Fîhi MĂ‚ Fîh ve Mesnevî isimli eserlerini Fransızca ’ya tercume eden Eva De Vitray Meyerovitch, MevlĂ‚nĂ‚ ’nın mesajlarındaki şifreleri cozmeyi başarmış ender şahsiyetlerden biridir. O şoyle diyor:
“Soylemekten gurur duyuyorum, MevlĂ‚nĂ‚ ’nın son cevirdiğim eseri benim 10 yılımı aldı. HĂ‚rikulĂ‚de guzel ve buyuk bir eserdir bu...
Duşunun, MevlĂ‚nĂ‚, «Atomu keserseniz guneş sistemini bulursunuz.» diyor. İcinde ve cevresinde donen gezegenler bulunduğunu soyluyor. Ama dikkat etmek gerektiğini de ifade ediyor. Zira bu atomlar ağızlarını actıklarında, butun dunyayı yok edebilecek bir ateşin cıkacağını ilĂ‚ve ediyor. Gorulduğu gibi, 13. asırda atom bombasının tehlikelerinden soz ediyor. Dokuz gezegenin bulunduğunu soyluyor. HĂ‚lbuki bilim bunu ancak 1930 ’da ortaya koyabildi. Daha onceleri yedi gezegenin bulunduğu sanılıyordu... Batı ’da Guneş ’in Dunya cevresinde donduğu soylenirken, MevlĂ‚nĂ‚ Dunya ’nın obur gezegenler gibi, kucuk bir gezegen olduğunu soyluyor. HattĂ‚ gercekten hĂ‚rikulĂ‚de başka şeyler de soyluyor. Dunyada yaşayan butun canlılar yıldızların etkisindedir. Guneş; bitkilere ve hayvanlara tesir eder, Ay, denize tesir eder gibi ve dahası bilinmeyen bircok şey daha soyluyor…”[31]
MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri, butun ilmini, irfĂ‚nını ve feyzini Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’den ve Peygamber Efendimiz ’in hadîs-i şerîflerinden almıştı.
Âyet-i kerîmelerde CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“Her şeyden de cift cift yarattık ki, duşunup oğut alasınız.” (ez-ZĂ‚riyĂ‚t, 49)
“Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henuz bilmedikleri şeylerden butun ciftleri yaratan AllĂ‚h ’ı tesbîh ve takdîs ederim!” (YĂ‚sîn, 36. Ayrıca bkz. er-Ra‘d, 3)
İlim adamları son zamanlarda keşfetmişlerdir ki, insanlar ve hayvanlar nasıl ciftse, bitkiler ve diğer varlıklar da hep cift cift yaratılmıştır. Atomlar bile cifttir. Onların bir kısmı artı bir kısmı eksi yukludur. MeselĂ‚ artı elektrik eksi elektriğe akar, ışık yanar; artı bulut eksi buluta akar, yağmur yağar. Bu ilĂ‚hî kĂ‚nun butun mahlûkĂ‚ta şĂ‚mildir.
Yakın zamanlarda kĂ‚inĂ‚tın genişlediği, galaksilerin birbirinden muazzam bir hızla uzaklaştığı keşfedildi. Bu kanuna gore koskoca galaksiler, aralarındaki uzaklıkla doğru orantılı bir şekilde birbirinden uzaklaşmaktadır. MeselĂ‚, bizden 10 milyon ışık yılı uzaktaki bir galaksi, saniyede 250 kilometre hızla bizden uzaklaşırken, 10 milyar ışık yılı uzaktaki bir galaksinin uzaklaşma hızı saniyede 250.000 kilometredir.[32]
Bu duruma Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de şoyle işaret edilir:
“SemĂ‚yı kendi ellerimizle (kuvvetle ve cok sağlam bir şekilde) Biz binĂ‚ ettik ve Biz (onu) elbette genişletmekteyiz.” (ez-ZĂ‚riyĂ‚t, 47)
Omrunu tuketip patlayan yıldızların parcaları olan goktaşları semĂ‚nın her tarafına dağılır. CenĂ‚b-ı Hak, Dunya ’yı bunlardan muhafaza etmektedir. Jupiter ve devĂ‚sĂ‚ cekimi ile Saturn, Dunya icin tehlikeli olacak pek cok cismi tutarlar. Zaman zaman bu iki gezegeni aşıp dunyamıza yaklaşan goktaşlarını da Ay ceker. Atmosferi olmadığı icin Ay ’a duşen her goktaşı yuzeye carpar. Bu carpmaların Ay ’da meydana getirdiği kraterleri kucuk bir durbunle bile gorebiliriz.
