Mu ’minlerin sahip olması gereken en onemli niteliklerden biri, Allah korkusunu her şeyin ustunde tutmalarıdır. Bunun gostergesi de, Allah ’ın emirlerine karşı gelmekten sakınmalarıdır. Allah korkusuyla ilgili ayet ve hadislerden bazılarını sizin icin derledik.ALLAH KORKUSUYLA İLGİLİ AYETLER

“Sadece benden korkun.” (Bakara sûresi (2), 40)Âyetin tamamının anlamı şoyledir: “Ey İsrÂiloğulları! Size verdiğim nimetimi hatırlayın, bana verdiğiniz sozu tutun ki, ben de size verdiğim sozu tutayım ve sadece benden korkun.”

İsrÂil, Ya ’kûb aleyhisselÂm ’ın lakabıdır. Allah TeÂlÂ, Hz.Ya ’kûb gibi seckin bir kuluna nisbet ederek andığı Tevrat ehli yahudilere hitap ederek, kendilerine vermiş olduğu buyuk nimeti duşunup hatırlamalarını emretmektedir. Bu buyuk nimet, kitap ve peygamberliktir. Medine ’ye hicret eden Resûl-i Ekrem Efendimiz, onlara İslÂm ’ı, Kur ’Ân ’ı ve kendisini arzetmiş ve beklenilen peygamberin kendisi olduğunu belirtmişti. Cunku yahudiler, bir peygamberin geleceğini ve onun son peygamber olacağını biliyorlar ve onu bekliyorlardı. Allah onlara sozlerinde durmalarını hatırlattı ve ahidlerini bozmaktan, fitne ve ahlÂksızlıklara sapmaktan kacınmalarını, sadece Allah ’tan korkmalarını emretti. Onlar yine bu emri de yerine getirmediler. Allah ’tan korkmayarak sapıklıklarını surdurduler.

“Şuphesiz Rabb ’inin yakalayıp tutuşu pek şiddetlidir.” (Burûc sûresi (85), 12)Âyet-i kerîmede, Allah TeÂl ’nın zÂlimleri, zorbaları, topluma eziyet ve işkence edenleri, buyukluk taslayanları hesaba cekmesinin ve cezalandırmasının cok şiddetli olacağı hatırlatılmakta ve onların feci sonları haber verilmektedir. Kur ’Ân-ı Kerîm ’de buna benzer tehditleri ihtiv eden “vaîd Âyetleri” dediğimiz Âyetler, epeyce bir yer tutar.

“İşte Rabbin, kasabaların zÂlim halkını yakaladığı zaman boyle yakalar. Cunku O ’nun yakalaması, cok acı ve cok cetindir. Şuphesiz Âhiret azÂbından korkanlar icin bunda elbette ibret vardır. O gun butun insanların bir araya toplandığı bir gundur ve o gun butun mahlukatın hazır bulunduğu bir gundur. Biz onu sadece sayılı bir sure icin erteliyoruz. O gun geldiği zaman hic kimse O ’nun izni olmadan konuşamaz. Oraya toplananlardan kimi bahtsız; kimi bahtiyardır. Bahtsızlar ateştedirler. Onların orada bir soluk alıp verişleri vardır ki!” (Hûd sûresi (11), 102-106)Allah TeÂlÂ, Kur ’Ân-ı Kerîm ’de zÂlimlikleri ve taşkınlıkları sebebiyle helÂk edilen kavimlerden ve onların perişan yurtlarından bahseder. Nûh ve Lût peygamberlerin kavimlerinin Âkibeti, Âd, Semûd ve Medyen halkının acıklı sonu, Firavun ’un ibret dolu hayatı ve korkunc olumu bu misaller arasındadır. Âyet-i kerîmelerde, Allah ’ın emir ve yasaklarına karşı gelen, kufur ve şirkte, zulum ve azgınlıkta ısrar eden toplumların sonunun onceki milletlerin Âkibetinden farklı olmayacağına dikkat cekilir; bunlardan ibret almamız istenir. Peygamber Efendimiz: “Allah TeÂlÂ, zÂlime, zulmunden vazgecmesi icin bir sure tanır. Neticede onu yakaladı mı, artık bırakmaz” buyurmuş, sonra da: “Rabbin kasabaların zalim halkını yakaladığı zaman boyle yakalar” [Hûd sûresi (11), 102] Âyetlerini okumuştur (Tirmizî, Tefsîru sûre (11), 12).

