
Enbiya ahlakının varisi olan gercek sufiler, dunyayı verip ahireti satın almaya gayret etmişlerdir. Şahsi ticaretlerinde kazandıkları buyuk meblağları vakıf faaliyetlerinde, fakir fukara hizmetinde ummetin dertlerini cozme yolunda severek harcamışlardır. Maddi imkÂnları az olanlar ise canlarını ortaya koymuş, verilen her hizmeti severek yapmışlardır.Allah bu Âlemi bizim icin yaratmış, dunya nimetlerini emrimize vermiş, bunun şukru olarak da kendisine kulluk etmemizi emretmiştir. Zira Kerim olan Rabbimiz bu dunyada verdiği nimetlerin cok daha guzelini bizlere ahirette ebedi olarak ikram edecektir, şu şartla ki mumin bu dunyanın fani olduğunu unutmayacak ve bu nimetleri ahiret semasına ulaşmak icin merdiven yapacaktır. Bu ise kolay değildir, zira dunya nimetleri suslu olup ahireti unutturmaktadır; bir tarafta peşin dunya hazları obur tarafta ise ebedi ama sabır isteyen ahiret nimetleri… Rabbimiz şoyle acıklıyor bizim zor imtihanımızı: “Kadınlar, oğullar, yuk yuk altın ve gumuş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana suslu gosterildi. Bunlar dunya hayatının gecimliğidir. Oysa asıl varılacak guzel yer ancak Allah ’ın katındadır.” (Âl-i İmran, 14)
SERVETİN VE GUCUN AZDIRDIĞI İNSANLAR Peki, bu imtihanı bizden onceki ummetler başarabilmiştir? Maalesef onların coğu bu imtihanı kaybetmiştir. Kur ’Ân-ı Kerim; Karun, Firavun, Bel ’am ve Nemrut gibi dunya zenginliklerinin azdırdığı şahısların, Âd, Semûd gibi toplumların acıklı hikÂyeleri ile doludur. Mevlana servetin ve gucun azdırdığı bu tur insanların her ummette fazlasıyla olduğunu şoyle ifade eder:
“Bel ’am kendisini ulu gorduğu ve kibirlendiği icin Musa ile penceleşti. Sonra hali, duyduğun gibi oldu. Dunyada yuz binlerce İblis ve Bel ’am vardır ki gizli, acık hep bu hale duşmuşlerdir. Allah, sonradan geleceklere ibret olsun diye bu ikisini meşhur etti; Bu iki hırsızı darağacına cekti, yukseltti. Yoksa kahrına uğramış daha nice hırsız var, saymak mumkun değil!” (Mesnevi, I, 3300-303)
Bu misallerden de anlaşıldığı uzere dunya-ahiret dengesini kurmak ve dunyaya karşı olan tutumumuzu ayarlamak son derece zordur. Ne var ki İslam ’da ruhbanlık yoktur ve iyi bir mumin dunyanın gecici guzelliklerine kapılmadan, evlenmek, coluk cocuğa karışmak, ailesinin nafakasını kazanmak durumundadır. Sufilere gore dunya nimetleri tek başına ne kotu, ne de iyidir; muminin tutumu onu hayır veya şerre tebdil eder. Bununla beraber servete kavuşunca insanın enaniyetinin azması, dine ve ahirete yuz cevirtmesi tasavvuf buyuklerini kaygılandırmış ve onlar muridlerini bu tehlikeden muhafaza etmek icin dunya hakkında korkutucu bir dil kullanmışlardır. İsmine zuhd dediğimiz, dunyadan asgari şekilde yararlanarak, yonumuzu ahirete donme hareketi bu saiklerle tarikatların hemen hepsinde merkezi bir konum kazanmıştır.
Sufilere gore maneviyat yolunun başındaki salik zuhde sarılmalı ancak manevi kemÂlÂta erdikten sonra dunya ile uğraşmalıdır. Dunya bir yılana benzer, usta yılancı onun panzehrini cıkarır ilac yapar, ama acemi olan onun sokması ile can verir. Zahidane hayatı ile manevi onderlerimizden olan Gazali bu durumu dalgıc ve deniz misali ile acıklar: “Dalgıc olan bir baba denizin derinlerine dalar oradan inci, mercan cıkarır, ama cocuğu yanına geldiğinde onu boğulmaktan korumak icin denizden uzak tutar, onun yanında denizin tehlikelerinden bahseder de oradan cıkardığı inci ve mercanlardan bahsetmez.” (İhya, Zuhd)
HZ. PEYGAMBERE BAĞLILIK MAKAMI Sufilerin muptedi salikler ve avam icin yaptıkları dunyadan uzak durma cağrıları ulema arasında yanlış anlaşılmış, tasavvufun insanları miskinliğe ve fakirliğe davet ettiği zannedilmiştir. HÂlbuki başta Nakşi buyukleri olmak uzere pek cok tarikat erbabı, sağlam bir manevi terbiye sonrasında salikin calışıp kazanmasını, elinin kÂrda (işte) gonlunun ise Yarda (Rabbinde) olmasını tavsiye etmişlerdir. Sufilerin servet ve şohret konusundaki hassasiyetleri şundandır: Ham insan bu dunya nimetlerini nefsi adına kullanır, servetini din kardeşlerinin hizmetine sunmaz, sonunda da helak olur gider. Zira nefs-i emmarenin yegÂne gıdası dunya ve dunya sevgisidir. Bu sevgi alt edilirse dunyanın salike zararı olmaz. Bu durumu İmam Rabbani şoyle ifade eder:
“Hz. Peygambere bağlılık makamına ulaşmak icin dunyayı tamamıyla terk etmek gerekmez. Aksine, mesela farz olan zekÂt eda edilirse dunya hukmen terk edilmiş olur ve malın zararı salike ulaşmaz. Cunku zekÂtı verilen malda zarar olmaz. Dunya malından zararı defetmenin caresi zekÂtını vermektir. Her ne kadar butunuyle terk etmek daha evla ve daha faziletli ise de zekÂtı eda etmek onun yerine gecer.” (Mektubat, c.I, 165. Mektup)
Bununla beraber İmam, Peygamberimizin ve ashabının yolundan giderek dunyayı tamamen gonulden cıkararak, kendini İslam ’a adamanın daha evla olduğunu ifade etmiştir. Bu prensip gunumuzde tebliğ ve irşat ile meşgul olan, oğretmenlerimiz, hocalarımız, doktorlarımız, vakıf hizmetlerinde bulunan tum ehli hizmet kardeşlerimiz icin olmazsa olmaz niteliğindedir. İnsanların hayatlarına direkt dokunma ve onları dine davet edebilme imkÂnı olanlar, servet peşinde koşmamalı, imkÂnları ile kanaat ederek vakitlerini insan yetiştirmeye adamalıdır. Dunyevi şehvetlerin bir yangın gibi etrafımız sardığı bugunlerde Ashab-ı Suffe meşrep insanlara olan ihtiyacımız her zamankinden daha fazladır. Ote yandan Allah ’ın ticari kabiliyet verdiği serveti ile dertli ummetin yardımına koşan imkÂn sahipleri de Allah icin infaka devam etmelidir.
GIPTA EDİLECEK İKİ İNSAN İnsan sadece zuhd ile değil -Hak yolunda harcaması şartıyla- zenginlikle de Allah ’a yaklaşabilir. Nitekim sahabeden Hz. Ebubekir ve Hz. Osman gibi buyuklerimiz infakları, Selman-ı Farisi, Ebu Zer (r.anhuma) gibileri de hizmet ve fakirlikleri ile Allah ’a vÂsıl olmuşlardır. Kimisi ilmi ve cihadı ile dini yaymış, kimisi de su kuyuları alıp kole azat ederek ve orduyu donatarak İslam ’ın onunu acmıştır. Peygamber Efendimiz, bu iki faziletli hale gıpta edilmesi gerektiğini şu hadislerinde ifade etmişlerdir:
“Yalnız iki kişiye gıpta edilir: Biri, Allah ’ın, mal verip hak yolunda harcamağa muvaffak kıldığı kişi; diğeri de, Allah ’ın, kendisine ilim verip de onunla amel eden ve bunları başkasına oğreten (yÂni ilmini infak eden) kimsedir.” (BuhÂrî ve Muslim)
Bu hadisin şerhi bağlamında İmam Rabbani şoyle der: “Tabiatlarının isteklerinden ve nefislerinin esaretlerinden kurtulmuş olan bazı tasavvuf buyukleri Allah icin harcamak niyetiyle dunyayı seviyor, istiyor gorunurler. HÂlbuki iclerinde hic dunya sevgisi, arzusu yoktur.“
“Oyle erler vardır ki, ne ticaret, ne de bir alış-veriş, onları Allah ’ı anmaktan, namazı kılmaktan ve zekÂt vermekten alıkoyamaz.” (Nur, 37) mealindeki ayet-i kerîme bunlar icindir. Dunyaya bağlı gorunurler. HÂlbuki hic bağlılıkları yoktur.
BahÂuddîn Nakşibend (kuddise sirruh) buyuruyor ki: “Mekke-i Mukerreme ’de Min pazarında, genc bir tuccar, aşağı yukarı, elli bin altın değerinde alış veriş yapıyordu. O esnada, kalbi, Allah TeÂl ’yı bir an bile unutmuyordu.” (Mektubat, c.I, m.33)
DUNYA AHİRET DENGESİ Rabbani yolun temsilcilerinden merhum HÂce Musa Topbaş Efendi, İmam ’ın ifade ettiği hayat tarzına canlı bir misal olmuş, dunyayı onun Sahibi yolunda severek harcamıştır. Bir omur boyu malıyla ve canıyla İslam ’a hizmet etmiş, dunya ahiret dengesi hususunda ufkumuzu acmıştır. Ustaz, seyr u suluk esnasında dunya ile ilişkisini şoyle anlatır: “İnsan başlangıcta parayı cok sever, zaman gelir para sevgisi dahil her şey silinir. Yine zaman gelir para sevgisi, dunya sevgisi tekrar başlar. Ama mana değişir bu sefer, Allah icin kazanmak ve Allah yoluna vermek duşuncesi hÂkim olur. İşte burada mal ile ilişki ibadet haline geliyor. Kendi nefsi icin olmayınca her faaliyet guzeldir.” (Altınoluk Dergisi, Nisan, 1997, 134. Sayı s. 28)
Sufilere gore, ibadet bile olsa nefis adına yapıldığında kotudur, Allah icin olduğunda ise dunyalık gorunen bir iş bile ibadet hukmunde olur. Bununla beraber maneviyat yolculuğunun aslı, haramları tamamen terk, mubahları da olabildiğince azaltmaya dayanır. İmam Rabbani fuzuli mubahları azaltmayı şoyle teşvik eder:
“Mubahları işleme konusunda dizginleri gevşek tutmak insanları şup­heli olanları işlemeye goturur. Şupheli olan ise harama yakındır ve harama duşmek artık kuvvetli bir ihtimaldir… Haramlardan sakınmak fuzuli mubahlardan kacınmaya bağ­lıdır. Veraya ulaşmak icin fuzuli mubahlar kesinlikle terk edilmeli­dir. Zira bu yolda yukselmek ve ilerlemek vera makamına ulaşmadan olmaz…”
NEFSE MUHALEFET YOLU İmam ’a gore nefsin mayasında haram işlemeye aşırı meyil vardır. Eğer haram işlemeye guc yetiremez ise bu sefer sahibini mubahları abartmaya yonlendirir. Tasavvufun aslı ise nefis ile mucahede yani onun isteklerine muhalefet etmektir. Gercek salik, nefsinin her istediği mubahı ona tattırmaz, zira insan ne kadar nefsinin şehvetlerinden uzak durursa o kadar Rabbine yakın olur:
“İcinde nefse muhalefetin en fazla olduğu yol, Allah TeÂl ’ya en yakın yoldur. Şuphesiz ki Nakşibendî yolunda nefse muhalefet ilkesine riayet etmek diğer tarikatlarda olduğundan daha fazladır. Cunku Nakşî buyukleri ruhsatlardan kacınarak azimetle emel et­meyi yeğlemişlerdir. Azimetin hem haramdan, hem de fuzuli olandan kacınmayı kapsadığı ise acıktır.” (Mektubat, 2:286)
Elbette Dunya ile ilişkimizi duzenlerken en guzel orneğimiz Peygamber Efendimiz ’dir. Zira o gelen ganimet malları ile bazı gunler Medine ’nin en zengini olmuş ama o gunun sabahında, servetini AshÂb-ı Suffe ’ye, misafirlere ve yetimlere infak ettiği icin kendisi de fakre duşmuştur. Yine Peygamber Efendimizin buyuk babası Hz. İbrahim her turlu maddi varlıklarını din ve ummet yolunda tuketmiş, en guzel yemekleri Muslumanlara ikram ederken kendisi arpa ekmeği yemiş, kaba kalın kumaştan elbiselerle yetinmiştir. (Eşrefoğlu Rumi, Muzekkin ’nufus, s.70)
GERCEK SUFİLER Enbiya ahlakının varisi olan gercek sufiler, dunyayı verip ahireti satın almaya gayret etmişlerdir. Şahsi ticaretlerinde kazandıkları buyuk meblağları vakıf faaliyetlerinde, fakir fukara hizmetinde ummetin dertlerini cozme yolunda severek harcamışlardır. Maddi imkÂnları az olanlar ise canlarını ortaya koymuş, verilen her hizmeti severek yapmışlardır. Maalesef bu guzel orneklerin yanında bazı sufi gecinenler, din adına topladıklarını kendileri icin harcamışlar, samimi Muslumanları da tohmet altına sokmuşlardır. Hatta İslam ’a hizmet adına topladıkları hayır paraları ile de din duşmanlarını sevindirmişlerdir. Gorulduğu uzere maneviyat yolu beyaz bir kıyafettir ve lekelere tahammulu yoktur. Bu kıyafeti giymeye aday olanların dunya malına yaklaşımları da bir o kadar temiz olmalıdır.
İşte bu sebeple maneviyat yolunun yolcuları olan bizler, hem şahsi hayatımızda hem de İslam adına olan harcamalarımızda son derece hassas olmalıyız. Dunya icinde olup ama ondan uzak yaşamayı, sevgisini kalbimize sokmamayı amac edinmeliyiz. Rabbimiz dunyaya aldanmadan kazanmayı ve hak yolunda infak etmeyi, malımızla canımızla kendimizi Hak yoluna adamayı nasip etsin. Âmin.
Kaynak: Prof. Dr. Suleyman Derin, Altınoluk Dergisi, Sayı: 404
İslam ve İhsan