Ay engelini de aşan goktaşları, eğer cok buyuk değillerse atmosfere girince surtunme sebebiyle yanmaya başlarlar. “Yıldız kayması” da dediğimiz bu hĂ‚dise neticesinde goktaşları, yeryuzune ulaşamadan Mezosfer tabakası icinde un ufak toz zerreleri hĂ‚linde dağılırlar. Sonra bu toz zerreciklerinin her biri bir yağmur taneciğine cekirdek olur.[33]
Ayrıca dunyanın hareketinden meydana gelerek onu kuşatan manyetik alan ve atmosferin muhtelif katmanları da, Dunya ’yı uzaydan gelen zararlı ışınlardan ve Guneş patlamalarından muhĂ‚faza eder.
Atmosfer bizi uzaydaki eksi 270 dereceyi bulan akıl almaz soğuktan da muhĂ‚faza eder. MeselĂ‚ atmosferi olmayan Ay ’da hava gece eksi 150 derece, gunduz ise artı 100 derece civarında olur. Cunku “korunmuş tavan”ı olmadığı icin Guneş ’ten gelen tum ısı ve ışık, olduğu gibi Ay yuzeyine duşer.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de bu hakîkatlere şoyle işaret edilir:
“Biz, gokyuzunu korunmuş bir tavan gibi yaptık. Onlar ise, oradaki (AllĂ‚h ’ın varlığını gosteren) delillerden yuz ceviriyorlar.” (el-EnbiyĂ‚, 32)
RahmĂ‚n Sûresi ’nin 19 ve 20. Ă‚yetlerinde:
“İki denizi birbirine kavuşmak uzere salıvermiştir. (Fakat) aralarında bir engel vardır; birbirine gecip karışmazlar! (Kendi yapılarını muhafaza ederler) buyrulmuştur. Neml Sûresi ’nin 61. Ă‚yet-i kerîmesinde de aynı husûsa işaret edilir.
Bu Ă‚yetlerde bildirilen hakîkat, asrımızda anlaşılan bir Kur ’Ă‚n mucizesidir. Son keşiflerde Akdeniz ile Atlas Okyanusu ’nun birleştiği Cebel-i TĂ‚rık Boğazı ’nda, suların birbirine karışmasına mĂ‚nî olan sudan bir perdenin olduğu tespit edilmiştir. Boylece iki denizin suyu birbirine karışmamakta, her iki taraf da aslî karakterini muhafaza etmektedir. Aynı turden bir su engeli 1960 ’lı yıllarda Aden Korfezi ile Kızıldeniz ’in birleştiği Mendep Boğazı ’nda da keşfedildi. İlmî acıklamaya gore, tuzluluk oranları ve yoğunlukları farklı iki su kutlesi, “yuzey gerilimi” denen bir husûsiyet sayesinde birbirine karışmıyordu.
Bu yaratılış mûcizesinin en buyuk faydası, farklı sularda farklı canlıların yaşamasına munĂ‚sip vasatın sağlanmasıdır.
Yukarıda bahsedilen su engeli, tatlı su nehirlerinin denize dokulduğu halic ve deltalarda gorulur. Hem ust hem de dip akıntılarıyla birbirlerine karışması son derece kolay gorulen nehirler, denizlere dokuldukleri noktalarda asla tuzlu su ile karışmazlar. CenĂ‚b-ı Hak bu iki su arasına birbirine karışmama kanununu koymasa idi, yeryuzundeki tatlı su nehirleri tuzlu deniz suyu ile karışır, iclerindeki ve cevrelerindeki canlılarla birlikte yok olup giderlerdi.
Âyet-i kerîmede buna şoyle dikkat cekilir:
“İki deryayı salıveren O ’dur; şu tatlı, susuzluğu giderir, şu tuzlu ve acı bir sudur. Aralarına da karışmalarına mĂ‚nî olan bir engel, aşılmaz bir sınır koymuştur.” (el-FurkĂ‚n, 53)
Okyanusların dibine inmek, neredeyse uzaya cıkmak kadar zor bir meseledir. İnsanlar, bu iş icin yapılmış husûsî araclar olmadan ancak 70 metre kadar derinlere dalabilirler, bundan sonrası imkĂ‚nsızdır. Bu sebeple denizlerin 200 metre kadar aşağısı neredeyse karanlık, 1000 metreden sonrası ise tamamen koyu bir karanlıktır.