Allah ’a ve Âhiret gunune inanmayarak gununu gun etmeye bakan bazı saygısız insanlar, fertlerin ve toplumların başına gelen buyuk felÂketleri gunah ve isyan ile alÂkalı gormeyip, tesÂduflere bağlı tabiat olayları diye değerlendirirler. Allah ’a inanan akıl ve iz ’Ân sahipleri ise, bu olaylarda Allah ’ın guc ve kudretini, zÂlim ve azgınlara verdiği ibret derslerini gorurler. Nitekim daha onceki kavim ve ummetlerin helÂkinden once onlara gonderilen peygamberler, uğrayacakları kotu Âkibeti kendilerine haber vermişlerdi. Bu haberler aynen gercekleşti. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ’den sonra bir peygamber gelmeyeceğine gore, Kur ’an ve Sunnet ’in bu yondeki uyarılarına iyice kulak vermek gerekir.

“Allah sizi kendisinin emirlerine karşı gelmekden sakındırır.” (Âl-i İmrÂn sûresi (3), 28)Âyetin tamamının anlamı şoyledir: “Mu ’minler inananları bırakıp kÂfirleri dost edinmesin. Kim boyle yaparsa, Allah ile bir dostluğu kalmaz. Ancak onlardan gelebilecek bir tehlikeden korunmanız başka. (Şerlerinden korunmak icin dost gozukebilirsiniz). Allah sizi kendisinin emirlerine karşı gelmekden sakındırır. Donuş Allah ’adır.”

Allah TeÂl ’nın bizi sakındırdığı, yapmamızı istemediği her şey, hem dunyada hem de Âhirette bizim lehimizedir. Mu ’minin hayatı, Allah ’ın cizdiği sınırlar icinde olmalıdır. Bu sınırları aşan, tehlikeye duşmuş olur. Mu ’min bir kişi, din kardeşlerine ve İslÂm ’a zararı dokunacak, dine aykırı duşecek tarzda kÂfirlerle dostluk ve işbirliğine girmez. Ancak mu ’minler, butun insanlara karşı olumlu yaklaşımdan, Âdil davranıştan, iyilik yapmaktan men edilmemişlerdir. Hukuka riÂyet, sozunde durmak, ciddiyet, insanlık, merhamet ve imanın gereği olan butun guzel huylar mu ’minin ayırıcı ozelliğidir. Bir kÂfir, mu ’mine dunyaları bağışlasa bile, ne imanına, ne de din kardeşlerine en kucuk zarar verecek bir şeyi ona kabul ettiremez. Kişilik sahibi mu ’min de boyle bir şeyi bilerek yapmaz; ama yanılıp aldanabilir. Hatasının farkına vardığı anda bunlardan kurtulmak icin elinden gelen gayreti gostermesi gerekir.

Mu ’minlerin sahip olması gereken en onemli niteliklerden biri, Allah korkusunu her şeyin ustunde tutmalarıdır. Bunun gostergesi de, Allah ’ın emirlerine karşı gelmekten sakınmalarıdır. Bu Âyet bizi bu konuda uyarmaktadır.

“O gun kişi, kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kacar. O gun, onlardan her birinin, kendisine yetecek derdi vardır.” (Abese sûresi (80), 34-37)Kur ’Ân-ı Kerîm ’in pek cok Âyetinde kıyamet sahneleri carpıcı bir uslupla anlatılır. İyilerin ve kotulerin Âkibetleri gozler onune serilir. Âhiret gunune, hesaba ve mîzana inananlar, hem kendilerinin hem de inanmayanların sonlarını Âdeta gozleriyle gorurler. Bu durum karşısında inananlar hayatlarına ceki duzen verir; Allah ’a bağlılıkları, emirlerine uyup yasaklarından kacınmaları, korku ve sevgileri artar. İnanmayanlar icinde akıl ve idrak sahibi olanlar kendilerine gelir, kurtuluş ve ebedî saadet yolu olan imana ve İslÂm ’a yonelirler.

Bu Âyet-i kerîmelerde, gelmesi muhakkak olan o gunde, yakınlık ve sevginin derecelerine gore, kişinin kendisine en yakın ve en yararlı kimseler olan kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve cocuklarından bile kacacağı belirtilerek, kıyÂmetin dehşeti anlatılır. Zira o gun herkesin başından aşkın cok buyuk ve cok muhim bir işi vardır. Başkalarını duşunmeye, onlara yardımcı olmaya imkÂnı olmadığı icin herkesten kacar. Cunku onların her biri, kendilerine karşı vazifesini hakkıyla yapmadığı icin onun yakasına sarılırlar. Bir gun Peygamber Efendimiz:

“İnsanlar kıyamet gunu yalın ayak, cırılcıplak, sunnetsiz olarak haşrolunurlar” buyurmuştu. Bunun uzerine Hz.Âişe:

– YÂ Resûlallah! Kadın ve erkekler bir arada olup birbirlerine bakacaklar mı? dedi. Hz. Peygamber:

– “YÂ Âişe! Durum birbirlerine bakamayacakları kadar kotudur” buyurdular (Muslim, Cennet 56).

