
İnsan oyun ve eğlence icin yaratılmamıştır; mÂnen yucelerek Hakk ’a vÂsıl olmak icin yaratılmıştır. O hÂlde bereketli bir ibadet omru yaşayıp eldeki en kıymetli sermÂye olan omru iyi değerlendirmek gerekir.Bir gun yoksulun biri, CÂfer-i SÂdık Hazretlerine:
“–Neden gece-gunduz calışıp durmaktasın?” diye sormuştu. O da şoyle cevap verdi:
“–Baktım ki, benim işimi bir başkası benim gibi yapamıyor, ben de kendi işimi kendim yapmaya karar verdim ve tembelliği uzerimden attım. Yaratıldığımdan beri, rızkım bana gelip yetişiyor. Bu yuzden ne hırsım kaldı, ne de tamahım.
Bir gun olum gelip catacak, kimse benim icin olmeyecek. Bu sebeple olume hazırlanmaya ve onu karşılamaya koyuldum. (Urpertici olum hakîkatini guzelleştirecek olan sÂlih amellerin gayretine yoneldim.)
Diğer taraftan, insanlarda da bir vef gormedim. O yuzden de cÂn u gonulden Allah TeÂl ’nın vefÂsını tercih ettim. Bundan başka her şeyi terk ettim. (Butun bunların «zıll-i zevÂl» yani bitip yok olan fÂnî golgeler ve boş hayaller hukmunde olduğunu idrÂk ettim ve onlara umit bağlamaktan vazgectim.)”[1]
Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“Bilsin ki insan icin kendi calışmasından başka bir şey yoktur.” (en-Necm, 39)
“Allah, bir kimseyi ancak gucunun yettiği şeyle yukumlu kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kotuluk de kendi zararınadır…” (el-Bakara, 286)
İNSANIN KENDİ KENDİNE VERECEĞİ FAYDA VE ZARAR Demek ki uhrevî bakımdan bir insanın kendi kendine vereceği faydayı da zararı da cumle Âlem bir araya gelse veremez… Hakkʼın emirlerine isyan ederek kendisine zulmedeni -Allah dilemedikce- hic kimse azaptan kurtaramaz. Îman ve sÂlih amellerden uzak durarak ebedî kurtuluş yolunda kendisine hayrı olmayana, hic kimsenin hayrı dokunmaz.
Bu bakımdan fÂnîlere guvenerek, yani onlardan vef ve yardım umarak BÂkîʼyi unutmak ve Hakkʼın emirlerine bîgÂne kalmaktan daha hazin bir hamÂkat olamaz.
Unutmamak îcÂb eder ki butun fÂnîler, CenÂb-ı Hakkʼın dilemesiyle var olmuş ve yine Oʼnun dilemesiyle varlıklarını surdurebilmektedirler. Herkes ve her şey Oʼna muhtactır. O hÂlde, BÂkîʼyi unutup fÂnîlerden medet ummak, onlardan vef beklemek, nefsin bir aldatmacasıdır.
Kendisini amel-i sÂlihlerle donatmadan; “‒Ben filÂn kimsenin eteğine yapışırım, o beni kurtarır.” gibi hayal ve vehimlere kapılanlar, ancak kendilerini aldatmış olurlar. Zira kimse kimsenin yerine olmediği gibi, Âhirette de hic kimse bir başkasının hesÂbını ustlenmez.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Hicbir gunahkÂr başkasının gunahını yuklenmez. Yuku (gunahı) ağır gelen kimse onu taşımak icin (başkasını) cağırsa, bu cağırdığı akrabÂsı da olsa, onun yukunden bir şey yuklenmez…” (FÂtır, 18)
Dolayısıyla herkesin kendi derdine duşeceği mahşer gununde ilÂhî rahmete ve Efendimizʼin şefÂatine nÂil olabilmek icin; bugun tevbe, istiğfar, ibadet ve sÂlih amellere sarılma mevsimindeyiz. Onumuzdeki; kabir, kıyÂmet, mahşer, hesap, sırat gibi zor ve cetin gecitlere, bugunden hazırlanmak mecbûriyetindeyiz.
HERKES KENDİ YUKUNU TAŞIR Şu hÂdise ne kadar hikmetlidir:
Buyuk muctehid Ahmed bin Hanbel Hazretleri, Bağdat ’ta pazardan donerken, onu elinde cantasıyla goren biri koşarak gelip, cantasını taşımak ister. Hazret, cantasını vermek istemeyince de adamcağız:
“–Efendim, buyuklerimize hizmet, bizim vazifemizdir.” diyerek ısrar eder. Ahmed bin Hanbel Hazretleri ise bu soze, şu hikmetli ifÂdeyle mukÂbelede bulunur:
“–Biz kendimizi cantası taşınacak buyuklerden bilirsek, bu kibir olur; kucuklerden biri olduğumuzun delilini teşkil eder. Bu sebeple, bizi buyuklerden bilmek, size sevap kazandırsa bile, bizi gaflete surukler. En iyisi, kendimi, cantası taşınacak buyuklerden biri saymayıp yukumu kendim taşımalıyım. Cunku mahşerde de herkes kendi yukunu kendisi taşıyacak ve kimse kimsenin yukunu yuklenmeyecektir.”
Bu bakımdan her birimiz, omur sermÂyemizi sÂlih amellerle değerlendirmek icin, bugun ciddî bir gayrete girmeliyiz. Unutmayalım ki, ilÂhî imtihan dunyasındaki bu fÂnî hayat nîmeti, bir defaya mahsus lûtfedildi. Ecel senedimizin mechul vÂdesi dolduktan sonra, artık ne bir tehir soz konusudur, ne bir tekrar, ne de bir telÂfî imkÂnı…
ALLAH ’A VASIL OLMAK İnsan oyun ve eğlence icin yaratılmamıştır; mÂnen yucelerek Hakk ’a vÂsıl olmak icin yaratılmıştır. O hÂlde bereketli bir ibadet omru yaşayıp eldeki en kıymetli sermÂye olan omru iyi değerlendirmek gerekir.
İnsan bilmez mi ki omur takviminden her gun bir yaprak duşmektedir! Geceler ve gunduzler birbirini takip etmekte, seherin ve sabahın bereketleri, uykudaki gÂfillerin uzerinden gecip gitmektedir. Bu şekilde gÂfilÂne bir hayat yaşayanlar, kıyÂmet sabahına uyanınca ellerinde hicbir şey bulamazlar. Ellerindeki omur sermÂyesi de tukenmiş olur. Gafletle işledikleri azıcık amelleri ise onların kurtuluşuna kÂfî gelmez.
CenÂb-ı Hak, omur sermÂyesini gafletle ziyan edenlerin hÂlinden bir manzarayı şoyle beyan buyurmaktadır:
“Onlar Cehennemʼde; «‒Ey Rabbimiz! Bizi buradan cıkar ki dunyada iken işlemekte olduğumuz ameller yerine, sÂlih ameller işleyelim.» diye feryÂd ederler. (Onlara şoyle denilir

Dolayısıyla malın, evlÂdın ve dostların fayda vermeyeceği gun gelmeden evvel, bugun fırsat eldeyken “kalb-i selîm”e ulaştıracak sÂlih amellere gayret etmek mecbûriyetindeyiz.
Yine Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“Ey îmÂn edenler! Allah ’tan korkun, herkes yarın icin ne hazırladığına baksın!..” (el-Haşr, 18)
“ÎmÂn eden kullarıma soyle: Namazlarını dosdoğru kılsınlar, kendisinde ne alışveriş, ne de dostluk bulunan bir gun gelmeden once, kendilerine verdiğimiz rızıklardan (Allah icin) gizli-acık infÂk etsinler.” (İbrahim, 31)
“Ey îmÂn edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gun (kıyÂmet) gelmeden once, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın!..” (el-Bakara, 254)
Unutmayalım ki, vefÂsını goreceğimiz dunya malı, şimdiden infÂk ederek Âhirete gonderdiklerimizdir. VefÂsını goreceğimiz evlÂt, Allah yolunda yetiştirdiğimiz, ardımızdan bizim icin du edip hayır-hasenatta bulunarak sadaka-i cÂriye olacak evlÂtlardır. VefÂsını goreceğimiz dostlar da, Allah icin sevip zor zamanlarında kardeş olduğumuz dostlardır.