CenĂ‚b-ı Hak bizlere deniz diplerinin, kendi elimizi bile goremeyeceğimiz kadar karanlık olduğunu 1400 sene evvel şoyle haber vermiştir:
“Yahut engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir (kĂ‚firlerin hĂ‚li… Oyle bir deniz) ki, onu dalga ustune dalga kaplıyor; ustunde de bulut... Birbiri uzerine yığılmış karanlıklar... İnsan, elini cıkarıp uzatsa, neredeyse onu dahî goremez. Bir kimseye Allah nur vermemişse, artık o kimsenin aydınlıktan nasîbi yoktur.” (en-Nûr, 40)
Âyet-i kerîmenin başındaki “Engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir ki, onu dalga ustune dalga kaplıyor” ifadesi ise bambaşka ve yine yakın zamanda keşfedilen ilmî bir hakîkati haber vermektedir: İc dalgalar
Okyanus suları derinlere inildikce birbirinden farklı yoğunlukta tabakalardan teşekkul etmiştir. Bu tabakalar arasında tıpkı okyanus yuzeyindeki gibi dalgalar meydana gelmektedir. Bunlara “dip dalgalar” veya “ic dalgalar” ismi verilir. Bu dalgalar cıplak gozle gorulemezler. Ancak, su tabakaları arasındaki sıcaklık ve tuz oranı farkları olculerek anlaşılabilirler.
Butun bu yeni keşifler, hep Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’i tasdik hĂ‚lindedir…
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- denizci olmadığı gibi, denizde seyahat etmiş de değildir. Ancak Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de denizlerle ilgili bu ve benzeri Ă‚yetler mevcuttur. Bunlar uzerinde tefekkur ettiğimizde, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in vahiyden başka bir yolla Peygamber Efendimiz ’e gelemeyeceğine kanaat getiririz. Zira bir manzara tasviri yapan kişi, ancak yaşadığı veya gezip gorduğu cevredeki unsurları kullanabilir. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, collerle kaplı bir bolgeye indiği hĂ‚lde, onda daha cok coşkun akan nehirlerden, yemyeşil manzaralardan, toprağa can veren yağmur yuklu bulutlardan, bağlardan, bahcelerden, dağlardan ve denizlerden bahsedilir.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, kĂ‚firin hĂ‚lini, semĂ‚ya doğru yukselirken kalbi sıkışıp daralan bir insanın durumuna benzetir.[34]
Bugun ilmî keşifler, yukseğe cıkıldıkca hava yoğunluğunun azaldığını, basıncın duştuğunu ve oksijenin azaldığını ortaya koymuştur. Bu sebeple insan yukseldikce, nefes almakta zorlanır, sadrı daralıp sıkışır.
Âyet-i kerîmede bu mĂ‚nĂ‚yı ifĂ‚de eden kelimenin telĂ‚ffuzu ve mûsıkîsi de aynı mĂ‚nĂ‚yı Ă‚deta tatbikî olarak insana yaşatmaktadır.
Peygamber Efendimiz ’in devrinde yukseklere cıkacak bir vĂ‚sıta olmadığı gibi, bulunduğu coğrafyada cok yuksek dağlar bile yoktu. O hĂ‚lde boyle bir teşbih ve ifĂ‚de, ancak her şeyi bilen Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya Ă‚it olabilir.
On dort asır evvel nĂ‚zil olan Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de şoyle buyrulmuştur:
“Biz, ruzgĂ‚rları aşılayıcı olarak gonderdik ve gokten bir su indirdik de onunla su ihtiyacınızı karşıladık...” (el-Hicr, 22)
Bu Ă‚yet-i kerîmenin inişinden asırlar sonra, ruzgĂ‚rların bitkileri ve bulutları aşıladığı keşfedilmiştir.
RuzgĂ‚rlara, “yoğunlaşma cekirdeği” ismi verilen toz zerreciklerini taşımak gibi muhim bir vazife verilmiştir. Deryaların uzerinden kalkan tuz zerrecikleri, collerden savrulan tozlar, yanardağların puskurttuğu kuller, ruzgĂ‚r vĂ‚sıtasıyla atmosferin ust tabakalarına kadar taşınır. Bunlarla havadaki su buharı aşılanarak su zerreleri hĂ‚line gelir. Bunlar olmasa, su buharı yoğunlaşamaz ve dolayısıyla insanlar da yağmurdan mahrum kalır.