Butun bunlar, Allah ’tan korkup cekinme konusunda bizleri hassas davranmaya sevketmesi gereken uyarı ve işaretlerdir.

“Ey insanlar! Rabbinizden korkun; cunku kıyamet vaktinin depremi, cidden korkunc bir şeydir. Onu gorduğunuz gun, her emziren emzirdiğinden gecer; her gebe yukunu bırakır; insanları sarhoş gorursun, oysa sarhoş değillerdir. Ama Allah ’ın azÂbı şiddetlidir.” (Hac sûresi (22), 1-2)Kur ’Ân-ı Kerîm, kıyamet zelzelesini ceşitli sûre ve Âyetlerde anlatır. Bu zelzele, yerin şiddet ve dehşetle sarsılmasıdır. Bu Âyette, oncelikle insanların kendilerine emredileni yapmak, yasaklanan şeylerden de kacınmak suretiyle Allah ’tan korkmaları emredilmektedir. Cunku Allah ’a inanan, imanlarının gereği olarak sÂlih ameller işleyen, Allah ’a gercek anlamda kulluk yapanlar ve takv sahibi olanlar kıyamet zelzelesinden emin olacaktır.

Kıyamet zelzelesi o kadar şiddetlidir ki, cocuğunu emziren anne, bu sarsıntının dehşetiyle yavrusunu terkeder. Yine bu korkunc sarsıntı yuzunden hamile kadınlar cocuklarını duşururler. Kıyametin dehşetinden insanlar sarhoş gibi oldukları icin ne yapacaklarını, nereye gideceklerini, ne konuşacaklarını bilemezler. Bu halde olmaları, Allah ’ın azÂbının şiddetindendir. İşte bu hÂli goren insan, sarsıntının dehşetinden şaşırarak: “Bu yeryuzune ne oluyor?” [ZilzÂl sûresi (99), 3] der. Kur ’Ân ’ın bildirdiğine gore kÂfirler: “Vah bize! Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı diyecekler. Mu ’minler ise: İşte RahmÂn ’ın va ’dettiği şey budur. Demek peygamberler doğru soylemiş diyeceklerdir” [YÂsîn sûresi (36), 52].

“Rabbinin makamından korkan kimseye iki cennet var.” (RahmÂn sûresi (55), 46)Rabbinin makamı demek, O ’nun herşey uzerinde varlığını hissettirmesi, insanları denetlemesi ve onların her halini gorup gozetmesi demektir. Kıyamet gununde hesap icin Allah ’ın huzurunda duruş anlamını da taşır.

Rabbinin makamından korkmak sozuyle anlatılmak istenen, sadece yurek carpıntısı değil, O ’nu inkÂr ve nimetlerine nankorluk etmekten sakınmak, iman, itaat, şukur ve saygıda kusur etmemektir. Bunları yerine getirenler icin iki cennet vardır. İki cennetin ne olduğu hakkında ceşitli goruşler ileri surulmuştur. Buna gore, biri rûhÂnî, diğeri cismÂnî cennet, biri adn diğeri naîm cenneti veya biri dÂru ’l-İslÂm diğeri dÂru ’s-selÂm diyenler olmuştur. Kıyametin halleri gorulmeden bunların her birinin tafsilatını bilmek mumkun değildir.

“Cennetlikler birbirlerine donmuş soruyorlar: Doğrusu bundan onceki hayatımızda, Âilemizin yanında bile Allah ’dan korkardık. Allah lutfedip bizi kavurucu azÂbdan korudu. Doğrusu bundan once de O ’na yalvarıyorduk. Şuphesiz O, iyilik yapandır, acıyandır.” (Tûr sûresi (52), 25-28)Bu Âyetlerde, cennet ehlinin cennetteki halleri anlatılır. Cennetlikler buraya nasıl gelmiş, bu nimete dunyadaki hangi halleri ve davranışları sayesinde kavuşmuşlardır? Onlar, dunyada iken aile fertleri arasında, evlerinde, obalarında ve yurtlarında yurekleri titrer ve korkarlardı. Cunku Âkibetlerini duşunur, bir isyÂna duşmekten veya bir azÂba uğramaktan cekinirlerdi. Bu duşunce ve davranışları, kendilerini dunyada kotuluk yapmaktan alıkoydu; sÂlih ameller işlemeye yoneltti; neticede mukÂfatları cennet oldu. Bu, Allah ’ın lutfu ve ihsÂnı, merhamet ve bereketi sayesindedir. Cunku onlar, işledikleri işler, yaptıkları ibadetlerden sonra Allah ’a yalvarıp yakarmışlar, dua etmişlerdi. Allah, va ’dinde sÂdık ve ihsan sahibidir. Kendisine dua eden mu ’minlere sonsuz merhametiyle muamele eder.

YARADILIŞTAKİ SIRLAR

İbni Mes ’ûd radıyallahu anh dedi ki :

Bize, doğru soyleyen, doğruluğu tasdîk ve kabul edilmiş olan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem haber verdi ve şoyle buyurdu :

“Sizden birinizin yaratılışının başlangıcı, annesinin karnında kırk gunde derlenir toplanır. Sonra ikinci kırk gunluk sure icinde pıhtı hÂline doner. Sonra da bir o kadar zaman icinde bir parca et olur. Daha sonra Allah bir melek gonderir ve melek, ona ruh ufler. Bu melek dort şeyle; anne rahmindeki canlının rızkını, ecelini, amelini, iyi biri mi, yoksa kotu biri mi olacağını yazmakla emrolunur.”

Abdullah İbni Mes ’ûd der ki: Kendisinden başka ilÂh olmayan Allah ’a yemîn ederim ki, sizden biri, cennetliklerin yaptığı işleri yapar ve kendisi ile cennet arasında sadece bir arşın mesÂfe kalır da, sonra anne karnında yazılan yazının hukmu one gecer, cehennemliklerin yaptığı işleri yapar ve cehenneme girer. Yine sizden biri cehennemliklerin yaptığı işleri yapar ve kendisi ile cehennem arasında bir arşın mesÂfe kalır; sonra anne karnında yazılan yazının hukmu one gecer ve o kişi cennetliklerin yaptığı işleri yapmaya devÂm eder de, neticede cennete girer. [1]

AKLIMIZLA KAVRAYAMADIĞIMIZ ŞEYE NASIL İNANACAĞIZ?

Hadisimizin rÂvisi Abdullah İbni Mes ’ûd, Peygamber Efendimiz ’in doğruluk hususundaki seckin niteliklerini belirterek bu hadisi nakletmiştir. Cunku hadiste verilen bu haberi, insanlar anlamakta gucluk cekebilirler, akıllarının yetmediği bu konuyu kabul etmeme gibi bir hataya duşebilirlerdi. Oysa, Resûlullah ’ın verdiği bir haberi reddetmek mu ’mine yakışmaz. Cunku her akıl her şeyi kavrayamaz.

Kavrayamadığı şeyi reddetmek, akıllı bir insanın yapacağı şey değildir. Ona duşen vazife, kendisinin anlayamadığını bir anlayanın bulunacağını duşunerek, doğru haberi başkalarına ulaştırmaktır. Nitekim Kur ’Ân ’ın bir cok Âyeti zaman icinde, ilmin ve fennin gelişmesiyle daha iyi anlaşılmıştır. Peygamber Efendimiz ’in hadislerinin bir kısmı icin de durum aynıdır. Hadisleri nakleden rÂviler, anlamasalar da işittiklerini aynen nakletmiş, bu rivayetleri kitaplarına alan musannifler de onları aynı sadÂkatla kaydetmiş ve gunumuze ulaşmasını sağlamışlardır. Bu durum, hadis rivayetinin ne kadar buyuk bir hassasiyetle ele alındığının da onemli bir delilidir.

İNSANIN YARADILIŞINDAKİ HİKMETLER

Bu hadisin ortaya koyduğu gercek, gunumuzun gelişmiş tıbbının deneylerle ortaya cıkardığı gercekle uyum icindedir. Anne rahmine duşen bir cocuk, kırkar gunluk uc devreden sonra tam olarak teşekkul eder ve ilk canlılık belirtisi bu surenin sonunda gorulur. İlk kırk gunluk sure, orada mayalanma ve şekillenmeye musait hale gelme donemidir. İşte bu donem nutfe diye adlandırılmaktadır ki, menî demektir. Menî ise az su anlamına gelir. Nutfe denilmesinin bir başka sebebi de, bu maddenin akıcı ve yapışkan olmasındandır.

Anne rahmindeki ikinci kırk gunluk sure ise, nutfenin bir pıhtı haline donuşme donemidir. Alak kelimesi kan pıhtısı anlamına gelirse de, burada kastedilen anlam dollenmiş yumurta yani embriodur. Cunku embrio canlı olup, gelişmeyi bunyesinde barındırır. Kan pıhtısı tabiri, cansızlığa delalet eder. Boyle bir anlam ise buraya uygun duşmemektedir. İkinci kırk gunluk sure bu şekilde gecer ve oluşumunu tamamlar. Ucuncu kırk gunluk sure, anne rahmine duşen canlının bir et parcası haline donuşme ve bu şekilde gelişme donemidir.

Bu kademeli oluşum ve gelişimin pek cok hikmet ve faydaları vardır. Şayet cocuk bir anda teşekkul etseydi, muhtemelen anne buna tahammul edemez, bedenen ve ruhen hastalanırdı. Bu safhalar, anneyi yavaş yavaş dunyaya getireceği canlıyı taşımaya alıştırır, cocuğun da anne karnındaki gelişimi tamamlanır. Cocuk doğuncaya kadar, bu gelişme seyri devam eder. Ote yandan bu durum, insanların CenÂb-ı Hakk ’ın gucunu ve kudretini, kendisine gercek mÂnada kulluk edip şukretmelerine vesile olacak nimetlerini, insan olarak en guzel surette yaratılışlarını, akıl ve ruh gibi ustun hasletlere sahip oluşlarını anlamalarına da bir vesiledir.

KİŞİNİN AMELİ HER ŞEYİ KAPSAR

Bu safhalardan sonra, butun uzuvlarıyla teşekkul etmiş olan cenine can verilir ve Allah tarafından gonderilen gorevli bir melek once ona ruh ufler. Daha sonra, doğacak olan cocuğun olumune kadar, hayattaki her turlu davranışı demek olan amelinin nasıl olacağını, hayat suresini, rızkını veya cennetlik cehennemlik olacağını yazar. Kişinin ameli, onun işlediği her ceşit hayır ve şerri, iyilik ve kotuluğu kapsar. Her insan, bu davranışlarına gore iyi ve kotu olarak nitelendirilir. İnsanın hayatının ne kadar devam edeceğini, omrunun nasıl sona ereceğini de bu gorevli melek yazar. Meleğin yazdığı bir başka şey, insanın rızkıdır. Rızkı az mı yoksa cok mu olacak, helÂl mi yoksa haram mı yiyecek, rızkını hangi yollardan temin edecek?

Butun bunlar levh-i mahfûz denilen ve bilgisi sadece Allah katında olan bir kitapta yazılıdır. Netice itibariyle kişinin cennet veya cehennem ehlinden olacağı da gorevli melek tarafından kaydedilir. Cenab-ı Hakk ’ın bunları meleğe yazdırması, her şeyin bilgisinin kendi katında bulunduğunu onlara gostermek, bu durumu insanlara da oğretmek gayesiyledir. Herkesin yazısı boynunda asılıdır; fakat bunu ne insanın kendisi ne de başkası bilme ve gorme imkÂnına sahip değildir. Kur ’Ân-ı Kerîm ’de şoyle buyurulur: “Her insanın amelini boynuna doladık. Kıyamet gunu onun icin, acılmış olarak bulacağı bir kitap cıkarırız: Kitabını oku, bugun nefsin sana hesapcı olarak yeter, deriz” [İsr sûresi (17), 13-14]. İnsanın boynunda asılı olan bu kitap, bir nevi onun zimmetinde olan eşya gibidir. Cunku onda yazılı olanlar, kişinin hayatı boyunca yaptıklarıdır.

İNSAN, HER YAPTIĞINDAN SORUMLUDUR

Burada cok kere yanlış anlaşılan bir konuyu kısaca acıklamamız gerekir. Yukarıda anlatılanlar, halk arasında kader veya alın yazısı olarak bilinip adlandırılan hususlardır. Bu adlandırma doğrudur; yanlış olan, kendisini başına gelenlere mahkûm hissetmesi, azim ve gayreti, calışıp cabalamayı terk etme hissine kapılmasıdır. Oysa kişinin başına ne geleceğini, akibetinin nasıl olacağını Allah ’tan başka kimse bilemez. Kişi, Allah kendisi hakkında oyle yazdığı icin bu şekilde hareket ediyor değildir. Bu anlayışın aksine, kişinin nasıl hareket edeceğini Cenab-ı Hak ilm-i ezelîsi, sonsuz olan ilmi ile bildiği icin oyle yazmıştır. Boyle olmasaydı, kişinin iradesi olmaz, neticede yaptıklarından da sorumlu tutulmazdı. Halbuki insan, her yaptığından sorumludur. Sadece aklı ve idrÂki olmayanlar sorumlu değildir. O halde kader, akıl ve irade sahibi insanın, uzerine duşen gorevleri eksiksiz yerine getirmesinden sonra ortaya cıkan neticeye rız gostermesi, vazifesini yapmış olmanın huzuru icinde olması ve isyan etmemesidir.

Peygamber Efendimiz ’in bu hadisini yorumlayan İbni Mes ’ûd, yaygın olarak meydana gelmese bile, bazı kere herkesin dikkatini ceken bir hususa acıklık getirmektedir. Bu husus, hayatı boyunca cehenneme girmeye sebep olacak işleri yapıp sonunda cennetlik olmak veya cennete girmeye vesile olacak işleri yapıp sonunda cehennemlik olmaktır. Allah ’ın bir lutfu olmak uzere, birinciler cok gorulurse de ikinci sınıfa girenler son derece azdır. Omrunu kufur ve isyÂn bataklığında gecirmiş veya gunahlara dalmış nice insanın, hayatının sonunda hakikatı sectiği ve Allah ’ın hoşnutluğunu kazanacak iyi işler yaptığı bilinen ve gorulen bir gercektir. Hadisimiz, insan ile cennet veya cehennem arasındaki mesafeyi arşın gibi kısa bir uzunluk birimiyle acıklarken, bu ikisine girmede davranışlarımızın onemini ortaya koymuş, iyi ve guzel işler yapmamız, kotu ve cirkin işler yapmaktan da sakınmamız gerektiğine dikkatimizi cekmiştir.

YAPTIĞIN İYİ VE GUZEL AMELLERLE GURURLANMA

Bazı rivayetlerde, İbni Mes ’ûd ’a ait olan kısım da peygamberimiz ’in sozu gibi nakledildiğinden, biz bunu tercumede parantezle belirtme ihtiyacı hissettik (bk. Bagavî, Şerhu ’s-sunne, I, 128 vd.; Tecrid-i Sarih Tercumesi, IX, 18 vd.)

Bu hadis, insanın yaptığı iyi ve guzel amellerle gururlanmamasını, kendini beğenme, kibirlenme ve kotu huy gibi sevilmeyen hallerden uzak durmasını tavsiye etmekte, ote yandan işlediği bir takım gunahlar sebebiyle Allah ’tan umit kesmeyip korku ile umit arasında bir hayat surmesi icÂb ettiğini bize oğretmektedir. Ayrıca, dunyada insanlar hakkında cennetlik cehennemlik gibi kesin hukumler vermenin mumkun olmadığını da gostermektedir.

HADİSTEN OĞRENDİKLERİMİZ

1- Kaz ve kadere iman etmek, hayrın ve şerrin Allah ’tan olduğuna inanmak farzdır.

2- İlk bakışta anlaşılması mumkun olmayan doğru haberleri reddetmek cÂiz değildir.

3- Cocuğun anne karnında bir gelişim safhası vardır. Bu safhaların bilinmesi gerekir. Cunku anne karnındaki cocuğun da hakları vardır.

4- İyi işler işlemeye ozen gostermeli ve bunları surekli hale getirmeliyiz. Buna karşılık, kotu ve cirkin işlerden de uzak durmalıyız.

5- Hic kimse sadece işlediği iyi amellere guvenmemeli, yaptığı kotulukler sebebiyle de Allah ’tan umit kesmemelidir.

6- İnsanlar hakkında cennetlik ve cehennemlik gibi kesin hukumler vermekten kacınmak gerekir.

7- Kişinin dunyadaki son haline gore hakkında mu ’min veya kÂfir muamelesi yapılır.

[1] BuhÂrî, Bed ’u ’l-halk 6, Enbiy 1, Kader 1; Muslim, Kader 1. Ayrıca bk. Ebû DÂvûd, Sunnet 16; Tirmizî, Kader 4; İbni MÂce, Mukaddime 10.

Kaynak: Riyazus Salihin - Hadis-i Şerif Tercumesi, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan