
İnsanın yaradılıştan gelen ozellikleri nelerdir?CÂfer-i SÂdık Hazretleri buyurur:
“Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in zÂhirinde yaşayan kimse sunnîdir. Oʼnun (hem zÂhir hem de) bÂtınında yaşayan kimse ise sûfîdir.”[1]
İnsanoğlunun yaratılıştan gelen iki yonu vardır:
1. TurÂbî, yani topraktan yaratılmış bedenî yonu.
2. Rûhî, yani derûnî ve kalbî yonu.
İNSANIN YARADILIŞTAN GELEN OZELLİKLERİ Nasıl ki insanoğlu, rûhî ve bedenî yapıdan muteşekkil ise, ilÂhî emir ve nehiyler de, insanın hem zÂhirini, hem de bÂtınını tanzim eder.
Makbul bir kulluk hayatı icin, beden ve ruh, akıl ve kalp, madde ve mÂnÂ, dÂim dengeli bir Âhenk icinde olmalıdır. Cunku bedensiz bir namaz kılamayız. Bedensiz bir oruc tutamayız. Bedensiz hayır-hasenat yapamayız. Fakat beden, insanın asıl varlığı değildir. Beden, rûhun ancak bir nevî elbisesi mesÂbesindedir. Ve bedenin hukmu, son nefeste nihÂyete ermektedir.
TOPRAKTAN GELDİK TOPRAĞA GİDECEĞİZ Bir duşunecek olursak; iki kapılı bir han gibi olan dunya, Hazret-i Âdem -aleyhisselÂm- ’dan gunumuze kadar, sayısız insanla bir kapıdan dolup obur kapıdan boşaldı. Topraktan yaratılan insanın yine toprağa donuşuyle yaşanan bu devr-i dÂim, kıyÂmete kadar da surecek.
Uzerinde yuruduğumuz yeryuzu, bir taraftan dunyaya gelecek butun insanların ozunu/nuvesini ihtiva ederken, diğer taraftansa bugune kadar gelmiş gecmiş milyarlarca insanın toprağa donmuş cesetleriyle dolu... Sanki ust uste cakışmış milyarlarca golge gibi… Yarın bizler de toprağın sînesine girerek bu kesif golgenin icinde yerimizi alacağız. Ondan sonra ise ebedî bir hayat başlayacak.
İşte bu ebediyet yolculuğunda bize fayda sağlayacak olan, bedenî kuvvet veya guzelliğimiz değil, kalbî guzelliğimiz ve bunun ispatı mevkiinde olan sÂlih amellerimizdir.
MEVLANA HAZRETLERİNİN NASİHATİ Bundan dolayıdır ki MevlÂn Hazretleri şu nasihatte bulunur:
“Teni aşırı besleyip geliştirmeye bakma! Cunku o, sonunda toprağa verilecek bir kurbandır. Sen gonlunu feyz pınarlarından doldurmaya bak. Cunku yucelere gidecek ve şe­reflenecek olan odur…
Rûha mÂnevî gıdÂlar ver. Olgun duşunuş, ince anlayış ve rûhî gıdÂlar sun da, gideceği yere guclu-kuvvetli gitsin!”
EsÂsen bu fÂnî imtihan Âlemine gonderilmemizin gÂyesi de, nefsÂnî ihtirasları bertaraf ederek; mÂnen arınmış, selîm bir kalp ile Rabbimizʼe donebilmektir. CenÂb-ı Hak, bu gÂyeye ulaşabilmesi icin insanoğluna, ilÂhî kitaplar, peygamberler ve murşid-i kÂmiller lûtfetmiştir.
Yuce Rabbimiz, bu lûtfunun en mukemmelini ise, insanlıkta tecellî eden ilÂhî sanatın en mustesn hÂrikası olan Habîb-i Ekrem -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin emsalsiz ornek şahsiyetinde sergilemiştir.
KAMİL İNSAN ORNEĞİ HidÂyet rehberimiz KurʼÂn-ı Kerîmʼin canlı bir tefsîrinden ibÂret olan nebevî hayat, Rabbimizʼin biz kullarından murÂd ettiği “kÂmil insan” modelinin, ideal bir numûnesidir.
Fakat CÂfer-i SÂdık Hazretlerinin de işÃ‚ret ettiği uzere, Allah Rasûluʼnu rehber edinirken, Oʼnu yalnızca şeklî ve zÂhirî yonuyle değil, buna ilÂveten, rûhî, derûnî ve ahlÂkî yonuyle de gucumuz nisbetinde emsal almalıyız. Aksi hÂlde, Âdeta tek kanatla ucmaya calışan bir kuş gibi, kulluğumuz da Hakkʼın rızÂsına vuslat yolunda, noksan ve yetersiz kalacaktır.
Bu bakımdan, Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼi, soz, fiil ve davranışları itibÂriyle tanımak kadar, Oʼnu gonul hassÂsiyetleri cihetiyle tanımak da elzemdir. Bu ise Efendimizʼi;
DÂim Âhireti tercih edişi, Zuhd ve riyÂzeti, İhlÂs ve takvÂsı, İhsan ve murÂkabe hassÂsiyeti, İbadetlerdeki huşû hÂli, İlÂhî kudret ve azamet tecellîleri karşısındaki haşyet, acziyet, hiclik, yokluk hissiyÂtı ve derin tefekkuru, Beşerî muÂmelÂtındaki mustesn nezÂket, zarÂfet, edep ve hayÂsı, Butun mahlûkÂta karşı engin şefkat ve merhameti, K‘bına varılmaz comertlik, fedakÂrlık ve diğergÂmlığı gibi, butun ornek hÂlleri ve ahlÂkı cihetiyle de tanımak demektir. Tasavvufî terbiyenin ozu de, Peygamber Efendimizʼin -zÂhir ve bÂtın- butun hÂl ve tavırlarıyla butunleşme gayretidir. Efendimizʼin hÂliyle hÂllenmek, ahlÂkıyla ahlÂklanmak icin Oʼnun sunnetlerine tam bir riÂyetle birlikte, gonul dokusundan da hisse almaya calışmaktır. Bu sÂyede dîni; şerîat, tarîkat, hakîkat ve mÂrifet olgunluğuyla idrÂk edip yaşamaya gayret etmektir.
KALBİ DERİNLİK FARKI Dîni idrÂk edip yaşamak hususundaki bu kalbî derinlik farkını, şu meşhur misalle hulÂsa edebiliriz:
Şerîatte doyduktan sonra yemek israftır. Tarîkatte ise, doyuncaya kadar yemek israftır. Hakîkatte, kifÂyet miktarını AllÂh ’ın huzûrundan gÂfil olarak yemek israftır. MÂrifette ise, butun bunlara ilÂveten, nîmetlerdeki ilÂhî tecellîleri idrÂk etmeden yemek israftır. Zira CenÂb-ı Hakkʼın yarattığı her varlık, Oʼnun sonsuz kudret ve azametinin delili mÂhiyetindedir. İşte tasavvuf, Peygamber Efendimizʼin ornek ahlÂkından ve gonul Âleminden akseden bu nevî kalbî hassÂsiyetleri ve tefekkur derinliğini, butun kulluk hayatına nakşedebilme gayretinden ibÂrettir.
Dipnotlar:
[1] Ebû Nuaym, Hilye, I, 20.
[2] Tirmizî, DeavÂt, 79.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Cafer-i Sadık (rahmetullÂhi aleyh), Erkam Yayınları
İslam ve İhsan