Yine, yeryuzundeki sayısız bitki turune ait polenler, cicek tozları ve tohumlar, ruzgĂ‚rlar vasıtasıyla birinden diğerine taşınır. Boylece bitkilerin dollenerek coğalması, neslini devam ettirmesi ve cicek, meyve, sebze gibi urunlerini vermesi sağlanır.
CenĂ‚b-ı Hak, bulutların ağır olduğunu ifĂ‚de buyurur.[35] İlim adamları bulutlardan yağan yağmuru hesaplamışlar, mesela 50 km2lik bir alanı 1 santim kalınlığında kaplayacak yağmurun ağırlığı yarım milyon ton kadar cıkmıştır. Tek bir yağmur bulutunun da 300.000 ton ağırlığında olabileceğini ifade etmişlerdir.
Nûr Sûresi ’nin 43. Ă‚yet-i kerîmesinde de dolu ile şimşeğe ve ikisi arasındaki munĂ‚sebete işaret edilir.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, bunlar gibi daha pek cok ilmî hakîkate işaret etmiştir ki bunların bir kısmı keşfedilmiş, bir kısmı da hĂ‚lĂ‚ keşfedilmeyi beklemektedir.[36]
Dipnotlar:
[1] İbn-i Kesîr, Tefsîr, [en-NisĂ‚, 163]; İbn-i Nedîm, Fihrist, Tahran 1966, s. 24. [2] HıtĂ‚muhû misk: Sona erişi, nihĂ‚yeti misk kokusu gibi guzel olan, en guzel kısmı en sonunda bulunan şeyler icin kullanılan bir ifadedir. Mutaffifîn Sûresi ’nin 26. Ă‚yet-i kerîmesinde zikredilir. [3] el-AlĂ‚k, 1-5; el-Kalem, 1; el-Bakara, 2; ez-Zuhruf, 2; ed-DuhĂ‚n, 2. [4] Muslumanların, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’i muhĂ‚faza edip bugune kadar naklederken kullandığı usûl ve metodların ne kadar sağlam olduğunu gormek icin şu eserlere muracaat edilebilir: Prof. Dr. M. M. el-A ’zamî, The History of the Qur ’anic Text from Revelation to Compilation: A Comparative Study with the Old and New Testaments, Leicester: UK Islamic Academy, 2003 (Kur ’an Tarihi: Eski ve Yeni Ahit ile Karşılaştırmalı bir Araştırma, İstanbul 2006); Prof. Dr. M. Hamidullah, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm Tarihi, İstanbul 2000 (Le Saint Coran ’ın giriş kısmı). [5] Tirmizî, FedĂ‚ilu ’l-Kur ’Ă‚n, 16. [6] Bkz. Muslim, Cuma 49-52, MusĂ‚firîn 142; Ebû DĂ‚vûd, Buyû 36/3416; İbn-i MĂ‚ce, SalĂ‚t 178; Ahmed, III, 432, IV, 9; İbn-i Hacer, İsĂ‚be, no: 2546 [RĂ‚fî ’ bin MĂ‚lik mad.]; İbn-i İshĂ‚k, Sîret, s. 128… [7] Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in ezberlenerek muhĂ‚faza edilmesinin yanında yazılı olarak da bize kadar geldiğini gosteren pek cok delilden ikisi şoyledir:
1) Turkiye ’nin eski Diyanet İşleri Başkanı Dr. Tayyar Altıkulac, 10 yıllık calışma neticesinde orijinal 4 mushaf ile gunumuz Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’ini kelime kelime ve harf harf kontrol ederek, aralarında herhangi bir farkın olmadığını ispat etmiştir. Orijinali Topkapı Sarayı Muzesi ’nde bulunan ve Peygamber Efendimiz ’in ashĂ‚bından Halife Hazret-i Osman ’a izafe edilen Mushaf-ı Şerif ’in IRCICA tarafından hazırlanan husûsî faksimile (tıpkıbasım) nushası ile bugun dunyanın her yerinde okunmakta