Hayra mı şerre mi harcayacakları belli olmayan vÂrislerin eline gececek mal-mulk ise, hesabı verilecek ağır bir Âhiret mesʼûliyetinden başka bir şey olmayacaktır.
AHİRET AZIĞI Şeyh SÂdî, Âdeta bu hakîkatlerden ilhamla şoyle nasihat eder:
“Âhiret azığını, hayatında kendin tedÂrik et! Cunku sen oldukten sonra akraban hırsa kapılır; senin arzu ettiğin gibi hayır-hasenatta bulunmazlar.
Iztırap cekmemek istersen, kabirde ıztırap cekenleri hatırla! Bugun hazine elinde iken, lÂzım gelen yerlere cabuk infÂk et, yarına bırakma! Cunku yarın anahtar elinden cıkmış olur. Azığını bugun kendin gotur. Oldukten sonra akrabÂnın ve geride kalan dostlarının sana yeteri kadar şefkat gostereceğini umma!
Azığını obur dunyaya kendi goturen kimse, buyuk nîmete ermiş demektir. Sırtımı beni duşunerek ancak kendi tırnağım kaşır, başkası kaşımaz.
Ne gibi servetin varsa avucunun ortasına koy. Verilecek yerlere ver! Veremezsen, yarınki pişmanlıktan, dişinle elinin arkasını ısırırsın.”
Hikmet ehli, bu hakîkatin îzahı sadedinde şoyle demişlerdir:
“Bir kul olduğunde, malı hususunda iki musîbetle karşılaşır ki, daha once bunlar gibisini gormemiştir:
Birincisi; butun malının elinden alınmasıdır. Diğeri de; butun malı elinden gitmesine rağmen bunların hepsinden hesÂba cekilmesidir.”
Yine Şeyh SÂdî nasihatlerine devamla şoyle buyurur:
“Kapına bir garip gelirse, eli boş gonderme. Allah gostermesin belki bir gun sen de garip olur, kapıları dolaşırsın. Gonlu yaralı olanların hatırlarını sor, onlara bak. Belki bir gun sen de o vaziyete duşersin. Sen ki bir şey istemek icin kimsenin kapısına gitmiyorsun; buna şukrÂne olarak, kapına gelen yoksulu kovma, ona surat asma, onu tebessumle karşıla...”
AHİRET SIKINTILARINDAN KURTULMANIN EN GUZEL YOLLARI VelhÂsıl, Âhiret sıkıntılarından kurtulmanın en guzel yollarından biri; mazlum, mağdur ve muhtac durumdaki din kardeşlerimizin sıkıntılarına cÂreler aramaktır. Yine onların, Rabbimiz tarafından bize zimmetlenmiş olduğunu unutmamaktır.
Bu hususta MuhÂcir ve EnsÂr, bize en guzel bir misaldir. Din kardeşliğimizi onların hÂliyle mîzÂn etmeliyiz. Duşunmeliyiz ki, gunumuzde vatanımıza sığınmış mazlum, mağdur, dul, yetim ve bîcÂre Sûriyeli ve Iraklı din kardeşlerimize ne kadar yureğimizi acmakta ve onların dertleriyle dertlenmekteyiz?
Merhamet ve şefkatimizin seviyesini sık sık muhÂsebe etmeliyiz. CenÂb-ı Hakkʼın muhabbet ve rızÂsını celbetmek icin sayısız fırsatın bulunduğu omur sermayemizi, sÂlih amellerle değerlendirmeliyiz. Onu boş hayaller peşinde ziyÂn etmekten sakınmalıyız.
Dipnot:
[1] Ferîduddîn AttÂr, İlÂhînÂme, İstanbul 2010, s. 121.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Cafer-i Sadık (Rahmetullahi Aleyh), Erkam Yayınları
İslam ve İhsan