olan Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’i kelime kelime, harf harf, hattĂ‚ diş diş kontrol ettiğini ve arada herhangi bir farkın olmadığını tespit ettiğini anlatan Altıkulac, aynı calışmayı KĂ‚hire ’de bulunan ve yine Hazret-i Osman ’a ait olduğu soylenen el-Meşhedu ’l-Huseynî mushafı uzerinde de yaptığını kaydetti. Taşkent, Turk ve İslĂ‚m Eserleri Muzesi ’nde bulunan mushaflar uzerinde de aynı calışmayı yuruttuğunu ifĂ‚de eden Altıkulac şoyle dedi:
“–Bunlar hep ayrı ayrı coğrafyalarda henuz hicretin birinci asrı icinde yazılmış mushaflar. Mushaflar birbirleriyle tam bir benzerlik icinde oldukları gibi, dunyanın her yerinde okunan Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’lerle de aynı benzerliği gosteriyorlar. Kucuk, basit, esasla alĂ‚kası olmayan bĂ‚zı imlĂ‚ farklılıkları var ama esası ilgilendiren hicbir şey yok. Ne fazla, ne eksik! Bunu, muslumanlar icin cok muhim bir sonuc olarak değerlendiriyorum.” (http://www.habervaktim.com/haber/136521/kurani_kerimin_degismedigi_ispatlandi.html 14.08.2010)
2) İstanbul Turk ve İslĂ‚m Eserleri Muzesi ’nde 5 Eylul 2010 tarihinde “1400. yılında Kur ’Ă‚n-ı Kerîm Sergisi” ismiyle bir sergi acıldı. Burada Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in ceylan derisi uzerine yazılmış ilk nushaları sergilendi. (http://www.habervaktim.com/haber/136864/iste_kuranin_ilk_nushalari.html, 16.08.2010) [8] M. Hamîdullah, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm Tarihi (Le Saint Coran ’ın giriş kısmı), s. 23. [9] TafsîlĂ‚t icin bkz. Osman Nûri TOPBAŞ, Rahmet Esintileri, İstanbul 2010, s. 221-372. [10] RummĂ‚nî, en-Nuket fî İ‘cĂ‚zi ’l-Kur ’Ă‚n (SelĂ‚su ResĂ‚il fî İ‘cĂ‚zi ’l-Kur ’Ă‚n icinde, nşr. Muhammed Halefullah - Muhammed Zağlûl SellĂ‚m), Kahire, ts., s. 101. [11] Kadı IyĂ‚z, eş-ŞifĂ‚ bi-Ta‘rîfi Hukûki ’l-MustafĂ‚, Mısır 1995, I, 227-247. [12] Prof. Dr. Seyyid Kutup, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in gonullere tesiriyle alĂ‚kalı şoyle bir hĂ‚­tı­rasını nakleder: “Yaklaşık on beş sene onceydi (1948 yılları). Biz altı muslumandık. Bir Mısır gemisiyle Atlas Okyanusu ’nun engin suları uzerinden New York ’a gidiyorduk. Kadınlı-erkekli yuz yirmi yabancı yolcunun icinde bizden başka musluman yoktu. Okyanusun uzerindeyken Cuma vakti geldi. Bir İngiliz olan gemi kaptanı, Cuma namazımızı kılmamıza izin verdi. Geminin “vazife” başında bulunmayan musluman tayfalarına, aşcılarına ve hizmetcilerine de bizimle namaz kılmaları icin izin verdi. Musluman personel buna cok sevinmişti. Cunku gemide ilk olarak Cuma namazı kılınıyordu. Cuma hutbesini ben okudum ve namazı da ben kıldırdım. Yabancı yolcuların coğu etrafımızda halkalanmış, namaz kılışımızı seyrediyorlardı!.. Namazdan sonra yabancı yolcuların coğu, “DuĂ‚nız kabul olsun.” diyerek bizi tebrik etmeye geldiler. Zira onların namazımızdan anladıkları en ileri şey duĂ‚ydı! Yalnız bu kalabalığın icinden, Yugoslavyalı hristiyan bir hanım, hĂ‚diseden ciddî bir şekilde etkilenmiş ve ibadetimizin tesirinde kalmıştı. Duygularına hĂ‚kim olamıyor, gozyaşlarını tutamıyordu. Yanımıza gelerek, gonulden bir sıcaklıkla bizi tebrik etti. Duzgun olmayan bir İngilizce ile konuşuyor, bizim namazımızın derin tesiriyle, namazdaki huşû, intizam ve mĂ‚nevî hava ile kendinden gectiğini ifade ediyordu! [13] HattĂ‚bî, BeyĂ‚nu İ‘cĂ‚zi ’l-Kur ’Ă‚n, s. 24, 64. Suyûtî, el-İtkĂ‚n, IV, 14-16. [14] BĂ‚kıllĂ‚nî, İ ’cĂ‚zu ’l-Kur ’Ă‚n, Beyrut 1988, s. 50-68. [15] Suyûtî, el-İtkĂ‚n, IV, 9. [16] RĂ‚fiî, İ‘cĂ‚zu ’l-Kur ’Ă‚n, s. 131 vd. [17] Suyûtî, Mu ’tereku ’l-AkrĂ‚n fî İ‘cĂ‚zi ’l-Kur ’Ă‚n, I, 3. [18] Bûtî, RavĂ‚i‘, s. 160. [19] Recez: Arap şiirindeki aruz bahirlerinden biridir. [20] Fussilet, 13. [21] İbn-i Sa ’d, I, 302-303; İbn-i Esir, KĂ‚mil, II, 286; İbn-i Haldun, TĂ‚rih, II, 2, 51. [22] Bkz. Bûtî, RavĂ‚i ’, s. 126, 129, 130; Karacam, İsmĂ‚il, Sonsuz Mu ’cize Kur ’Ă‚n, s. 159-175; Hacımuftuoğlu, Nasrullah, Kur ’Ă‚n ’ın BelĂ‚ğati ve İ‘cĂ‚zı Uzerine, s. 58-62, 90. [23] Salah Abdulfettah HĂ‚lidî, el-Beyan fî İ‘cĂ‚zi ’l-Kur ’Ă‚n, AmmĂ‚n 1991, s. 234; Yavuz, “İ‘cĂ‚zu ’l-Kur ’Ă‚n”, DİA, XXI, 405. [24] Bkz. Tirmizî, Tefsîr, 30/3191-3194; Ahmed, I, 276; Kurtubî, el-CĂ‚mi, XIV, 3. [25] el-Kamer, 45. [26] el-Feth, 16, 27. BĂ‚zı misaller icin bkz. Yûsuf el-HĂ‚c Ahmed, Mevsûatu ’l-İ‘cĂ‚zi ’l-İlmî fi ’l-Kur ’Ă‚ni ’l-Kerîm ve ’s-Sunneti ’l-Mutahhara, Dımeşk, 2003, s. 20-24. [27] Tafsîlat icin bkz. Osman Nûri Topbaş, Rahmet Esintileri, s. 279-293. [28] Bkz. Sebe ’, 6. [29] Bkz. Yûnus, 39. [30] Alûsî, Rûhu ’l-MeĂ‚nî, XI, 119-120, (Yûnus, 39). [31] http://www.medyapazari.com/turkiye/atom-bombasinin-tehlikelerinden-haberdar.html [32] Prof. Dr. Osman Cakmak, Bir Cekirdekti KĂ‚inat, İstanbul 2005, s. 28. [33] Cakmak, a.g.e., s. 94, 127. [34] Bkz. el-En‘Ă‚m, 125. [35] el-A‘rĂ‚f, 57. [36] Kur ’Ă‚n ve ilim mevzuunda tafsilĂ‚t icin bkz. Osman Nûri Topbaş, Rahmet Esintileri (Genişletilmiş yeni baskı), İstanbul 2010, s. 293-372 (http://www.islamiyayinlar.net/content/view/106/8/); Dr. Maurice Bucaille, La Bible le Coran et la science: les ecritures saintes examinees a la lumiere des connaissances modernes, Paris: Seghers, 1980 (The Bible, the Qur ’an and science, trc. Alastair D. Pannell, Karaci, t.y.); Afzalurrahman, Quranic Sciences, London 1981; Prof. Dr. Omer Celik, Tek Kaynak İki Irmak: Kur ’Ă‚n ’dan Teknolojik Yansımalar, İstanbul 2009; İmĂ‚duddin Halil, “The Qur ’an and Modern Science: Observations on Methodology”, The American Journal of Islamic Social Sciences, 1991, Vol. 8, No. 1, s. 1-13; Prof. Dr. Vahiduddin Han, İslĂ‚m Meydan Okuyor, İstanbul 1996; M. Sinan Adalı, Kur ’an Mucizeleri, İstanbul 2010.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Din İslam, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan